Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isabetle belirttiği gibi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD hegemonyasında oluşturulan uluslararası düzenin sonuna geldik. “Washington Konsensüs’ü adı altında dayatılan neoliberalizmin uluslararası hakimiyeti sona erdi. Küreselleşmenin tabutuna son çivi de çakıldı. Kuşkusuz bunu virüs salgını yapmadı. Kovid19 gibi dünya çapındaki bir salgın, neoliberalizmin insanlığa ne denli karşı, ne kadar yetersiz ve zayıf, nihayet sürdürülemez olduğunu gösterdi. 

MAO’NUN ÖNGÖRÜSÜ

Amerikan Yüzyılı’nın en büyük ideoloğu Dr. Henry Kissinger bile “Çığır açan bir dönemin içindeyiz. Dünya koronavirüs sonrası aynı olmayacak” diyor. (3 Nisan 2020, Wall Street Journal)

Bu noktaya, ABD’nin dayatmalarına direnen devletlerin sayesinde geldik. Çok öğreticidir, Asya’nın kadim uygarlıkları Çin’in, Hindistan’ın, Rusya’nın, İran’ın ve özellikle Türkiye’nin direnişi “Amerikan yüzyılı”nı sona erdirdi. Parçalanma tehdidi altındaki ülkelerin direnerek, güçlerini birleştirerek adım adım sınırlandırdığı ABD hegemonyası, 2008 finansal kriziyle son dönemece girmişti. Asya’nın yükselişi, 1945’ten beri ABD’nin denetimi altındaki Avrupa’yı Washington’dan uzaklaştırdı. Küreselleşmenin önemli bir kurumu olan Avrupa Birliği (AB) dağılmaya başladı. Batı Avrupa’dakiler de dahil ulusal devletlerin güçlendirilmesi atağı, ABD hegemonyasının aracı olan küreselleşmenin bittiğinin ilanıdır. Çünkü, neoliberal küreselleşmenin bir numaralı hedefi ulusal devletlerin tasfiyesi ve etnik, mezhepsel dağılmaydı. 

Hayat Mao Zedung’un tarihi öngörüsünü doğruladı: “Devletler bağımsızlık, milletler kurtuluş, halklar devrim istiyor!”

ESKİSİNİ YIKANLAR YENİSİNİ KURAR

Dünya yeniden yapılanacak. Bu kaçınılmaz. Ancak iflas eden sistemin efendileri, yeni düzende de söz sahibi olmaya çabalıyor. Dikkat çekicidir, onların bu çabasına en çok destek verenler de, kötümserliği bir meziyet sayan neosolcular. Türkiye’de CHP yönetiminde kendilerini gösteren bu takımı rahatlıkla “küreselleşmenin solcuları” olarak tanımlayabiliriz. 

Yeni uluslararası düzeni, ABD hegemonyacılığının sırtını yere getirenlerin oluşturmasından daha doğal bir şey yok. Dolayısıyla yeni kurulacak uluslararası düzeni adil, eşitlikçi, barışçı ve en önemlisi kapsayıcı olarak tanımlayabiliriz.  

ABD hegemonyasının sonunu getiren gelişmekte olan ülkelerin son 20 yılda hayata geçirdiği üç uluslararası girişim var. Sırasıyla 1996’da kurulmaya başlanan 2001’de ilan edilen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), 2006’da temeli atılıp 2009’da kurumlaşan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın oluşturduğu ülkeler bloğu BRICS ve 2013’te Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in çağrısıyla kurulmaya başlanan Kuşak ve Yol Girişimi (KYG). 

Kuşak ve Yol Girişimi’nin emperyal bir proje olup olmayacağını anlamak için, öncelikle Çin’in çabalarıyla kurulan ŞİÖ ve BRICS’e bakmak gerekir. 

ŞİÖ, Asya’da güvenliğin ve istikrarın sağlanmasına hizmet etti ve bölge ülkelerinin, aralarındaki sorunları görüşerek çözebileceklerini kanıtladı. Hindistan ve Pakistan’ın BM dışında bir araya geldiği tek kuruluş ŞİÖ oldu. Keşmir sorununun savaşsız çözümü ŞİÖ’nün önündeki acil görevlerden biri. 

BRICS ise, “gelişmenin formülü Washington Konsensüsü” dayatmasının geçersizliğinin kanıtı. BRICS ülkeleri dünya nüfusunun yüzde 42'sini barındırırken, GSYİH'nın yüzde 23'ünü, ve ticaretin yüzde 18'ini gerçekleştirdi. Son on yılda, BRICS'in GSYİH'si yüzde 179 büyümüş ve toplam ticareti yüzde 94 artmıştır. 2008'den 2017'ye kadar, dünyanın ortalama büyüme oranı yüzde 1 civarındaydı, ancak BRICS ülkelerinin büyüme oranı yaklaşık yüzde 8 idi.

Jön Türk Devrimi’mizin fikri önderlerinden Ziya Paşa’nın ünlü “Ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” beyiti, bugün atasözümüz oldu artık. 

‘DÜN DÜN İLE GİTTİ’

Kurulmakta olan yeni düzeni, geçen dönemin kalıpları ile tanımlamaya çalışanlar da yok değil.

Gerçeği doğru saptamak ve geleceğe doğru bir yön vermek için kafamızı Amerikan cenderesinden çıkarmamız bir zorunluluk. Mevlana’nın ünlü şiirini hatırlayalım: 

“Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş! 

Dünle beraber gitti cancağızım, 

Ne kadar söz varsa düne ait.

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım...”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Başkanvekili Doç. Dr. İbrahim Kalın, Anadolu Ajansı için kaleme aldığı “Kovid19 sonrası dünyanın şifreleri: Milli yeterlilik ve küresel işbirliği” başlıklı analizinde şunları yazdı: “Kovid19’un maliyetinin 3 ila 4 trilyon dolar arasında olacağı tahmin ediliyor. Avrupalılar yeni bir Marshall planına ihtiyaç olduğunu söylüyor ama Donald Trump yönetiminin böyle bir niyetinin ve imkanının olmadığı da bir sır değil. ‘Çin kendi Marshall planını önerebilir’ tartışmaları ise, yeni ekonomik dengelerin gelecek istikameti konusunda önemli ipuçları veriyor.”

ABD’nin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Dünya hakimiyeti için Avrupa’yı denetim altına alması kaçınılmazdı. Marshall Planı bu amaçla geliştirilmiş emperyalist bir uygulamaydı. Bu “Plan” Türkiye’nin de “Küçük Amerika” olma zavallılığının oltası oldu.

Şurası unutulmamalı, Marshall Planı Avrupa’da bulunan 1 milyon kişilik Amerikan askeri gücünün sayesinde uygulanabildi. 1945’de bu sayı 4,5 milyondu. Bugün yeni bir Marshall Planı beklentisine girmek, ekonomik, askeri, siyasal açılardan gerçekçi değil. Hele Çin’in bu türden bir politika izleyeceğini ileri sürmek ise gerçeğe taban tabana zıt düşmektir. 

PAYLAŞARAK GELİŞME

Çin ısrarla kendini “gelişmekte olan ülke” olarak tanımlıyor. Dünya hegemonyası peşinde koşmayacağını vurguluyor. Çin’in ilke olarak ortaya koyduğu bu savların içtenliğini ve geçerliğini, pratikte Çin’in uluslararası ekonomik ilişkilerde, karşılıklı kazanmayı ve paylaşarak gelişmeyi ön plana çıkardığı uygulamalarında açıkça görüyoruz.  

Kuşak ve Yol Girişimi’nin ilkeleri, adalet, eşitlikçilik, barışçılık ve kültürel kapsayıcılık olarak sıralanıyor. 

21. Yüzyılın İpek Yolu’nu inşa etmeyi amaçlayan Kuşak ve Yol Girişimi yaygın kanının zıddına bir Çin projesi değil. Her şeyden önce KYG bir “proje” değil. Çinli yetkililerin bu konuda çok hassas olması yerinde. Dikkatli bir şekilde “Kuşak ve Yol Projesi” ifadesi gördüklerinde düzeltilmesini talep ediyorlar. Bunun katılımcı bütün ülkelerin ortak çabasıyla ilerletilecek bir “girişim” olduğunu özenle belirtiyorlar. KYG’nin hayata geçirilmesi için kurulan Asya Altyapı Yatırım Bankası (AAYB)’nın kurumsal yapısı da Çin’in diğerleri üzerinde bir “efendilik peşinde” olmadığını gösteriyor. Türkiye’nin de kurucularından olduğu AAYB’de Çin’in hissesi yüzde 30 iken, karar almadaki oy gücü yüzde 26. Tüm katılımcıların söz sahibi olduğu AAYB, bünyesinde ortak çıkarı gözetmek için çalışan bir yönetim mekanizması kurulmuştur. Oysa “Dolar saltanatı”nın kurumları olan Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF)’de ABD, verdiği paradan bağımsız kesin karar vericidir.  

BRIQ AYDINLATIYOR

Kadim İpek Yolu geçmişte, katılan bütün ülkelere refah, barış ve kültürel kaynaşma ve anlayış getirmişti. Türkiye, Kuşak ve Yol Girişimi’ni öncelikle kendi ulusal yararına ve aynı zamanda gelişen ülkelerin çıkarına da uygun değerlendirmek için aktif olmak durumunda. Başkanı olduğum Çin İş Geliştirme ve Dostluk Derneği, üç ayda bir Türkçe ve İngilizce yayımlanan Kuşak ve Yol Girişimi Dergisi’ni (Belt ant Road Initiative Quarterly BRIQ) çıkarıyor. Makalelerinin üçte birini hakemli olarak yayınlayan BRIQ, Türkiye’nin düşünsel birikimini harekete geçirerek, Kuşak ve Yol’un ulusal çıkarımıza göre şekillenmesinin en önemli adımı. Türkiye’nin kurulmakta olan yeni uluslararası düzende öne çıkmasının da araçlarından. Okurlarımızı BRIQ dergisini edinmeye, incelemeye, bu imeceye katılmaya davet ediyoruz: https://briqjournal.com

SONUÇ: NİCE YÜZ YILLARA!

Türkiye’nin daha adil bir uluslararası düzen kurulmasında başat konumda olacağını güvenle söyleyebiliriz. 

Dün Türklerin en büyük bayramının 100. yıldönümünü korona kısıtlamasına rağmen milletçe coşkuyla kutladık. Beni Çin’de en çok etkileyen olaylardan biri 2005 yılında bir uluslararası toplantıda yaşandı. Emekli yakın çağ tarihi profesörü He Zhenglian konuşma kürsüsünün yanında heyecanla ellerime sarılarak, “Bir Türk görürsem, insanlığa emperyalizmin yenileceğini gösterdiği için onun varlığında Türk milletini kutlayacağıma kendime söz vermiştim” dedi. 

Çin’e kuşku ile bakmak yerine, “Çağdaş uygarlığın ötesine geçmek” hedefiyle, Çin ile el ele vermeliyiz!

“Tekerlek tümseği aştı!” Bağımsızlıktan geri adım yok, önümüz açık, umut doluyuz.

Adnan Akfırat/Aydınlık