İktidara yakınlığıyla bilinen Sabah yazarı Okan Müderrisoğlu işareti verdi, işte o yazı:

Oysa hepimiz biliyoruz ki özel bankalar, "sağlıklı ticari kredi talebi yok" bahanesi ile müşterilerine kırk dereden su getirterek, sonunda kamu bankalarına yönlendirmeyi tercih ediyorlar!
Ayrıca, "Dış kaynak girişinin yetersizliği, ekonomik hayatta duraklama, bireylerin gelir güvenceleriyle ilgili belirsizlik" gibi argümanları da sıkça kullanıyorlar.

***

Bütün bunlardan da önemlisi, karar merkezleri Türkiye'de bulunmayan yabancı hakimiyetindeki veya ortaklığındaki bankaların yöneticileri de İspanya'yı, Fransa'yı, Hollanda'yı ikna etmekle meşgul oluyorlar. İşte madalyonun bu yüzü, bizleri teyakkuza geçmeye zorluyor. Nedeni de 2001 yılındaki ekonomik kriz sürecinde yatıyor. O tarihte bilhassa özel bankalar, hatta kamu bankaları ortak yönetim kurulu adı altında faaliyet gösteren sonradan türeme aktörler, Türk özel sektörünün çok değerli varlıklarını yaşatmak yerine bitkisel hayata sokmaya dönük stratejilerini hayata geçiriyorlardı. Senelerin emeği ile kurulmuş şirketler, fabrikalar yok pahasına yeni sahiplerine (!), yabancılara devrediliyor ya da yönlendiriliyordu.
Halihazırdaki tabloda, özel bankaların ilk bakışta makul izlenimi veren kredi açma iştahsızlığı buzdağının suyun üstündeki kısmı gibi duruyor. Aysbergin altında ise yerli ve milli sanayiye ilişkin yeni sahiplik planlarının bulunduğu kanaati pekişiyor. Tam da bu nedenle Türkiye Varlık Fonu'nun, Türkiye markası ile özdeşleşen özel sektör kuruluşlarını kaderine terk etmeme girişimi çok yerinde bir karar olarak karşımıza çıkıyor.
Ve nihayet...
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın benzerini geçmiş yıllarda yaptığı gibi banka patronları ile konuşup her birini ağılıklarına göre tartması, böylece gelecekteki değerlendirmelere esas sektörel yeniden yapılandırma için kriterler geliştirmesi gerekiyor.