İttihatçılar, Osmanlı Devleti’ni kurtarmak için canlarını dişlerine takarak savaştı. O ordu, dünyanın en büyük donanmasını durdurdu, büyük bir direnişi başlattı. İttihat ve Terakki, bağımsız ve milli devlete giden süreçte zorluklardan korkmayan, Türk milletinin bağrından çıkmış fedakarlık okuludur.

KAAN ARSLAN

Milli Savunma Üniversitesi rektörü, tarihçi Erhan Afyoncu, Sabah gazetesinde şubat ve mayıs aylarında yazdığı yazılarda İttihat ve Terakki yöneticilerine yönelik bazı iddialar ortaya attı.
20 Şubat tarihli yazısında, bilimsel değerlendirmede yetersiz, akademisyen nesnelliğine uymayan bir şekilde, İttihatçıların Osmanlı İmparatorluğunu 10 senede çökerttiğini yazdı. 15 Mayıs’ta ise Sadrazam Mithat Paşa’nın oğlu Kemal Mithat Bey üzerinden İttihatçıların, 2. Abdülhamit’i mumla aratır bir baskı rejimi kurduğunu öne sürdü.
Erhan hoca, yazısına gelen tepkilere karşılık sosyal medyadan bir açıklama yaptı ancak aynı fikirleri savunmayı sürdürdü.
Erhan Afyoncu’nun yazılarının ardından bazı kesimlerce İttihatçıların Osmanlı’yı parçaladığı fikirleri ortaya atılmaya devam edildi. Peki İttihatçılara yönelik iddiaların gerçekliği nedir? Bunun yanıtını Sayın Afyoncu’nun yazılarını değerlendirerek inceleyeceğiz.

MECLİS’İN SUÇU NE?

Afyoncu’nun ilk yazısında bazı gerçekler görmezden geliniyor. Örneğin Osmanlı yönetiminin devleti ayakta tutabilmek için her şeyi yaptığı ancak imparatorluğun parçalanmasını durduramadığını söylüyor. Afyoncu’ya göre bunun önemli sebebi, reform sürecini yönetecek bürokrat ve zamanın sıkıntılı olması.
Osmanlı’nın son yüzyılında dış borçların devlete büyük zarar verdiğini biliyoruz. Öyle çaresiz kalındı ki borçların yönetimi için kurulan Duyunı Umumiye İdaresi bile yabancıların kontrolüne bırakıldı. Dış borçlarını ödeyemeyen bir Osmanlı ortaya çıktı. Devlet kapitülasyonlarla bağımlı hale geldi. Osmanlı’ya “hasta adam” lakabı da bu yüzden takıldı. Soruyoruz: Kendi borç kurumunu yabancılara teslim eden bir anlayış, devleti ayakta tutmak için mi çabalamış oluyor?
Afyoncu, Sultan 2. Abdülhamid için de benzer yorumu yapıyor: “II. Abdülhamid, siyaset ve diplomasiyle imparatorluğu ayakta tutmaya çalıştı. Eğitim alanında yapılan reformlarla kısmen daha eğitimli insanlar yetişse de devlet adamı ve eğitimli memur problemi tam olarak çözülemedi. İmparatorluğun son asırlarında ‘kahtı rical’ denilen devlet adamı eksikliği bir türlü giderilemedi.”
Sultan Abdülhamid dönemindeki bürokrat eksikliğine dikkat çekmeye çalışan Afyoncu, padişahın Mithat Paşa gibi vatansever devlet adamlarını nasıl sürgüne gönderdiğine hiç yer vermiyor. Üstelik Abdülhamid, devletin en önemli siyasi merkezi olan Meclis’i de kapatarak bürokrasiye de bir darbe vurmuş oluyordu. Afyoncu’nun yazısında buna da rastlamıyoruz. Ancak İttihatçıların hürriyet ve meclisi yeniden açma emellerine karşı küçümsemeyle yaklaşıyor. “II. Abdülhamid tahttan indirilip Meclis açılırsa her şey hallolacak zannediliyordu.” diyerek halkın talebi[1]haline gelen Meclis’in açılmasını önemsizleştiriyor.
Meclis’in halkın taleplerini ve gerçek ihtiyaçlarını devletin gündemine getirdiğini, devletin bu talepler doğrultusunda faaliyet yürütmesini sağladığını biliyoruz. 2. Meşrutiyet, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet dönemlerinde bu fikir kanıtlandı. Birinci Dünya Savaşında ve Kurtuluş Savaşı’nda Milli Mücadelemizin başında Meclis vardır. Devrimleri yapan Meclis’tir. Meclis’in açılması talebi beyhude değildir.
Afyoncu’nun işaret ettiği gibi devleti gerileten devlet adamı yetiştirememek değil Osmanlı’nın çağın çelişkilerini ve mecburiyetlerini tespit edememesi, 1900’lere gelindiğinde hala eski anlayışla yönetilmesiydi.

İTTİHATÇILAR KURTULUŞU BAŞLATTI

Erhan hoca İttihatçıların hukuk ve devlet geleneklerini bir tarafa bıraktığını öne sürüyor. Dahası Balkan Savaşının “tükenmişlik sendromu”na yol açtığını ve Birinci Dünya Savaşı’na karamsarlık ve ümitsizlikle girildiğini belirtiyor. Birinci Dünya Savaşına girmenin kumar ve intihar olduğunu ifade ediyor.
Hukuksuzluk tespiti baştan doğru değil çünkü İttihatçılar Meclis’i yeniden açarak anayasayı ilan etti. Yani ilk günden beri halkın egemenliğinin hukuki temelini öne aldılar. Öte yandan devlet geleneklerinin bir tarafa bırakıldığı da yanlıştır. Çünkü devletin en önemli unsuru olan ordu, İttihatçılar döneminde kısıtlı da olsa modernize edildi ve savaş kabiliyeti artırıldı. Edirne bu sayede geri alındı, Çanakkale ve Kut’ül Amare zaferleri o orduyla kazanıldı. Türk devlet geleneğinin en önemli şiarı “bağımsızlık” olmuştur. Bu doğrultuda da en büyük adımlardan biri bu dönemde atıldı, kapitülasyonlar kaldırıldı. Hasta devleti yaşatmak için en kısa sürede en etkili uygulamaları hayata koyan İttihatçılar hangi devlet geleneklerini kenara bırakmıştır, merak ediyoruz.

İNGİLTERE KONTROLLÜ MÜ KÜÇÜLDÜ?

Afyoncu’nun katılmadığımız bir başka tespiti ise “kontrollü küçülme” fikri. Osmanlı’nın küçülmesinin kaçınılmaz olduğunu ifade eden Afyoncu, İngiltere gibi bir modelin uygulanabileceğini iddia ediyor. İngiltere’nin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra “bilinçli ve kontrollü” küçüldüğünü öne süren Afyoncu, İttihat ve Terakki döneminde 10 yılda Osmanlı coğrafyasının 6,5 milyon kilometrekareden 250 bin kilometrekareye düştüğünü belirtiyor.
Öncelikle şunu belirtmek isteriz ki İngiltere kontrollü küçülmedi, yaşanan ekonomik kriz ve sömürgelerinde ayaklanan halklara yenilerek çekilmek zorunda kaldı. Hindistan, Pakistan bunun en büyük örnekleridir. Keza Kıbrıs için de aynı şey söylenebilir. İngiliz yönetimi döneminde Rumların Türklere yaptığı katliamlardan sonra Türkiye’nin baskısı ve Yunanistan’ın talepleri göz önüne alınarak Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. İngiltere adadan çekilmek zorunda kaldı, garantör ülke oldu. İngiltere gibi emperyalist ülkeler, bir sabah uyandığında kontrollü küçülme kararı vermezler. Sömürgeleştirdiği topraklardaki halkların talepleri ve direnişi İngiltere’yi çekilmeye mecbur bıraktı.
Erhan hocanın “kontrollü küçülme” tespiti, yaşanan süreci tanımlamak için yeterli değildir. Gerçeklikten uzak değerlendirmeler, tarihimizi anlamamızı ve dersler çıkarmamızı engeller.

ATATÜRK GÖKTEN Mİ İNDİ?

İttihatçıların vatan savunmasını tecrübesizlik ve panikle yaptığını söylemek de eksik bir tespittir. Elbette ordumuzun eksikleri vardı ancak o ordu, dünyanın en büyük donanmasını durdurdu, kimsenin beklemediği bir direnişi başlattı. Sovyet Devriminin önderleri, Osmanlı’nın Çanakkale zaferinden ilham aldıklarını dile getiriyorlar. Sadece Sovyetlere değil tüm dünyaya emperyalizmin yenilebildiğini gösterdik.
Çanakkale ve Kut’ül Amare zaferleri, Kurtuluş Savaşı’na moralli girmemizi sağladı. Kurtuluş Savaşındaki düzenli ordumuzun öncülü Kuvayı Milliye direnişi, büyük çoğunlukla İttihatçıların örgütlü olduğu bölgelerde filizlendi. İttihat ve Terakki’nin üyesi ve eski yöneticilerinden biri olan Mustafa Kemal Paşa da o direnişin başına geçerek yönetti.
İttihat ve Terakki’yi yok saymak Atatürk’ü yok saymaktır. Atatürk’ün fikirlerinin babası olan Ziya Gökalp, İttihat ve Terakki’nin merkez yöneticisi ve ideologlarındandır. Atatürk’ün fikirlerinin oluştuğu ve yetiştiği dönem, bu dönemdir. Mustafa Kemal, 1908 Hürriyet Devriminin de merkezindedir. 1908’den sonra yapılan devrimlerde de Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki üyesidir. Bazı fikir ayrılıkları yaşasa da teorik ve pratik yönden Atatürk’ün yetiştiği yer burasıdır. İttihatçılar mücadelelerini sürdüremedi ancak Atatürk önderliği alarak devrimleri sürdürdü. Atatürk’ü Atatürk yapan süreç budur. İttihatçıları reddetmek, Atatürk’ü reddetmektir.
İttihat ve Terakki’nin kısa sürede yaptığı onca icraat, öte yandan millet bilincini oluşturma mücadelesi reddedilemez gerçektir. Tüm bunlar, “2. Abdülhamit’i mumla aratır bir baskı rejimi kurdular” gibi temelsiz ve nesnellik dışı bir yorumla göz ardı edilemez.
Erhan hocamız İttihatçıların vatansever olduklarını ancak tecrübesizlikten kaynaklı hata yaptıklarını belirtiyor. Ordumuza subay yetiştiren bir kurumun rektörü olan Erhan Afyoncu’nun bu değerlendirmelerde bulunması bizi şaşırttı. Milli Savunma Üniversitesinde öğrenci olan subay adaylarını Birinci Dünya Savaşı’na katılmanın hata olduğunu söyleyerek yetiştiremeyiz. Başta akademisyenlerimiz olmak üzere hepimizin görevi, akıl ve bilimin ışığında daima gerçeğin peşinden gitmektir. Dr. Doğu Perinçek’in bu konuyla ilgili yazdığı ayrıntılı kitabı yerleşik kabulleri yıkmış yeni ufuklar açmıştır.
Sonuç olarak: İttihat ve Terakki, çağdaş, bağımsız ve milli devlete giden süreçte ağır yükler kaldıran, zorluklardan korkmayan, Türk milletinin bağrından çıkmış bir fedakarlık simgesidir.

DİPNOT:

[1]H. Zafer Kars, 1908 Devrimi’nin Halk Dinamiği, Kaynak Yayınları

Aydınlık