II. Meşrutiyetin ilanından sonra, Ziya Gökalp’ın kurduğu gizli cemiyetin yerini Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti Diyarbakır Şubesi aldı.
Partinin Diyarbakır, Van ve Bitlis örgütlerinin denetimiyle görevlendirilen Ziya Gökalp, bu dönemde Diyarbakır ve Peyman gazetelerine yazıyordu.
1909’da partinin Selanik’teki kongresine il temsilcisi olarak katıldı.
Bir yıl İstanbul Darülfünunda psikoloji okuttuktan ve Diyarbakır maarif müfettişliği yaptıktan sonra, yeniden Selanik’e gitti.
Katıldığı parti kongresinden sonra genel merkez üyeliğine seçildi.
Burada Genç Kalemler, Yeni Felsefe, Rumeli gibi dergi ve gazetelerdeki yazılarıyla Türkçülük ve dilde sadeleşme hareketlerinin öncüleri arasında yer alan Gökalp, milli duyguları, tarih bilincini, bilime ve tekniğe değer veren düşünceyi her şeyin üstünde tutan şiirleriyle çevresini geniş ölçüde etkiliyordu.
İttihat ve Terakki Genel Merkezi İstanbul’a taşınınca (1912), Gökalp da İstanbul’a yerleşti. O yıl Ergani madeninden Milletvekili seçildi.
Türk Ocağı çevresindeki çalışmaları, Türk Yurdu ve kendi çıkardığı Yeni Mecmua (1917) gibi dergilerdeki yazıları, Türkçülük akımının ilkelerini saptayan ve çağdaş uygarlık karşısında yerli bir senteze varılmasını şart koşan önerileri (Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak 1918), Darülfünun’da okuttuğu toplumbilim dersleri, İttihat ve Terakki’nin yönetici kadrosu üzerindeki etkisiyle Ziya Gökalp, Mütarekeye (1919) kadar uzanan dönemin düşünce ve siyaset hayatına yön veren etkenlerin başında yer aldı.
İstanbul’un işgali üzerine tutuklanarak iki yıl Malta’da sürgün kaldı (19191921).
Döndükten sonra, Uelif ve Tercüme Heyeti başkanlığına getirileceği tarihe (1923) kadar Diyarbakır’da kaldı ve küçük Mecmuayı yayımladı.
1923’te Diyarbakır’dan milletvekili seçildi. Hakimiyeti Milliye, Yeni Gün, Cumhuriyet gazetelerinde makaleleri çıkıyordu. Altın ışık (1923), Türkçülüğün Esasları (1923), Türk Töresi (1923) gibi kitapları birbirini izliyordu.
Cumhuriyet Halk Partisinin programını inceleyen ve yorumunu yapan Doğru Yol (1923) adlı incelemesini de yine bu dönemde kaleme aldı.
O sıralar yazdığı Türk Medeniyet Tarihi ise ölümünden sonra yayımlandı (1926).
Yine ölümünden sonra çeşitli gazete ve dergilerde çıkmış yazılarıyla mektupları çeşitli kitaplarda derlendi.
Çınaraltı (1939), Fırka Nedir? (1947), Ziya Gökalp Diyor ki (1950). Ziya Gökalp’ın neşredilmemiş yedi eseri ve aile mektupları (1956), Ziya Gökalp’ın Yazarlık Hayatı (1956), Ziya Gökalp Külliyatı (1. Kitap şiirler ve halk masalları;1952, 2. kitap Limni ve Malta Mektupları;1965), Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri (1973). 1924’te İstanbul’da öldü.
1. Dünya Savaşı sonrasında Malta’ya sürgüne gönderilen Gökalp, yürekli bir Atatürk taraftarı olarak 1921’de Diyarbekir’e geri döndü ve milli liderlere yol göstermek amacıyla sosyolojik makale serileri hazırladığı küçük mecmua’nın sorumlu müdürü oldu.
1922’de (Ministry of Public Deparmant of the Education) un Ankara’daki Kültürel Yayınlar Dairesine müdür olarak atandı ve orada ünlü eseri “Türkçülüğün Esasları” yayınlandı.
Gökalp Jön Türklerin gerçekleştireceği siyasi devrimin, iktisat aile, güzel sanatlar, ahlak ve hukuk gibi alanlarda “Yeni Hayat” ortaya çıkaracak sosyal bir devrimle tamamlanmaya ihtiyaç gösterdiğine inanmıştı.
Yeni bir Türk medeniyeti sadece Türkiye’nin gerçek milli değerlerinin kazanılmasıyla yaratabilirdi. 1911’e kadar Gökalp, değerlerin hiçbir şey ifade etmediğine,”fikirkuvvet”(idees forces)’un felsefesi öneme haiz olduğuna inanmıştı.
Fakat 1912’den sonra Durkheim’in değerlerle ilgili yorumunu (collective represantations) kollektif temsiller olarak kabul etti. (Gökalp, Durkheim’i en önemli sosyolog ve sosyolojinin kurucusu olarak düşünüyordu.)
Gökalp’e göre tam olarak ifade edildiklerinde idealler olarak adlandırılan kollektif temsiller (collective reprasantations). kollektif şuurdaki gerçeklerdir.
Değerlerin tek kaynağı toplumun kendisidir, ve bireylerce elde edilen kollektif duygu ve bilgi birikimi kollektif şuuru oluşturur. (19111923) 1959, s.6264)
Balkan savaşı yenilgisinden sonra, Türkiye için kritik bir dönem başladı.
Reformlar üzerindeki tartışmalara İslâmcılık, Batıcılık ve Türkçülük arasındaki çatışmalar öncülük etti.
1912’de İstanbul’a gelen Gökalp, bu çatışmaların daha geniş bir bakışla ele alınarak, giderilmesi gerektiğini hissetti.
Gökalp, insanın her biri kendi değer sistemine sahip olan kültür gruplarının ve evrensel kabul ve kültürel yayılma kaabiliyeti olan kural ve tekniklerin bileşimi olduğunu tartıştı.
([19111923] 1959, s.97101) Türklerin aynı anda; Türk Milletine, İslâm ümmetine ve Avrupa medeniyetine ait olduğu sosyolojik bir vakaydı.
(Gökalp [19111923] 1959, s.7176; Heyd 1950, s. 14915]) Gökalp, milliyetçiliğin, modern çağın en güçlü ideali, milletlerin ise, kültür grupları skalasında en üst seviyede gelişmemiş türler olduğunu, yoğunluğu gittikçe artan bir şekilde vurguladı.
Millet kavramı içinde, Türk kültürünü, İslâmı ve Batı teknolojisini bir araya getirmenin mümkün olduğunu düşündü.
Gökalp, daha sonra, kollektif temsilleri millî âdetlerle bir tutma gerektiği noktasına geldi ve ……” bir milletin kültürünü ait olduğu medeniyetten ayırma çalışmaları yapan disipline kültürel sosyoloji adı verildiğini” öne sürdü. ([19111923] 1959, s.172173)