İLKER GÜVEN / EMEKLİ TUĞAMİRAL

ABD Senatörü J. William Fulbright’ın 1946 yılında “Eğitim ve Kültürel değişim yoluyla ülkeler arasında ortak bir anlayış ve ilişki geliştirilmesi” için verdiği önerge Kongre’de kabul edildi. Bir sene sonra Kahire’de 27 Şubat 1947 tarihinde Türkiye, ABD ile, “ABD ordusunun hizmet fazlası silahlarını, Türkiye’nin satın alabilmesi için Türkiye’ye 10 milyon dolarlık kredi verilmesi anlaşması” yapıldı. Ancak, Türkiye kısa vadeli borç ödemelerini iki yılda aksattığı için, ABD bu durumu fırsat olarak kabul ederek, “Türkiye’ye Eğitim ve Kültür Anlaşması” teklifi yaptı. Nihayet 27 Aralık 1949 tarihinde ABD ve Türkiye “Müşterek eğitim komisyonu” kurulması için bir anlaşma imzalandı. TBMM’de, 13 Mart 1950 tarihinde, 5596 sayılı yasa çıkarılıp, 18 Mart 1950 tarihinde de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. İşte Atatürk Cumhuriyeti’nin bağımsız, “Öğretim Birliği” yasasına uygun olarak yürütülen laik eğitimimiz için Senatör Fulbright’ın öngörüsüne uygun imzalanan bu anlaşma kırılma noktasıdır. Zira Fulbright’ın önerisi, ABD’nin hegemon (Baskın) güç olarak, Sovyet tehdidine karşı Yeşil Kuşak Teorisine hizmet edecek, ABD’nin değer ve görüşlerine uygun bir toplum yetiştirilmesi için bulduğu önemli bir projedir. Bu proje ile Anlaşma yapılan ülke, önce borçlandırılmakta, sonra bu borca dayanarak borçları mahsup etmek üzere kültüreleğitim anlaşmasına zorlanmaktadır.

Anlaşmanın beşinci maddesine göre Eğitim Komisyonu, dört kişi ABD vatandaşı ve dört kişi de Türk vatandaşı olmak üzere sekiz kişiden oluşuyordu. Ancak bunlara ek olarak Türkiye’deki ABD Büyükelçisi “Fahri Başkan” oluyordu. Komisyonda oylar dörtdört eşit olursa ABD Büyükelçisinin oyu karar olarak kabul edilecekti. Bu durumda komisyondaki dört ABD’liden en az ikisinin Büyükelçilik’teki CIA ajanı olması doğaldır. Bu ajanların Milli Eğitim Bakanlığı’na rahatça girebilmeleri yanı sıra, Komisyon Üyesi sıfatı ile öğrenciler ve öğretim üyeleri içinden ABD yanlısı ve hayranı birçok kişiyi yaratabilmeleri de olanaklıydı.

TAM TESLİMİYET

Anlaşmanın yedinci maddesine göre; Eğitim Komisyonu’nun her sene hazırlayacağı rapor ABD’nin uygun göreceği şekilde yazılacaktır. Anlaşmanın onuncu maddesi şöyledir: “ABD Dışişleri Bakanlığı, Eğitim Komisyonu’nun her kararını uygun görürse, gözden geçirebilecektir.” Bu madde, milli eğitimimizin tam tesliminin ifadesidir. Bu anlaşmanın sonunda, Türkiye’den dört bin sivil ve asker bürokrat seçilerek ABD’de eğitime gitmiştir. Askerlerin arasında Alpaslan Türkeş de bulunmaktadır. Atatürk milliyetçiliğinin özü milli sınırlar içinde antiemperyalist duygu ve düşünceyi kapsar. Milliyetçi Parti’nin içine İslam dini sosu da sokularak, milliyetçilik, milli sınırları aşarak Turancılık rüyası ile ABD’nin Yeşil Kuşak Teorisi’ne uygun hale gelmiştir.

Bu anlaşmadan sonra, Atatürk Cumhuriyeti’nin örnek eğitim modeli olan Köy Enstitüleri Projesi maalesef, 27 Ocak 1954 tarihinde sonlandırılmıştır. 1950 ile 1960 yıları arasında 41 ABD’li uzman tarafından, Türk eğitimi hakkında raporlar yazılarak, milli eğitimimizin ABD değerlerine ve ideolojisine ne derece uygun hale getirildiği kontrol ediliyordu. Anlaşma yapıldığından bugüne kadar maalesef milli eğitimimizin yanı sıra pek çok bakanlıklarımızda da, 1949’dan itibaren ABD’li uzmanların görev yaptıkları bilinmektedir. Sürekli olarak yakındığımız ezbere dayalı eğitim sisteminin, “düşünen, sorgulayan eğitim” sistemine bir türlü evrilememiş olmasının temel nedeni bu anlaşmadır. Anlaşmayı imzalayan İnönü bile “Amerikan Yarı Sömürgesi” olarak nitelemiş. Esasen bu Anlaşma ile milli eğitimimizi Amerika’ya teslim ederek eğitimin milli özeliği yok edilmiştir.

1994’TE GÜNCELLENDİ

Bu anlaşma yetmezmiş gibi, 1994 yılında da Komisyon’un “Milli Eğitimi Geliştirme Komisyonu” adı altında üye sayısı 60 kişiye çıkarıldı. 40 kişi ABD vatandaşı ve Komisyon Başkanı da Amerikalı olarak devam ediyor. Bu anlaşma aynı zamanda CIA Projesi olan FETÖ hain projesinin de, eğitim dünyasında yer almasını sağlayan sömürge projesidir. Bu anlaşmanın, 2008 ile 2010 yılları arasında Türkiye’nin geleceğinin liderleri olarak 100’den fazla kişiyi eğitip yetiştirdiği de iddia edilmektedir.

Bir örnek de kendi yaşamımdan vermek istiyorum. Sene 1964. Denizaltı Vardiya Subayıyım. Komodorumuz şu anda rahmetli, “Bizim Deniz Lisesini kapatarak sadece Harp Okuluna öğrenci almamız gerekir, zira lise ekonomik olarak yük olduğu gibi dışarıdan liseyi sınırlı sayıda bitiren öğrencilerden seçim yaparak subay sınıfını daha kaliteli hale getirmiş oluruz” dedi. Ben de kendisine, “Komodorum Anadolu’da liseyi bitiren çok az çocuk var, hatta ortaokulu bile bitiremeyen birçok çocuk var. Bu çocukların arasından nice başarılı bahriye subayı çıkabilir. Mesela benim babam karacı subay, askeri Ortaokuluna girerek eğitime başlamış. Aksi takdirde, ailesinin yoksulluğu nedeniyle sivil ortaokulda okuyamayacağını söylemişti. Bana göre daha fazla fırsat eşitliği sağlamak için deniz ortaokulunu da açmanın daha doğru olacağını düşünüyorum” dediğimde, “Gençlerde her şeyi çok biliyor” diyerek konuyu kapatmıştı. Bugün askeri liselerin kapatılmasında da ABD ile yapılan bu sömürgeci anlaşmanın rolü olduğunu değerlendiriyorum.

Bu ipotek anlaşmasının devam mı edeceğine tamam mı denileceğine Yüce Türk Milleti verecektir.


Aydınlık