23 Aralık 1930’da kara kuvvet yobazlık, Türkiye Cumhuriyeti’ne baş kaldırdı. Mustafa Fehmi Kubilay, Menemen’de öğretmen yedek subay olarak askerlik görevini yapmaktaydı. Gözünü kırpmadan yobazları durdurmaya çalıştı. Onlara eylemlerinin yanlışlığını anlattı ve teslim olmalarını söyledi. Kara yobazlar tarafından kurşunlandı ve başı kesilerek şehit edildi.
Laik, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okumaya kalkan ve dış güçler tarafından desteklenen yobazlar yargılandı ve 36 kara yobaz idam edildi. Yedek subay öğretmen Kubilay Bey, Atatürk devrimlerine yürekten bağlı, Cumhuriyet’in temel değerleri ve kazanımları uğruna canını çekinmeden veren Atatürkçü yurtsever bir aydınımızdır.
23 Aralık 2021 tarihi Kubilay’ın şehit edilmesinin 91. yıl dönümüdür. Günümüzde de kara yobazlar ABD ve AB ve yerli işbirlikçi aydın görünümlülerle kol kola laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni içten ve dıştan kemirmeye çalışmaktadırlar. Unutulmamalıdır ki ülkemizde milyonlarca Kubilay vardır. Genç Kubilaylar Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti’ni her türlü engeli ortadan kaldırarak yaşatmaya ant içmişlerdir. Şehit edilişinin 91. yılında Cumhuriyetimizin aziz devrim şehidi Kubilay’ı saygıyla ve rahmetle anıyoruz.
1930 yılı, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, yaralarını sarmaya çalıştığı, ekonomik ve kültürel kalkınmasını, kendi öz kaynaklarıyla sürdürmeye çalıştığı bir dönemdir. Dünyada büyük bir ekonomik bunalım vardır. Tüm dünya ulusları, bu ekonomik bunalım sonucunda, açlıktan fabrikaların kırılıp dökülmesi, bankaların yağmalanması gibi toplumsal olaylarla çalkalanmaktadır. Ülkemizde ise planlı devletçilik uygulanmaya başlanmış, tarım alanında önemli ilerlemeler sağlanmıştır.
1925 yılında ortaya çıkan Şeyh Sait gerici İsyanı bastırılmış, suçlular yakalanarak cezalandırılmıştır. Bu isyan din adına çıkarılmış, ardında İngilizlerin olduğu bir isyandır. 1924 yılında kurulan Tekakkiperver Fırkası, Şeyh Sait isyanından sonra kapanmıştır. Bu parti, Cumhuriyet karşıtları ve Atatürk’le daha sonra yolları ayrılan kimi eski arkadaşları tarafından kurulmuştu. Tüzüğünde bazı dinsel söylemler de vardı. Bunların arasında Atatürk’e düzenlenen İzmir suikastinde yargılanan kimi yöneticiler de vardı.
Bu arada şunu da gözümüzden hiç ırak tutmamalıyız. Emperyalizm Lozan’daki başarımızı hiç unutmamış, Kurtuluş Savaşı’ndaki yenilgisini, özgür ve bağımsız bir devlet olmamızı hiçbir zaman bağışlamamıştır. Antiemperyalist bir Kurtuluş Savaşıyla emperyalizmi dize getirmemizi, az gelişmiş ülkelere ve sömürgelere örnek olmamızı affetmemiştir. Bunun için uygun zamanı kollamış, yurdumuzdaki işbirlikçilerle ortak çalışmıştır. Ülkemizin dirliği ve düzenini bozmak için isyanlar çıkartmıştır. Bunlardan biri de Ağrı isyanlarıdır. Arkalarında İngiltere, Fransa gizli örgütleri, Ermeni Taşnak Cemiyeti ve Kürt Hoybun Cemiyeti vardır. Bu isyanlar üç kez tekrarlanmış ve ancak 17 Eylül 1930 ‘da bastırılabilmiştir.
Aynı yıllarda, dünyada büyük çapta otoriterleşme akımları başlamıştır. Almanya’da nazi, İtalya’da faşist ve İspanya’da falanjist yönetimleri kurulmuştur. İşte böyle bir dünya ortamında, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tek partili demokrasimizi, çok partili hale getirme çabalarına girmiştir. O’na göre TBMM’de Türkiye Cumhuriyeti’nin temel özelliklerinde bir ayrım düşünmeyen, ancak ülke yönetiminde farklı görüşler ileri süren partilerin bulunmasının yararlı olacağını düşünmüştür. Bunun için gençlik yıllarından bu yana ordudan arkadaşı, eski başbakanlardan Paris büyükelçimiz Fethi Okyar’ı ikna ederek, ona güvence vererek Serbest Fırka’yı kurdurmuştur. Atatürk, CHP ve Serbest Fırka arasındaki ilişkilerde tarafsız kalma sözü vermiş, hatta kız kardeşi Makbule Hanım’ı, Nuri Conker gibi bazı yakın arkadaşlarını da bu partiye üye olarak vermiştir. Bir süre sonra bu partiye, bazı din simsarlarının katıldığını görüyoruz. Yaptıkları konuşmalarda dinsel söylemlerde bulunuyorlar. Ayrıca yeterince örgütlü olmadıkları halde, belediye seçimlerine katılarak, gerginlikler yaşanmasına neden oluyorlar. Bu CHP yönetimi ile Serbest Fırka arasında gerilimlere yol açıyor. Buna, henüz demokrasi kültürümüzün, halkta yerleşmemesini de ekleyebiliriz. Fethi Bey, parti çalışmaları için İzmir’e geliyor. Kendisini 50 bin kişi karşılıyor. İnsanlar “Kurtar bizi! Diye bağırıyorlar. Oysa düşmanı İzmir’den yedi yıl önce denize dökmüştük. Aymaz adamın biri oğlunu Fethi Bey’e kurban etmeye kalkışıyor. Olaylar çıkıyor ve bir yurttaşımız ölüyor. Bir süre sonra da Fethi Bey ve arkadaşları partilerini kapatma kararı alacaklardır.
Bu arada siyasal İslamın örgütleri boş durmuyor. Nakşibendi tarikatı lideri Şeyh Esat ve oğlu Mehmet Ali, bu işin düzenleyicisi konumundadırlar. Şeyh Esat İstanbul Erenköy’de bulunan köşkünde, Nakşibendi tekkelerinin müritlerini, çevresinde toplamıştır. Şeyh Esat’ın en önemli adamlarından biri de Menemen Askeri Hastanesi İmamlığından emekli Laz İbrahim’dir . Şeyh Esat ülkemizin bazı tutucu bölgelerine halifeler atıyor, ülke çapında gerici bir fesat örgütü kurmaya çalışıyordu. Manisa’ya da baş halife olarak Laz İbrahim’i atamıştı. Manisa Muradiye Camii’nde hocalık yapan Laz İbrahim, özellikle 1617 yaşlarındaki gençleri, gerici emellerini gerçekleştirmek için, militan olarak kullanmak amacıyla çevresinde toplamıştır. Bu gençler, genellikle esnaf yanında çalışanlar arasından seçiliyordu. Eğitilince Nakşibendi tarikatına girip zındıklara karşı savaşmak üzere yetiştiriliyor, törenler düzenlenerek tarikata kabul ediliyorlardı. Manisa’da kurulan bu örgüt, şeyh Esat tarafından denetleniyordu. Nalıncı Hasan adlı kişi de, denetleme amacıyla şeyhin kurduğu haberleşme örgütünün başına getirilmişti. Şeyh Esat, Manisa örgütüne bol bol para göndererek Laz İbrahim Hoca’nın örgüte yeni müritler bulmasını sağlıyordu.
Laz İbrahim, gönderilen paralarla Horoz Köy’e bir cami yaptırmış, örgütlenme bu camide gerçekleştirilmektedir. İstanbul’dan gönderilen bildiri ve emirler, yöre köylerine dağıtılmakta, Serbest Fırka’nın kurulmasıyla birlikte bu partinin toplantısı yapılıyor görüntüsüyle, daha kolay örgütlenme içine giriyorlardı. Manisa’nın Tevfikiye Mahallesi’ndeki bir evde düzenli olarak toplanmaya başladılar. Bu toplantılara yirmi yaş altındaki gençler katılıyor ve Laz İbrahim tarafından eğitim adı altında zehirleniyorlardı. Katmerci Hasan Hüseyin’in oğlu Mehmet’in evinde yapılan toplantılara, Lütfü Dede, Halil, Nalıncı Hasan da katılmaktadır.
Genellikle gençlerin katıldığı toplantıların birinde, toplantıya ilk kez gelen Derviş Mehmet (Kubilay’ın katili) kendisinin Mehdi olduğunu ileri sürer. Kurulan düzmece bir sınav kurulu, onu sınavdan geçirerek mehdiliğini onaylar. Örgütün son toplantısı 6 Aralık 1930 Cumartesi akşamı, Tatlıcı Mutaf Hüseyin’in evinde yapılır. Silah ve cephane işi kesin bir sonuca bağlanır. Domuz kurşunu atan çifteler, tabancalar, bıçaklar kullanılacaktır. Bu toplantılara katılan gençler, Ali oğlu Hasan, Nalıncı Hasan, Çakıroğlu Ramazan’dır. Silah bulma işiyle Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet, Mehmet Emin ilgilenmektedir. Eylemin kurmaylığını yapanlar ise Topçu Çavuşu Hüseyin, Keçili Süleyman Çavuş, Eskici Ali’dir. Eylemin nerde, nasıl, ne zaman yapılacağını aralarında tartışırlar. Derviş Mehmet, Bıçakçı Mustafa, Sütçü Mehmet, Şamdan Mehmet ile Giritli İsmail’den iki av tüfeği alarak Paşaköy’e doğru yola çıkarlar. Dikkat çekmemek için, eylemcilerden Ali oğlu Hasan, Nalıncı Hasan ve Çakıroğlu Ramazan arkalarından gelecektir.
Önce Paşaköy’e oradan Kıtmir adlı köpekleriyle Bozalan Köyüne giderler. Burada bir süre mola verdikten sonra, son durakları olan Sümbüller Köyüne ulaşırlar. Kafaları esrarla iyice tütsülenmiş olan eylemciler, geceyi Sütçü Mehmet’in damadı, Hoca Mustafa’nın evinde geçirirler. Ertesi gün kuytu bir yerde, bir avcı kulübesi yaparlar. Burada bir hafta boyunca esrar içerek, Nakşibendi yöntemiyle zikir yaparlar. Birbirlerini kışkırtarak, eylem için güç toplarlar. Alacakaranlıkta, Menemen ovasında ilerlemeye başlarlar. Tarih 23 Aralık 1930’dur. Bu kafilenin başında, Derviş Mehmet bulunmaktadır. Onu Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet, Bıçakçı Mustafa, Ali oğlu Hasan ve Nalıncı Hasan izlemektedir. Sabah namazı sırasında Menemen Müftü Camiine ulaşırlar. Abdest alan insanların arasına karışırlar. Camiye giren bu eylemciler, silahlarını, cemaate doğrultarak, onları korkuturlar. Bu sırada 17 yaşındaki Nalıncı Hasan, mihrapta duran yeşil renkli sancağı alır. Derviş Mehmet cemaate şöyle bağırır:
Mehdi çıktı! Müslüman olan sancağı şerifin altında toplansın! Kafirlere ölüm!
Namaz kılmaya gelen halk şaşkın ve korku içindedir. Nalıncı Hasan ve Ali oğlu Hasan, ellerinde sancak, cami karşısında toplanan halka seslenirler:
Mehdi çıktı! Müslüman olanlar sancakı şerif altında toplansın!
Halk korkudan evlerine kaçmak ister. Derviş Mehmet, tüfeğiyle halkı tehdit eder:
Menemen’in dört bir yanı yetmiş bin kişiyle kuşatılmıştır. Dışarıya çıkılamayacağı gibi, dışarıdan içeriye girilemeyecektir.
Gün ağarmaya başlayınca, dükkanlarını açan esnaflardan bazı meraklılar, cami önüne toplanırlar. Bu arada yedi isyancının yanına bir kısım eylemci daha katılır ve sayıları on beşi bulur. Bir taraftan da sürekli “Allahü Ekber” diye tekbir getirirler. Derviş Mehmet, tüfeğini ateşleyerek cami çevresindeki halka şunları söyler:
Ey Müslüman kardeşler! Şapka giymek günahtır. Bu gavur icadını atın başınızdan! Artık Türkiye’de zındıkların borusu ötmeyecek, din devleti kurulacaktır.
Bu sırada Jandarma Komutanı Yüzbaşı Fahri, olay yerine gelir. Yalnızdır, askerleri çeşitli yerlere göreve gitmişlerdir. İsyancıları dağılmaları için uyarır. Derviş Mehmet, tüfeğini doğrultarak:
Ben şeriat ilan ettim, çekil karşımdan, diye bağırarak komutanı tehdit eder. Jandarma Komutanı Yüzbaşı Fahri, yardım istemek için geri döner.
Ayaklanmacılar işi azıtırlar. Sancağın arkasında, sokakları dolaşmaya başlarlar. Yolda karşılaştıkları halka:
Müslüman mısın? Din elden gidiyor! Kafirler bizi dinimizden ayırmaya çalışıyorlar, şapka giydiriyorlar. Siz bunlara ne diyorsunuz? Derler.
Bu sırada Yüzbaşı Fahri Menemen’de bulunan piyade alayından yardım ister. Kışlada asker hazırlanıncaya kadar, Yedek subay Öğretmen Kubilay, bölüğünden bir manga askerle, koşar adım olay yerine gelir. Askere süngü taktırarak sokak başına yerleştirir. İsyancılara karşı bir konuşma yapar:
Haydi dağılın arkadaşlar! Askerim siperde bekliyor! Kardeşler arasında kan dökülmesin! Derviş Mehdi Mehmet, silahını ona doğrultarak:
Kafir, sen kiminle konuştuğunu biliyor musun? Karşında Mehdi var. Sizin hepinizi keseceğiz! Gazinizi de keseceğiz. O kafir İsmetinizi de cehenneme yollayacağız, der. Bir taraftan da silahını birkaç kez ateşleyerek Kubilay’ı karnından yaralar.
Kubilay, kanlar içinde camiye doğru koşar ve yere yığılır. Derviş Mehmet, bir taraftan sürekli ateş eder ve Menemen’in çevresinin yetmiş bin kişiyle kuşatılmış olduğunu, dışarıdan hiçbir yardım gelmeyeceğini haykırır. Nalıncı Hasan sancağı, caminin önüne diker. İsyancılar sancağın etrafında dönerek zikir yaparlar. Kubilay’ın kanlar içinde yerde kıvrandığını gören Derviş Mehmet Kubilay’ın saçlarından tutup yere yüzükoyun yatırır. Arkadaşları, Kubilay’ın ellerini ve ayaklarını tutar. Derviş Mehmet, torbasından çıkardığı bağ bıçağıyla başını gövdesinden ayırır. Nalıncı Hasan’ı yanına çağırır ve:
Takın, şu kelleyi sırığın tepesine, der.
Bu sırada olayı gören Bekçi Hasan, yüksekçe bir yere çıkarak isyancılara ateş eder. Bunlardan ikisini yaralar, ancak isyancıların ateşiyle şehit olur. Diğer mahallenin bekçisi Şevki, arkadaşının yardımına koşar. İsyancılara ateş eder, ancak o da isyancılar tarafından şehit edilir. Bu olayları gören Kubilay’ın askerleri, isyancılara ateş açarlar. Bir manga askerin silahlarından çıkan mermilerin isyancıları yere sermesi beklenirken, yobazlara bir şey olmaz. Çünkü kullandıkları mermiler tahtadan yapılma manevra mermileridir. Aceleden gerçek mermiler alınamamıştır. Halkın şaşkın bakışları arasında Derviş Mehmet :
Görüyorsunuz, ben Mehdi’yim, bana kurşun işlemez, diye bağırır. Kubilay’ın askerleri manevra mermileri bitince geriye çekilirler ve ateş menzili dışına çıkarlar.
Ancak bu arada, süngü takarak koşar adımla olay yerine ikinci bir manga asker gelir ve ateşe başlar. Kendilerine kurşun işlemeyeceğini söyleyen esrarkeş yobazlardan Derviş Mehmet, Sütçü Mehmet, Şamdan Mehmet, askerlerin kurşunlarıyla delik deşik olurlar. Dördüncü Mehmet ve Nalıncı Hasan teslim olmak zorunda kalırlar.
Olay Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşer. Hem ordu hem de ülkenin aydınları ve öğretmenler ayağa kalkar. Adalet örgütü yıldırım gibi davranır. Hemen Derviş Mehmet’in esrarkeş örgütünün arkasında, kocaman gerici bir örgütün yobaz bir kalkışma hazırlığının yattığı anlaşılır. Bu korkunç olayın sonunda, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Menemen’in yakılmasını istediği ve ibret olması için bir kara taşın da anıt gibi dikilmesini istediği de söylenmektedir. Ancak din tüccarlarının sergilediği bu tür olaylar karşısında çok duyarlı olan Ulu Önder’in bu tepkisi hayata geçirilmez.
27 Aralık 1930 günü, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’a gönderdiği mektupta şöyle diyordu: “Büyük Ordunun kahraman genç subayı, Cumhuriyetin ülkücü öğretim heyetinin değerli üyesi Kubilay Bey, temiz kanıyla Cumhuriyetin hayatiyetini tazelemiş, güçlendirmiş olacaktır.” Olayla ilgili bir mesaj da Başbakan İsmet İnönü tarafından yayınlanır: “Kubilay devrim uğruna, vatan sevgisi ve bütünlüğü yolunda yalnız başına, kuvvet hesabı yapmayan bir idealist vatanseverlik örneğidir. Kubilay millet yolunda canını her an fedaya hazır olan geleneksel Türk yaradılışının müstesna abidesidir.”
Bütün Türkiye’de güvenlik güçleri alarma geçirildi. İzmir, Manisa ve İstanbul bölgesi yobazlar için bir av bölgesi oldu. Üç gün içinde korkunç bir sürek avı gerçekleşti. İzmir, Manisa ve Balıkesir bölgesinde üç yüze yakın kişi gözaltına alındı. Aralarında bu işe karışan kadınlar da vardı. 30 Aralık 1930 günü, Bakanlar Kurulu “Manisa, Balıkesir ve Menemen bölgesinde Cumhuriyet’e karşı güçlü, eylemci bir girişim” olduğu gerekçesiyle bir ay süreyle sıkıyönetim ilan etti. Sıkıyönetim Komutanlığına 2. Kolordu Müfettişi Fahrettin Altay, Askeri Mahkeme Başkanlığına General Mustafa Muğlalı getirildi. Tutukluların yargılanmasına 15 Ocak 1931 günü başlandı. 36 sanık ölüm cezasına çarptırıldı. 41 sanık için türlü cezalar verildi. Ölüm cezasına çarptırılan birkaç kişinin küçük yaşta olmaları nedeniyle cezaları ağır hapis cezasına çevrildi.28 kişi 3 Şubat 1931 günü Menemen’de asılarak idam edildi.
Olayın ardından 1932 yılında Yıldız Tepe’de devrim şehitleri Kubilay ve mahalle bekçileri Hasan ve Şevki için bir anıt dikilir. Anıtta şu çarpıcı cümle okunur: ”İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçileriyiz.”
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, din, inanç ve laiklik konusunda çok duyarlı davranmıştır. Konferansın sonunda, konuyla ilgili Atatürk’ün bazı özlü sözlerine yer vermek istiyorum: “İnsanlıkta, din üstüne olan ihtisas ve bilgi her türlü kör inançlardan temizlenerek bilgi ve teknik ışıklarıyla tertemiz ve olgun bir duruma gelinceye dek, din oyunu aktörlerine her yerde rastlanacaktır.”
Şimdi de 20 Mart 1923 tarihinde Konya Türk Ocakları’ndaki uzun konuşmasının sonunda söylediklerine kulak verelim: “Sizlere bunun da üstünde bir şey söyleyeyim. Bunu sağlayacak kanunların bulunmadığını farz etsek bile, bunu sağlayacak bir meclisin bulunmadığını düşünsek bile öyle kötü adımlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.” 30 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu Türk Ocaklarında şu çarpıcı konuşmayı yapar: “ Efendiler ve ey millet, biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emir ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri, bu dediğim hakikati bütün açıklığıyla idrak edecek ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapayacak, müritlerinin artık reşit olduklarını elbette kabul edeceklerdir.”
Kubilay’ın şehit edilmesinin üstünden 91 yıl geçti. Hepinizi kendinizle hesaplaşmaya davet ediyorum. Kişisel olarak, toplumsal olarak görevlerimizi yaptık mı? Bu soruya ne yazık ki olumlu yanıt veremiyorum. Yine de umutlu olmak istiyorum. Umudum Atatürkçülerin bir araya gelmesindedir. Umudum gençlerdedir. Umudum, karanlığa girmek istemeyen kadınlarımızdadır. Görev bilincimiz Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ndedir. “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!”
ADD KUŞADASI YÖNETİM KURULU A. NAİL TOPAL
Not: Konuyla ilgili Hasan İzzettin Dinamo’nun Kutsal Barış kitabının C.4 S. 189201 arasından yararlanılmıştır.