Kubilay şehit olduktan sonra, yapılan anmalarda, belli bir süre, Mehmet Zeki Dündaralp’in adı da anılır. Sonraki yıllarda nereden estiği bilinmeyen bir rüzgâr, Zeki Dündar’ı 'yasak çemberi' içine aldı ve artık adı anılmaz oldu. Dündaralp, unutulmuş bir Cumhuriyet Şehidi olarak kalır.

Cemal Türkmen / Emekli Öğretmen

23 Aralık 1930… Manisa’dan Menemen’e gelen 7 yobazın çevrelerine topladıkları 100200 kadar kişi ile birlikte bir şeriat ayaklanması başlatarak, kendilerini durdurmak isteyen yedek subay öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı katlettikleri gün… Olayı duyan Mustafa Kemal’in çılgına dönerek “Bütün Menemen’i yakın!” buyruğunu verdiği, o gün... Sağcısından solcusuna, yaşlısından gencine tüm bir ulusun tanıyıp anısına saygı duyduğu genç bir Cumhuriyet öğretmeninin ilkel bir şekilde yaşamdan koparıldığı o kara gün…

23 Nisan 1925. Büyük Millet Meclisi’nin açılışının beşinci yıldönümünde, bir başka Kubilay’ın, öğretmen Mehmet Zeki Dündaralp’in, Lice’de Şeyh Sait’in müritlerince linç edildiği gün. Günümüzde kimsenin bilmediği, anımsamadığı, adına anma törenleri yapılmayan, unutulmuş, Türkiye’nin aydınlık yüzünü simgeleyen bir öğretmenin katledildiği gün…

Dündaralp, en az Kubilay kadar anılmayı hak etmiş bir Cumhuriyet şehididir. Kısa yaşamında inandığı değerler uğruna ölümüne savaşım vermiş, deyim yerindeyse vuruşa vuruşa ölmüştür.

Kubilay olayı ile Dündaralp olayı arısında büyük benzerlikler vardır. Bugün, öğretmenler arasında, Milli Eğitim Bakanlığı’nda, sendikalarda ve ulusal duyarlılıkları kabarık olan çevrelerde bile Dündaralp’in adını bilen kişi yok denecek kadar azdır. Bakanlığın düzenlemiş olduğu “şehit öğretmenler listesi”nde adına rastlamak olası değildir.

FOTOĞRAFLARI YAN YANA

Kubilay’la şehit edildiği günlerde aynı okulda çalışan, sonradan köy enstitülerinde öğretmenlik ve yöneticilik yapmış olan Kemal Üstün, 1971’de yayınladığı “Devrim Şehidi Öğretmen Kubilay” kitabında bu konuya şu tümcelerle dikkat çekiyor: 

“O da gençti, o da öğretmendi, o da ülkücü idi…1925’te Doğudaki Şeyh Sait İsyanı kımıldanışlarını ilk duyuran o idi. Öğretmen Zeki Dündar, isyancıların hışmına ve saldırısına uğrayarak parça parça edilen bir devrim şehididir. Unutulmuş bir başka Kubilay’dır. Onun anma günü yoktur, andacı da yoktur nedense… Hiçbir yıldönümünde ya da yayında adından söz edilmez, öyküsü anlatılmaz. Bugün onun adını bilenlerin sayısı çok az olsa gerektir. Menemen’deki Kubilay İlkokulu’nun salonundaki Kubilay Köşesine 1931’de bir fotoğrafı konmuştur Zeki Dündar’ın; yaşamlarında, öykülerinde sonlarında benzerlik ve beraberlik bulunduğu için…” 

Hakkında yeterli yazılı kaynak bulunmayan üstelik hakkındaki bazı bilgi ve belgelere erişim yasağı da bulunan Dündaralp’in kamuoyunda tanınır olmasına katkı sağlamakta yarar görüyoruz.

Mehmet Zeki Bey 1896 yılında, babasının görev yaptığı Arapkir’de doğmuştur. 1913 yılında İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’nu bitirerek Doğu illerinde öğretmenlik yapmaya başlamıştır.1921 yılında Diyarbakır’ın Maden ilçesinde çalışırken oğlu Necati dünyaya gelmiş, sonrasında eski adıyla Çapakçur yeni adı Bingöl olan yerleşim yerinde önce öğretmen sonra da başöğretmen olarak görev yapmıştır.

Mehmet Zeki, Mustafa Kemal’e ve onun kurduğu Cumhuriyet'e yürekten bağlı, çağdaş eğitime son derece yatkın, davranışlarıyla ve dış görünüşüyle tam bir devrim öğretmendir. Eniştesinin anlatımıyla kitaplarına “sevgili” gibi davranmaktadır. Torunlarının anlatımıyla da çok okuyan, nota bilgisi olan, iyi derecede kanun çalan, ülkücü (idealist) ve o zamanların gözde akımı olan Türkçü bir aydındır. Dönemin Türkçülerinin yaptığı gibi o da kendisine eski Türk büyüklerinden Dündaralp’in adını verir. Böylece ailesinin koyduğu Mehmet ve okulda verilen Zeki adının yanına o da Dündaralp’i ekler. Sonradan oğlu bu adı kendilerine soyadı olarak seçer. 

GERİCİ KALKIŞMAYI ÖNCEDEN HABER VERDİ

Çapakçur İlkokulu başöğretmeni olduğundan kasabanın ileri gelenleriyle zaman zaman bir arada olur, toplantılarına katılır. Bu toplantılar sırasında yörede Cumhuriyet ve Mustafa Kemal aleyhinde bir kaynama olduğunu görür. Edindiği izlenimlere göre yakın bir zamanda ayrılıkçı ve gerici bir kalkışma olacak, genç Cumhuriyet daha büyük bir isyanla karşılaşacaktır. Durumu ilgililere bildirmeyi bir görev sayar. Toplantılarda konuşulanları bir tutanak halinde saptar ve toplantıya katılanlara imzalatmaya çalışır. Ama tutanağı sadece kendisi ve Genç Vilayeti (günümüzde Bingöl) eski milletvekili Hamdi (Yılmaz) dışında kimse imzalamaz. Mehmet Zeki Bey tutanağı kaymakam Hüseyin Hilmi’ye götürür. Ancak Kaymakamın konuya duyarsız kaldığını görerek düş kırıklığına uğrar. Yetmezmiş gibi kendisi üzerinde baskı kurulur, asılsız suçlamalarda bulunduğu iddiasıyla önce başöğretmenlikten sonra öğretmenlikten alınır. Ama Mehmet Zeki yılgınlığa düşüp teslim olacak bir yapıda değildir. Durumu, Kaymakamı ve vali İsmail Hakkı’yı atlayarak doğrudan Ankara’ya, Mustafa Kemal’e aktarmayı düşünür. Olacağını sezdiği isyanın hazırlıklarını Atatürk’e çekiği telgrafta dile getirir. Ankara, Validen konuyla ilgili bilgi ister. Valilik verdiği bilgide “ihbarın asılsız olduğunu, öğretmenin bir ot ve saman meselesi yüzünden iftira attığını” ileri sürer. 

Bu arada Mehmet Zeki mahkemeye verilmiş, kendisinin katılmadığı yargılama sonucunda gerçek dışı suçlamalarda bulunduğu gerekçesiyle üç ay hapis ve beş Osmanlı altını para cezasına çarptırılmıştır. (Bu hükmün verildiği günlemden üç gün sonra, 13 Şubat 1925’te Şeh Sait’in isyanı patlak verir.) 

Mehmet Zeki, telgrafının Mustafa Kemal’e ulaştırılmadığı düşüncesiyle iki telgraf daha çeker. Üzerindeki baskıların artmasıyla ailesinin ve kendisinin yaşamını tehlikede görerek Çapakçur’dan ayrılıp Lice’deki eniştesinin yanına taşınır.

15 Nisan 1925’te Şeyh Sait ve yanındaki kişiler yurtdışına kaçmaya çalışırlarken yakalanarak isyan bastırılır. Ancak bazı yerlerde isyancılar henüz tam anlamıyla sindirilmemiştir. Lice’deki isyancılar, isyanın olacağını devlete ihbar ederek isyanın yeterli hazırlıklar yapılmadan üç ay önce başlamasına neden olduğu, dolayısıyla isyanın başarısızlığa uğramasından sorumlu tuttukları Mehmet Zeki’nin evini basarlar. Onu önce karısının, oğlunun ve yeğeninin gözü önünde linç ederler, sonra kurşun sıkarlar, yetinmeyip bir atın kuyruğuna bağlayarak Lice sokaklarında sürüklerler. Paramparça olmuş cesedi getirip okulun bahçesine atarlar ve iki gün boyunca cesede kimsenin yaklaşmasına izin vermezler. Hükümet kuvvetlerinin iki gün sonra Lice’ye girmesiyle Mehmet Zeki’nin cenazesi törenle Lice mezarlığında toprağa verilir.

İLK 10 YIL ANILDI

Vakit gazetesi muhabiri Naşit Hakkı (Uluğ) Diyarbakır’a giderek, olayı araştırır ve içinde Mehmet Zeki Bey’in tuttuğu tutanak ve Mustafa Kemal’e çekmiş olduğu telgrafların metinlerinin de yer aldığı bir yazı yazar. Yazı, 17 Mayıs 1925 günlü Vakit gazetesinde yayınlanır.

Mehmet Zeki Bey’e hakkında hüküm veren yargıç Ali Rıza, ihbarını ciddiye almayan Kaymakam ve Vali de eylemlerine uygun cezalara çarptırılırlar. Ancak bunlara verilen ceza, Zeki Dündar’la ilgili tavırlarından değil, isyan karşısında takındıkları tutum nedeniyledir. Olaydan yıllar sonra bilgisunar ortamında erişime açılan mahkeme karar tutanaklarında bu kişilerin Zeki Dündar olayıyla ilgililerinden söz edilmemiştir. Daha doğrusu tutanaklarda Zeki Dündar olayıyla ilgili hiçbir kayıt bulunmamaktadır. Sadece 69 numaralı karar metninde şu bilgiler yer almaktadır: “…Genç Valisi İsmail Hakkı Bey rahmetli şehit Mehmed Zeki Dündaralp ve eski milletvekili Hamdi Beylerin kanıtlara dayanarak ve bazı düzenbaz ve kışkırtıcıların isimlerini belirterek önceden yaptıkları ihbarları da aynı sebep ve suretle yalanlamış…” (Ş. İ. Mahkemesi, cilt 6/1, karar no: 69, s. 275)

Bu karar metni anlatısından anlaşıldığına göre Mehmet Zeki şehit edilmiştir ancak tutanakların hiç birinde olaya ilişkin ne bir tanık ya da sanık ifadesi ne de bir karar metni bulunmaktadır. Hatta yayınlanmış TBMM tutanaklarında Zeki Dündar’ın öldürülmesinden bir gün öncesinden (22 Nisan 1925) başlayan 6 aylık döneme ilişkin hiçbir görüşme tutanağı yer almamaktadır.

Mehmet Zeki Bey’in katledilişiyle ilgili birbiriyle çelişen görüşler öne sürülüyor. Yazar Behçet Cemal’e göre, ayaklanmayı haber veren Mehmet Zeki Dündardalp ayaklanmacılar tarafından cezaevinde öldürülüyor. Genç Valisi İsmail Hakkı Bey’e göre isyan sırasında evinden çıkarken bir suçtan dolayı aranmakta olan Galip Ağa sanılarak öldürülüyor.

Mehmet Zeki Bey’in eşinin Kubilay’ın eşine, eniştesi Gani Bey’in Millî Eğitim Bakanlığı’na yazdığı mektuplara ve olay sırasında Lice Askerlik Şubesi’nde görevli olan Tahsin Cahit (Çubukçu)’in tanıklığına göre Dündaralp, elebaşılığını Perişanoğlu Yusuf’un Mustafa’nın yaptığı isyancı grup tarafından taş ve sopalarla dövülerek, kurşunlanarak ve at kuyruğunda sokaklarda sürüklenerek öldürülmüştür. 

Olaydan kısa bir süre sonra devlet Zeki Dündar’ın oğlu Necati'ye sahip çıkar ve Galatasaray lisesinde okumasını sağlar. 

Zeki Dündar’ın öldürüşünü izleyen ilk yıllarda Aka Gündüz ve Yakup Kadri gibi bazı köşe yazarları zaman zaman konuya değinirler. Ölümünden sonraki 510 yıl içinde Zeki Dündaralp’in adı çeşitli nedenlerle anılır. Bunlardan İstanbul Erkek Muallim Mektebinde yapılan törenin haberi 22 Mart 1927 günlü Vatan Gazetesi’nde yayınlanır.

Kubilay şehit olduktan sonra, yapılan anmalarda, belli bir süre, Mehmet Zeki Dündaralp’in adı da anılır. Sonraki yıllarda nereden estiği bilinmeyen bir rüzgâr, Zeki Dündar’ı “yasak çemberi” içine alır ve artık adı anılmaz olur. Bu unutulmuşluğa 1971’de Kemal Üstün’ün, 2010’de Işık Kansu’nun dikkat çekmesi sonuç vermez. Dündaralp, unutulmuş bir Cumhuriyet Şehidi olarak kalır.