Ağustos ayının son günlerinde, elli yaşlarında bir kadın Diyarbakır’daki HDP binasının kapısına geldi. PKK tarafından kaçırılan oğlunu arıyordu. Bir gün önce ağızları kulaklarına vararak Ekrem İmamoğlu’nu ağırlamış olan HDP’liler bu kadına o kadar misafirperver davranmadılar. Azarlayıp kovdular.

Kadın, Diyarbakır’da herkesin bildiği bir gerçeği biliyordu: Bir çocuk ortadan kaybolduysa büyük olasılıkla HDP tarafından kandırılıp dağa kaçırılmıştır. Bunun için pes etmedi, “Oğlumu almadan hiçbir yere gitmeyeceğim” dedi ve binanın kapısında oturmaya başladı. İlk olarak başında beyaz tülbenti, çıplak ayaklarındaki terliği ile taş zemine oturmuş halde gördüğümüz bu kadın, artık hepimizin bildiği adı ile Hacire Ana, kısa bir süre içinde milli bir kahramana dönüşecekti.

Hacire Ana birkaç gün içinde oğluna kavuştu. Ama isyanın ateşi yanmıştı bir kere, sadece Diyarbakır’dan değil ülkenin her yanından çocukları HDP/PKK tarafından kaçırılan analar Diyarbakır’a akın etti. Halk çocuklarının kanı üzerinde yükselen o cinayet şebekesinin önünde adeta etten kemikten bir duvar örüldü.

Geçtiğimiz hafta, Hacire Ana’yı o kara taşlar üzerinde gördüğümüz ilk kıvılcım anının 100. günüydü. Teröre karşı muazzam bir halk hareketine dönüşen direniş, 100. güne zafer haberi ile kavuştu. Kaçırılmış çocuklardan ilk güzel haber alındı.

TÜRKİYE’NİN SINAVI

Bu 100 gün aynı zamanda tüm Türkiye için büyük bir sınav gibiydi. Anaların bu en saf çığlığı, insanlığın yanında olanları da terörün pususuna yatanları da bize en yalın hali ile gösterdi. Ana kuzularının hayatına değer verenler ile terör çanağından beslenenler bir bir ortaya çıktı.

Muhalefetin sınav sonuçları pek kötü geldi. FETÖ’cüleri PKK’lıları dilinden düşürmeyen CHP başkanı, anaların adını ağzına bile almadı. Demirtaş için gözyaşları döken, terör destekçisi belediyeleri kapı kapı gezen İmamoğlu, bu acıyı görmezden geldi. Mecliste PKK’lı teröristlere şov yaptıran Veli Ağbaba, analarımıza hakaret etti. CHP sözcüleri, TV programlarında evladını arayan insanları “tiyatro oynamakla” itham etti. Akşener’in ve Karamollaoğlu’nun ilk tepkisi ise Diyarbakır Analarını Cumartesi Anneleri ile kıyaslamak oldu. Muhalefet liderleri ağzı birliği yapmışçasına PKK aparatı bu şaibeli grup üzerinden Diyarbakır Analarını hor gördü.

Aydınlar, sanatçılar, Türkiye’nin anlı şanlı muhalefet kuruluşları, sol eğilimli sivil toplum örgütleri üç maymunu oynadılar. HDP/PKK için bağırmayı çok seven ağızlardan bir mırıltı olsun duyulmuyordu. Eğitimİş adlı sendika, analara destek veren öğretmen üyelerini ihraç edecek kadar küçüldü. Muhalif basının hali de içler acısı idi. Yüz günlük direniş boyunca muhalif gazetelerin, TV’lerin “sağırlığı” basın tarihimizin utanç sayfaları arasında yerini aldı.

ÇİFTE ZAFER

Ancak, öte yanda Türk halkı, ezici bir çoğunluk halinde anaların ve insanlığın yanında saf tuttu. Halkın desteği ile analarımız, direnişin 100. gününde, çifte zafere imza attılar. Sadece evlatların dönüşü başlamadı, ilk günden beri anaları yalnız bırakmayan milli güçler de birlik ve beraberlik pozu verdiler. TGB, Osmanlı Ocakları, Vatan Partisi, DSP, Cumhuriyet Kadınları Derneği, Türkiye Kardeşlik Birliği, KamŞader, Ak Partililer, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri...Terör baronlarına, çocuk katillerine inat, yan yana, omuz omuzaydılar.

Gazetemiz Aydınlık da bu süreçte basınımızın yüz akı oldu. Olayı ilk günden dokuz sütun manşetine taşıdı, gün gün takip etti. İnsanlık için canını dişine takan mesai arkadaşlarımla ne kadar övünsem azdır.

Müsaadenizle, şahsıma dair bir çift söz de etmek isterim. Yazarlık hayatım boyunca bana bir onur bahşedilecekse eğer, o, Türk basınında Diyarbakırlı anaların direnişini köşesinde yazan ilk isim olmanın onurudur. Daha o ilk yazıda Diyarbakır analarını, İkinci Büyük Savaşta faşizme karşı direnen analara benzetmiş ve “onlar gibi zafere ulaşacaklar” demiştim. HDP faşizmini dize getiren o mübarek kadınların yanında olmak şerefi bana bir ömür yeter.


Aydınlık