TEVFİK KADAN

Türkiye Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi (TÜRK DEGS) Başkanı Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, “Soru ve Cevaplarla Montrö: Nedir, Ne Değildir?” isimli yeni kitabını yayımladı. Amiral Yaycı kitabında, özellikle Kanal İstanbul ile yeniden gündeme taşınan Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin hukuki boyutunu ele alıyor. Montrö hakkında yapılan “tapudur” ve “prangadır” gibi yorumların bilgisizlikten kaynaklandığını belirten Amiral Yaycı, Türk Boğazlarına ilişkin yepyeni bir pradigma ortaya koyuyor. Amiral Yaycı'ya göre “Türk Boğazları, uluslararası ulaşımın yapıldığı ulusal boğazlardır.” ve “Sui Generis” statüsüne tabidir. Montrö'nün gerçekte dünya devletlerine karşı bir “iyi niyet göstergesi” olduğunu belirten Yaycı, ortadan kalkması durumunda ise Türkiye'nin iç sular rejimine geçme hakkına sahip olduğunu belirtiyor. Amiral Yaycı'nın önemle altını çizdiği noktalardan biri de, Montrö'yü doğru uygulayarak milyarlarca lira kazanabileceğimiz yaklaşımı.

TÜRK DEGS Başkanı Amiral Yaycı'yı ziyaret ettik, her satırı zihin açan bir söyleşi yaptık. İşte Amiral Yaycı'nın Montrö görüşleri...


'5 TANE KANAL DA AÇSANIZ MONTRÖ'YE TABİ OLURSUNUZ'

Amiralim öncelikle yeni kitabınız hayırlı olsun. Bu kaçıncı kitabınız oldu?

Teşekkür ederim. İngilizce yayımlananlarla birlikte 8. kitap oldu.

Yeni kitabınızda Montrö'yü ele alıyorsunuz. Kanal İstanbul'un Montrö'yü ortadan kaldırmayacağını söylüyorsunuz. Bu tezinizin dayanakları nelerdir?

Bu sadece benim tezim değil, Rusların da görüşü. Rus Büyükelçisi de benim açıklamamdan 2 ay sonra resmi bir açıklama ile bunu duyurdu. Montrö Sözleşmesi geçiş için üç bölgeyi kapsar. Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı. Bu üç bölgeden bir tanesine girdiğiniz anda Montrö Sözleşmesi’ne tabi olursunuz. “Ben Çanakkale Boğazı'ndan girdim, İstanbul’un önüne geldim ve o anda Kanal'dan geçip Karadeniz’e çıkacağım.” Yok öyle bir şey. Öncelikle niyetini belirmek için 3815 gün öncesinden Türkiye'ye ön bildirimde bulunuyorsunuz. 'Karadeniz’e geleceğim' ya da 'Karadeniz’den çıkacağım' diyorsunuz. Bu ön bildirim imzacı devletlere gönderiliyor. Montrö Sözleşmesi’ne uygun mu değil mi diye onlar da geri dönüş yapıyorlar. O nedenle Montrö Sözleşmesi’nin delinmesi diye bir şey söz konusu olamaz. Beş tane kanal açsanız bile Montrö Sözleşmesi'ne tâbi olursunuz. Eğer Kanal İstanbul'a karşı çıkacaksanız çevre, oşinografi, hidrografi, jeofizik, maddi öncelikler vs nedeni ile karşı çıkın ama Montrö’yü karıştırmayın bu işe.

 Kanal İstanbul ile oluşacak adanın savunmada zaaflar yaratabileceği de söyleniyor...

Öncelikle Trakya ile Kanal'dan sonraki parça hukuken ada olmaz. Yapay kanallar kara gibi kabul edilirler. Yapay kanal konusunda devletin hükümdarlık yetkisi tamdır. Burada şunu sormak gerekir. Trakya’nın savunması Boğaz köprülerine mi bağlıymış? Buradaki üç tane köprü ile mi güvenlik sağlanıyormuş? Çanakkale nasıl savunuluyor? Böyle bir düşünce olur mu? Bizim takviye planlarımız öyle ise vay halimize. Bizim gelip iki tane köprümüzü bombalasalar takviye edemeyeceğiz demektir. Köprüye bağlıysak yandık. Böyle bir plan olmaz. Bizde iki türlü savunma vardır. Birincisi yerinde savunma. 1. Ordu orada bunun için bulunuyor. Eğer takviye gerekecekse de bunun için deniz geçişi kullanılır.


'YUMUŞAK KARNIMIZ OLSA

YUNANİSTAN YARIN KALDIRIR'

Peki Montrö Boğazlar Sözleşmesi nasıl ortadan kalkar? Feshedilebilir mi?

Montrö’nin kalması da kalkması da Türkiye’ye bağlıymış gibi bir imaj yaratılıyor. 9 imzacı devlet var. Bu imzacı devletlerden herhangi bir tanesi Montrö’nün feshini ya da iptalini isteyebilir. Bunların arasında Yunanistan, Fransa, İngiltere, Bulgaristan, Romanya, Rusya Ukrayna, Gürcistan var. Montrö Türkiye’nin yumuşak karnı olsa, Yunanistan yarın Montrö’yü ortadan kaldırır. Hiç okumadan konuşuyorlar. 'Montrö boğazların tapusudur.' diyorlar. Bir kere tapu lafı devletler hukukunda yok. Tapu lafı özel hukukta olur. 'Montrö boğazların tapusudur' derseniz, Montrö giderse boğazlar da gider anlamı çıkar. Bu kadar cahilce laf edilir mi? Devletler hukukundan bahsediyoruz. Türkiye boğazlara Montrö ile de sahip olmamıştır. Zaten boğazlar Türkiye’nindi. 1774’ten beri geçiş rejiminde birtakım sözleşmeler yapıldı. Önce Rusya’ya verildi, sonra başka devletlere verildi. Küçük Kaynarca ile başlıyor, 1841, 1923, 1936 yıllarındaki anlaşmaların hiçbir tanesi boğazların egemenliği konusunda değil. Geçiş konusundaki birtakım anlaşmalar. Yalnızca 19191922 asasında fiili işgal söz konusundur. Onun dışında hiçbir zaman boğazların hakimiyeti Türkiye’den çıkmış değildir.


'3 MİLYAR DOLAR KAZANABİLİRİZ'

'Montrö tapudur' diyenlerin yanında bir de 'Montrö prangadır' diyenler var. Bu konuda görüşünüz nedir?

Montrö bir pranga değil. Montrö ne bir pranga ne de bir tapu. Montrö bir uluslararası sözleşme. Eğer pranga ise, kurtulmak istiyorsan Montrö’den çekilirsin. Bu sadece ücretlendirme konusunda düşünülebilir. Ama benim de ona karşı bir tezim var. Diyorum ki altınfrank uygulaması var. Sözleşme'de geçiş ücretlerinin altın üzerinden alınması söz konusu. Neden altın üzerinden almıyoruz? Niye 150 milyon dolara ram oluyoruz? Hâlâ SDR uygulanmamışken bunu niye uygulamıyoruz? Bunu uygulayalım desek, yıllık 2.53 milyar dolar kazanırız.

Peki geçiş ücretlerini artırmamıza diğer devletlerden itiraz gelir mi?

Zamanında bu uygulandığında ilk itiraz Rus ve Türk armatörlerden gelmiş. Aslında şuan gemi başına kuruş misali para alınıyor. Yani çok cüzi bir miktar olduğu için artış da yapsak yine cüzi bir miktar olacaktır. Toplamda bize yüklü bir para gelecek. Boğazlardan yılda 50 bin gemi geçiyordu. Bunun sayısı düştü ama tonajı arttı. Bizim alacağımız para da tonaj bazında artacak. Çünkü ton başına para alınıyor. O nedenle bizim bu parayı almamız lazım. Özellikle bu ekonomik krizde çok önemli bir gelir kaynağı. 3 milyar dolar müthiş bir para demek. Şöyle düşünün, bizim hemen hemen ihracattan elde ettiğimiz kârdan daha fazla bir para. Türkiye eski Türkiye değil. Bunu politik bir şey olarak söylemiyorum. Türkiye 100 yıllık Cumhuriyet birikimiyle geldi bu noktaya. Türkiye çok güçlü.


'MONTRÖ BASKIYI ÖNLÜYOR'

Peki bir şekilde Montrö Sözleşmesi ortadan kalkarsa ne olacak? Boğazlarda hangi rejim uygulanacak?

Şu anda Türk Boğazlarında 'duraksız geçiş' uyguluyoruz. Transit geçiş değil. Sözleşme'deki 'transiting' ifadesi 'duraksız geçiş' anlamındadır. Biz 'duraksız' olması şartı ile geçiş yaptırıyoruz ama Türkiye ne 1936’daki gücünde ne de deniz hukuku 1936’nın deniz hukuku. Şu anda Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre 'Boğazlar Bölgesi' diye tarif edilen iki boğaz ve bir deniz, Türkiye’nin iç su denizine tabidir. Dünyada bu geçişler 'ulusal boğaz' ve 'uluslararası boğaz' diye tarif edilir. Uluslararası boğaz; iki açık denizi ya da iki münhasır ekonomik bölgeyi ya da bir münhasır ekonomik bölgeyi başka bir açık denize bağlar. Bunlar uluslararası boğazlardır. Buralarda serbest kullanım ilkesi geçerlidir ve transit geçiş hakkı vardır. Yani doğal halde uçaklar uçarak, denizaltılar dalarak, gemiler yüzerek geçebilir ve kıyı devleti müdahale edemez. Ama eğer bir boğaz; bir açık denizi bir iç denize bağlıyorsa ya da bir iç denizi bir iç denize bağlıyorsa, bu ulusal boğaz demektir.

Bizim boğazlarımız Karadeniz ve Adalar Denizi’ni bir iç deniz olan Marmara’ya bağlar. Ulusal boğazlar iç su rejimine tabidir. İç su rejiminde karada hangi egemenlik hakkınız varsa, aynen geçerlidir. Kapıkule’den nasıl giriyorsan, iç suya da öyle girersin. O zaman Montrö Boğazlar Sözleşmesi kalkarsa uygulanacak rejim iç su rejmi olur. İç su olursa ben istediğimi, istediğim şartta geçiririm ya da geçirmem. Tabi böyle söyleyince kulağa hoş geliyor. O zaman ona geçelim deniliyor ama öyle değil. Burası kritik bir iç su. Yarın bir gün Amerika, 'Kardeşim ben senin müttefikinim, Karadeniz’e girmek istiyorum' dedi ve baskı yaptı. Rus da diyecek ki 'Benim tek sıcak denizim burası. Bu tersanelerde nükleer denizaltılar yaptım, uçak gemisi yaptım, ben senin komşunum geçirmezsen bak başka şeyler olur' vs. Amerika oradan bastıracak, Rusya buradan bastıracak. Türkiye Montrö sayesinde bu baskı ile karşı karşıya değil. Montrö Sözleşmesi bizim başımızın ağrımasını engelliyor. Denge, istikrar ve güvenlik sağlıyor.


'MONTRÖ ABD'NİN GİRİŞİNİ

RUSYA'NIN ÇIKIŞINI ÖNLÜYOR'

Son yıllarda ABD'nin Karadeniz'e girme telaşı görünüyor. Bunun için NATO 2018’de özel bir Karadeniz kağıdı hazırladı. Stoltenberg çıktı, “Karadeniz’deki varlığımızı artıracağız.” dedi. Bulgaristan ve Romanya NATO'ya alındı, Devesul'da, Novo Selo'da üsler kuruldu... Montrö ABD'yi ne kadar engelleyebiliyor ve ABD Montrö'den gerçekten rahatsız mı?

Birincisi; Amerika Montrö’ye karşı olsa ve Montrö’den daha iyi bir rejim tesis edileceğini düşünse, bugünkü müttefikleri Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Fransa, İngiltere ve İtalya tarafından feshini istemez mi? İster ve hemen de yaptırır. Yani Amerika rahatsız olsa bile daha iyisini yaptıracağını düşünmüyor. Montrö kalkarsa iç su rejimi uygulanır. İç su rejimi uygulanırsa buradan geçen gemiler de geçemez olur. Harp gemisini, ticaret gemisini, hepsini kısıtlayabiliriz. Biz şu anda aslında Montrö ile bölgesel istikrara katkıda bulunuyoruz. Bizim de başımız ağrımıyor. Montrö Sözleşmesi’ni kaşımamaları lazım. Eğer Montrö rejimini kaşırlarsa da iç su rejmini masaya koymak lazım. O yüzden kimse Montrö’ye dokunmuyor şu anda.

Montrö Sözleşmesi ABD’nin işine geliyor mu? ABD ve başkalarının işine geliyor ki onun feshi yönünde birtakım girişimlerde bulunmuyorlar. Hep Türkiye’ye şöyle lanse ediliyor: “Montrö Amerika'nın Karadeniz'e girişini, Batı'nın girişimi engelliyor.” Halbuki Karadeniz’den çıkışı da engelliyor Montrö. Yani düşünsenize; aslında Montrö Rusya’yı engelliyor. Çünkü Rusya’nın donmayan tek denizi Karadeniz. Ve orada herhangi bir denizaltı, uçak gemisi inşa edemiyor. Oradan sadece şu şartta denizaltı çıkabilir. Ya orada yapılan denizaltıyı götürüp başka bir üssüne bağlayacaktır, ya da onarım için çıkabilir. Bu noktayı da suiistimal edemez. Altı tane denizaltısı vardı Karadeniz'de ve onları Akdeniz’e indirdi ama bir daha yukarı çıkamadı. Akdeniz'de üstlendireceğim dedi. Montrö olmasa sürekli getirir götürürdü. Batı için asıl mesele Rusya’nın çıkmaması. Bu da Montrö’nün desteklemesi konusunda çift taraflı bir denge sağlıyor.


'ABD KARADENİZ'DE

ANCAK HEDEF OLUR'

Zannediliyor ki Karadeniz’de sürekli gemi bulunduruluyor. Yıllık olması gereken toplam tonajın yüzde 15’i veya 20’si oluyor. Şimdi burada bir psikolojik baskı oluşturuluyor. Bunun arkasında da bazı lobiler olduğu izlenimi oluşturuyor bende. Karadeniz’de kaç tane ABD gemisi var? Ya bir tane olur ya da olmaz. O da iki ayda üç ayda bir geçer. Bazen peş peşe geçtikleri olur dostlar alışverişte görsün misali. Askeri olarak da yanlış bir kere. Benim çok değerli gemilerim olsa ben Karadeniz’e sokar mıyım? Neden sokayım; küçük, kapalı, çıkışı bile olmayan denize? Sen Karadeniz’e uçak gemini sokabilir misin? Direkt hedef olur.

Karadeniz'de son yıllarda başta Rusya ile Ukrayna arasında olmak üzere çeşitli gerginlikler yaşanıyor. Siz sıcak bir çatışma bekliyor musunuz?

Ukrayna ile Rusya arasında Donbass bölgesinde bir çatışma olur ve Batı da bunu tahrik eder. Rusya da buranın doğusunu alır. Zaten yapılan şey bu. Ukrayna Rusya’yı tahrik etmek, Karadeniz’de bir huzursuzluk çıkartmak için maşa olarak kullanılıyor. Sen Ukrayna’yı NATO’ya alacağım, AB’ye alacağım dersen, adamı kışkırtıyorsun demektir. Türkiye de Ukrayna'nın NATO'ya girmesine karşı olmalı. Diğer yandan Kırım Rusya için vazgeçilmez bir konu. Rusya'da “Kırım Rusya’nın kalbidir” derler. Nihayetinde olan Ukrayna’ya oluyor.

Türkiye Ukrayna'ya SİHA satıyor. Ukrayna da ABD ile çeşitli askeri anlaşmalar yapıyor. Bir çatışma durumunda, Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri nasıl etkilenir?

Bu çift taraflı bir konu. O zaman Rusya da Ermenistan’a silah vermeyecek. PKK’ya silah vermeyecek. Moskova’daki PKK bürolarını kapatacak. Suriye’de Türk askerine silah sıktırmayacak. Bu tek taraflı bir mesele değil. Şu anda herkes herkese silah satıyor. Biz Rusya’nın silah satışına karışabiliyor muyuz? O zaman anlaşmanın şöyle olması gerekiyor: Sen Ermenistan ve PKK’ya silah satma, ben de Ukrayna'ya satmayayım. Müttefiklik demek birbirinin zararına iş yapmayacaksın demektir. Müttefiklik çok zor bir şeydir. Anlaşma yapmanın ötesindedir.


'KARADENİZ

KARADENİZLİLERİNDİR'

Komşularımızla müşterek menfaati bulmak önemli. Müşterek menfaat de uslu durmakla olmuyor aslında. Senin de bir güç kazanman lazım. Biz Ukrayna’ya SİHA satıyoruz ama aslında güç kazanıyoruz. Çünkü Ukrayna’ya SİHA satmayayım ama sen de bunun karşılığında şunu yapma diyecek bir pazarlık edebiliyoruz. Pazarlık gücünü eline geçirdiğin zaman, dostluk da gelişiyor. Kozumuzu elimizde tutacağız. Ama bileceksin ki kimse dost değil. Milletlerarası meselelerde karşılıklı menfaat ilişkisi içerisinde olan menfaat ortaklığı kurmalıyız. İbni Haldun’un dediği gibi coğrafya kaderdir. Komşumuzun da bizimle iyi geçinmesi lazım. Komşumuzu rahatsız edecek bir pozisyona çanak tutmamamız lazım. Karadeniz’de artık huzursuzluk içerisinde olmamamız lazım. Türkiye kendi menfaatini düşünerek hareket etmeli. Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınması konusunda bütün sakıncaları NATO’da anlatması lazım. Sen orada politik dengeyi muhafaza ederek bunları anlatmalısın. Şu ana kadar Türkiye bölgesel sahiplik ilkesini çalıştırdı ve Karadeniz Karadenizlilerindir diyerek hareket etti. Bu Atatürk zamanından beri böyle. Bu anlayışın devam etmesi lazım. Bun anlayışın Akdeniz’e de taşınması lazım.

ATATÜRK İSTANBUL'UN İKİNCİ FATİHİDİR

“Atatürk, İstanbul’un ikinci fatihidir. Çünkü 19191920 arasında İstanbul fiilen işgal edilmişti. İstanbul’da Türk askeri yoktu. Atatürk 1923’te İstanbul’u Türk toprağı yaptı. Ama Lozan Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştı ve Lozan Boğazlar Komisyonu kurulmuştu. Lozan Boğazlar Sözleşmesi'ne göre İstanbul ve Çanakkale Boğazı arasındaki bölgede, 20'şer kilometrelik alanda Türk askeri olamıyordu. Tersaneleri hiçbir şeyi kullanamıyordu. Hiçbir askeri birlik giremiyordu. Orada Komisyon'un askerleri vardı, güvenliği onlar sağlıyorlardı. İstanbul’un içerisinde Türk askeri yoktu. 1936’da Boğazlara Türk askeri girdi. O nedenle Atatürk, Fatih’ten sonra İstanbul’un ikinci fatihidir. İstanbul’u yeniden Türk şehri yapmıştır.”

LAHEY NESNEL KARAR VERMİYOR

Türkiye 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'ni imzalarsa ne olur?

“Sözleşme'yi imzalamanın en büyük açmazı şu bence: Anlaşmazlık durumunda Lahey’deki BM Deniz Hukuku Mahkemesi'ne mecburen gitmeyi kabul etmiş oluruz. Haksız olduğumuzdan değil ama nesnel karar vermiyorlar. Mahkeme 3 üyeden oluşuyor. Bunlardan birini biz seçiyoruz, birini karşı taraf seçiyor, birini de mahkeme atıyor. Bizim şu anki sorunumuz, kendi seçtiğimiz üyenin bile Yunanların etkisi altına girebilme ihtimalidir. Bundan şüphe ediyorum. O yüzden böyle bir bağlayıcılığa hiç girmeyelim. Zaten mahkeme içtihat da oluşturmuyor. Diğer yandan 1982 Sözleşmesi'ni bizim Adalar Denizi’nde esas almamız son derece yanlıştır. Biz nasıl boğazlarda Montrö'yü esas alıyorsak, Adalar Denizi’nin statüsünü de Lozan belirlemiştir. Lozan esastır diyeceğiz. Ve Lozan’a göre 3 mil karasuyu rejiminde ısrar edeceğiz.”

Aydınlık