Gazeteci Mehmet Öztürk, koronavirüs nedeniyle yayılmaya başlayan bilgi kirliliğini ve gelinen son noktayı değerlendiren bir yazı kaleme aldı.


Herkes gibi bende hiç bilmediğim Koronavirüs için biraz da zorunlu olarak uzun zamandır televizyon izliyorum. Doğrusu başlangıçta verilen haberler ve ekrandaki konuklar ve söyledikleri dikkatimi çekmişti. Ama bugünlerde aynı konukların aynı şeyleri tekrar etmeleri badanaj yaptı sanki.Bir de ekranların 4’de veya daha fazla bölünüp skyp bağlantısındaki dengesiz ışıkların da devreye girmesiyle gözüm bozulmaya,içim daralmaya başladı.

Her kanalın bilim kurulu üyeleri oluşmaya başladı. “ benimki seninkini döver” i hatırlatır gibi.

Ben artık onları izlemiyorum. Hatta izlenmesini önermek bi tarafa yasaklanmasını öneriyorum. Şifa peşinde koşarken psikolojim bozulmaya başladı.

Konuya ilişkin haberleri vermek yeterli artık.

Ya da konuyu başka türlü ele almak faydalı olabilir.

Konukların bir çoğu “ bilimsel temel” deyip duruyor. Bilimsel olmayan bir şeyi yapmak veya denemek doğru değil diyorlar. Yani bazı doktorların farklı yaklaşımlar sergileme isteği bilimsel dergilerde yayınlanmayınca rağbet görmüyor.
Elbette bilimselliğe söz edecek değilim. Ama ilk defa karşımıza çıkan bu durumun bilimsel sonucu en erken bir hatta bir kaç yıllı alabilir .

Bunun için bilimsel ölçüleri beklemeden ama günümüzde veya geçmişte uygulanan yöntemler iş yapmaz mı acaba?

Mesela; bir tv kanalında canlı olarak izlediğim Çin’in İstanbul Başkonsolosu Cui Wei Türkçe verdiği röportajda tam olarak şöyle diyordu:” biz Çin’deki hastaların %80’ini geleneksel tıp yöntemlerini kullanarak tedavi ettik”.
Evet Çin’de modern tıp ve geleneksel tıp diye iki eğitim veriliyor. Hangisini seçerseniz oradan mezun oluyor ve işe başlıyorsunuz. Devlet de onların yazdığı ilaçları karşılıyor.

Hastaneler de modern ve geleneksel diye iki bölüm.vatandaş hangisine gitmek isterse gidebiliyor .ama bizim ülkemizde bir çok genç Çin in geleneksel tıp fakültesinden mezun olduğu halde “ denklik” verilmediği için görev yapamıyor.
Arnavutluk Başbakanı Edi Rama Avrupa’da “Avicenna (bilginlerin hükümdarı) olarak adlandırılan İbni Sina'nın, insandan insana geçen enfeksiyonu önlemek için, 40 gün boyunca insanları tamamen izole etme yöntemini icat ettiğini ve bu yönteme “Erbain (kırk)” adını verdiğini söylüyor.

Venedik tüccarlarının da, İbni Sina'nın başarılı yöntemini duyarak, bu yöntemin İtalya'da da uygulamasına vesile olduklarını belirten Başbakan Rama, İtalyanların ise karantinayı, “quarantena” dediklerini anımsatarak, “Karantina” isminin ve uygulamasının Avrupa'da ilk uygulandığı yer İtalya olmuştur” diyor.

Gerçekten de Tarihte karantina işlemini ilk uygulayan devletin Venedik olduğu biliniyor (1377). Venedik Cumhuriyeti’nde, başkente salgın hastalık bulaşmasın diye kentte gelen gemiler 40 gün şehir açıklarında denizde beklettirilirdi. Karantina kelimesi de İtalyanca “kırk” anlamına gelen quarantena’dan gelir. Uygulamaya göre bütün yolcu ve tayfanın gemiden inmesi, yüklerin boşaltılarak adanın ortasındaki depoya taşınması, sirke, kaynar su ve şifalı bitkilerin tütsüsü ile dezenfekte edilmesi gerekiyordu. İlk karantinahâne ise 1423 yılında Venedik yakınlarında Santa Maria di Nazeret adasında kuruldu. Evliya Çelebi 1663’te Dubrovnik’e gittiği zaman veba korkusuyla 3 gün kadar dışarıda bekletildiğini anlatır.

Fatih Sultan Mehmet in de veba salgının da maiyetini şehir dışına çıkardığı belirtilmektedir.

Yıllar önce yaptığım bir röportajda Nestle’nin ortaya çıkış öyküsünü dinlemiştim. Çok dikkatimi çekmişti. Tarih 1867.yer İsviçrenin Vevey şehri. Henri Nestle bir eczanede stajyer olarak çalışan kimyager. Köyünde bir bebek hastalanıyor. Doktorlar kaç zamandır uğraşıyorlar ama çocuğun durumu kötüye gidiyor.Henri Nestle “ben bir ürün yaptım onu deneyelim.işe yarayacağını düşünüyorum” diyor.ama ne doktorlar ne de ailesi izin vermiyor. Artık çocuk ölüm döşeğindedir. Yapacak hiçbir şey kalmamıştır. Ailesi son çare olarak Nestle’den “ ne istiyorsa yapmasını” talep eder. O da hazırladığı bir mamayı çocuğa verir. Çocukta iyileşme başlar ve ölümden kurtulur. Bu haber hızlıca yayılacak ve Nestle nin ürettiği bu mamalar binlerce çocuğun ölmesine engel olacaktır.

Belki bilim kurulumuz veya tıp eğitimi almış ismler karşı gelecektir ama ben ortalıkta dolaşan bazı otların ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum . Sırf “bilimsel temeli yok” denilerek insanlığın yeni çarelerle buluşmasının önü kesilmemeli bence.

“Dünyada yok veya denenmemiş “diye çöpe atmak yerine bizim de bazı “kadim yöntemleri” bilimsel hale getirmemiz mümkün olabilir mesela.

Mesela sinirli ot;

Mesela evelik otu,kekik yağı, sumak, propolis vs.

Kastım şu veya bu ot değil. Bizim muhteşem bir kaynağımız daha var. “ geleneksel tıp”. Neden Çin’deki gibi iki tıbbı da hayata geçirmeyelim.

Dem bu demdir, devlet de hukuki altyapıları hızlı bir şekilde hazırlamalı ve sonuçlandırmalıdır.

Demem o ki televizyon kanalları hazır insanlar evdeyken,antenleri açıkken onları farklı alanlara çekse iyi olur.

Mesela ben geçen akşam Ulusal Tv’de Vatan Partisi genel Başkanı Doğu Perinçek’i 3 saat hiç kanal değiştirmeden izledim. Konu “ Türklerin müslüman olması Ve müslüman Türklerin devlet yapılanması” idi.

Doğu Bey fevkalade bir vukufiyetle ve emin ifadelerle çok dikkatimi çeken şeyler söyledi. Ne yalan söyleyeyim ben Sn. Perinçek ‘in İslam dini ve Hz.Muhammet hakkında böyle düşündüğünü bilmiyordum. Hz. Muhammed’in muhteşem bir devrim hareketiyle bir “ aydınlık medeniyeti “ kurduğunu anlattı.

Ben tüm mecralarda Covid19 un giderek azalan oranda yer almasını buna karşılık insan,bitki ve hayvan beslemesinin ; tarımın, Türk ve Osmanlı tarihinin yer almasını , hiç bir şey yapılmıyorsa gündemin değiştirilmesini öneriyor ve istiyorum.

Yoksa hepimiz paranoya olup çıkacağız.

CKD Başkanı Tülin Oygür: Yalan söyleyenlerin millete özür borcu var

ulusal.com.tr