Uyan artık uykudan uyan
Uyan esirler dünyası
Zulme karşı hıncımız volkan
Kavgamız ölümkalım kavgası

Yıkalım bu köhne düzeni
Biz başka dünya isteriz
Bizi hiçe sayanlar bilsin
Bundan sonra her şey biziz.

Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık
Enternasyonal'le kurtulur insanlık

Tanrı, patron, bey, ağa, sultan
Nasıl bizleri kurtarır
Bizleri kurtaracak olan
Kendi kollarımızdır

Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık
Enternasyonal'le kurtulur insanlık

Hem fabrikalar, hem de toprak
Her şey emekçinin malı
Asalaklara tanımayız hak
Her şey emeğin olmalı”

Parisli kağıt işçisi Eugene Poitier, sosyalist ve komünistlerin “milli marşı” olan Enternasyonel’in sözlerini 1870’de yazmıştı.

1888’e kadar bestelenmeyi bekleyen şiir, ilk kez o yıl yine bir fabrika işçisi olan Pierre Degeyter’in müziğiyle o yıl 23 Temmuz’da Lille kentinde söylendi.

O tarihten beri o son savaş bir türlü bitmedi.

Sovyet deneyimleri, Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkeler, Asya ve Güney Amerika’daki denemeler, hep kapitalist dünyanın ezici yumruğuyla dağıldı gitti.

Komünist Çin bile ancak Batı kapitalizmiyle uzlaşarak, sömürüye dayalı bir kalkınma modeliyle bugünkü atılımını yapabildi.

Kavga sürüyor yani.

Ve 2021’de belki de son kavgayla yüz yüzeyiz.

Batılı büyük kapitalistler, pandemi sürecinde servetlerini yüzde 30’lara varan oranda artırdı.

Dünyanın süper zenginleri şu anda Vanderbilts, Rockefellers ve Carnegies gibi ailelerin büyük servetleri kontrol ettiği 20. yüzyılın başındaki ABD Altın Çağı'ndan bu yana en büyük zenginlik yoğunluğuna sahip...

Yerküredeki en zengin kişi, Amazon kurucusu ve CEO'su Jeff Bezos'un serveti bu yıl 74 milyar dolar artarak 189 milyar dolara ulaştı. Tesla'nın kurucusu Elon Musk'un, servetiyse bu yıl 76 milyar dolar artarak 103 milyar dolara ulaştı.

Varlık araştırma şirketi WealthX’in raporuna göre servetleri en az 30 milyon dolar olan en zengin ABD’lilerin, salgının başladığı mart ayından Ağustos ayı sonuna kadar olan zamanda, servetleri %37 artarak 12.5 trilyon dolara yükseldi!

Hele de ilaç firmaları karlarına kar eklemekten bir hal oldu.

Bu rakamlara 3 ay daha ekleyin, o trilyon dolarların daha da arttığını göreceksiniz.

Türkiye’de de koronavirüs salgınıyla bozulan ekonomide gelir eşitsizliği daha da arttı.

BDDK verilerine göre Ağustos ayına değin milyonerlere sekiz ayda 60 bin 582 kişi daha eklendi.

Türkiye'nin milyonerleri servetlerine yılbaşından bu yana 431 milyar 141 milyon TL daha koydu.

Çünkü tüm dünyada devletler en çok yine zengin kesimi desteklediler.

Ve aynı dönemde tüm dünyada orta, alt gelir düzeyindeki kitleler yığınlar halinde fakirleşti, işinden oldu ve hatta evlerinden atıldı.

BM verilerine göre küresel çapta bir açlık ve susuzluk tehdidi de kapıda.

Enternasyonel marşında kol gücüne atıfla sözü geçen kurtuluş artık çok daha uzakta.

Ne kol var artık, ne de gücü kaldı.

Umutsuz görünen bir durum var.

İnsanlar bırakın isyan etmeyi, evlerinden dışarı burunlarını uzatamaz noktaya geldiler.

Tam anlamıyla “Ölümü gösterip, sıtmaya (açlığa) razı etme” gibi bir noktadayız.

Twitter’den yazan her yaş ve çaptan bir sürü aklı evvel ise ABD aşısı daha güvenilir, Çin aşısı sakat filan diye geviş getiriyor.

Ama, fakat filan diyen herkes komplo teorisyenliğiyle suçlanıyor.

Bill Gates’in gönüllü ve ahmak avukatları ellerinde urgan linç edecek adam arıyor.

Dünyanın hali ortada, Batılı zengin kesim, yozlaşmış finans oyunlarıyla artık şişen ve tıkanan kapitalist sistemi, elbette kendi çıkarlarına göre güncellemek için hazırlık yapıyor.

Sağlık krizi bahanesiyle tam bir sıkıyönetim dönemi geliyor.

Kapıdaki dijital feodal devrim ile kol gücü ve hatta beyin gücü tasfiye noktasına ilerliyor.

Zenginler, yeni dijital endüstriler, küresel ısınma ve iklim değişimi tehdidi gerekçesiyle dünya nüfusunun artık aşırı bir noktaya geldiği fikrini uzun bir dönemdir işliyor.

Haksız da sayılmazlar ama mesele yine dönüyor, geliyor, Karl Marx ve diğer sosyalistlerin mülkiyet tartışmasına dayanıyor.

Özel mülkiyetin ve onu korumakla yükümlü olan devletin sınırları daha nereye kadar uzatılabilecektir?

Yeni tekno dünyamızda ortaya çıkan Bezos, Zuckerberg,Gates, Musk gibi yeni feodal ağalar mı buna karar verecek?

Yoksa ezilen toplumların ortak iradesi mi duruma el koyacaktır?

Şu an görünen ilki, yani zenginler konseyi dünyanın geleceğine karar veriyor.

Dünya Ekonomik Forumu’nun “Great Reset” yani yeniden başlatma projesinde 2030 dünyasına yönelik çarpıcı bir slogan var.

“Hiç bir şeyin sahibi olmayacaksın ama yine de mutlu olacaksın”.

Yani Çin’deki gibi devlet mi sahip olacak, yoksa mülkiyet hakları zenginler konseyine mi devredilecek?

Ve o konseyde ‘yeni normal’ adı altında dijital bir sıkıyönetim, mülkiyetin devletten alınıp kapitalist üst konseye devri ve gereksiz nüfusun elimine edilmesi gibi radikal gündemler var.

ABD’nin derin adamlarından Henry Kissinger’in 46 yıl önce söylediği sözler bugün gerçekleşiyor mu?

Kissinger, 1974’te Dışişleri Bakanı ve ABD Ulusal Güvenlik Konseyi başkanıydı ve "Ulusal Stratejik Güvenlik Memorandumu 200”ü kaleme aldı:

“Nüfusun azaltılması ABD'nin Üçüncü Dünya'ya yönelik dış politikasında en yüksek öncelik olmalıdır, (…) çünkü ABD ekonomisi, özellikle az gelişmiş ülkelerden olmak üzere denizaşırı ülkelerden büyük ve artan miktarlarda hammaddeye ihtiyaç duyar. Aşırı nüfus artışı özellikle Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 13 ülkede istikrarsızlığa yol açacağından ABD çıkarları için bir tehdittir”.

Kissinger’in avukatlığını yaptığı Rockefeller ailesi de “hayırsever kurum ve kuruluşlarıyla” dünya nüfusundaki artışa ve onun tehlikelerine dikkat çekiyor son 70 yıldır.

Filantropist (Hayırsever) işadamı Bill Gates de, Rockefeller ailesinin güvenilir bir avukatı olan babasının izinden giderek kendisini bir anda aşı ve nüfus kontrolüne adadı.

Zenginlerin planladığı bir dünya, insan yığınlarını rakamsal fazlalıklar olarak görüyor.

İşsiz gençlerin artık evlenip çocuk sahibi olmaları çok zor.

İşi olan aileler de giderek artan ekonomik zorluklar yüzünden en çok, bir ya da 2 çocuk yapabiliyor.

Köylü nüfusun şehirlere taşınması da çok çocuklu ailelere artık izin vermiyor.

Ama sorun yine de çözülemiyor.

Çünkü sorun aslında mülkiyet ve gelir dağılımına dayanıyor.

TEKNOFEODALİZM

Aşıyı da bir yeni nesil teknoloji haline getiren dijital hegemonya çağındayız artık.

Pandemi sonrası bu yeni dünyaya adım atacağız temelli.

Bu noktada Fransız bir ekonomistin kitabından gazeteci yazar Pepe Escobar aracılığıyla alıntı yapmak istiyorum (1).

Cedric Durand, Sorbonne Üniversitesi’nde bir iktisat profesörü.

Yeni kaleme aldığı ve İngilizceye çevrilmemiş kitabında ilginç bir konuya dikkati çekiyor.

Tekno dijital nano biyolojik bilimsel devrimin tam göbeğinde, aslında mülkiyet yapısı bakımından ortaçağa ait bir felsefeyle yönetildiğimizi anlatıyor.

Kitabın adı TeknoFeodalizm (Fransızcası: Technofeodalisme’).

Durand, ünlü Washington mutabakatının Silikon Vadisi konsensüsüne nasıl metastaz yaptığını göstermek için, Dijital Çağı kapitalizmini tarihsel evrimin daha geniş bağlamına yerleştiriyor. Hoş bir atıfla, bu yeni alanı “Kaliforniya ideolojisi” olarak damgaladı.

Jefferson Airplane ve Beach Boys'tan çok uzağız; daha çok Schumpeter'in steroidler üzerindeki "yaratıcı yıkımı" gibi, işin "esnekleştirilmesi"ni vurgulayan IMF tarzı "yapısal reformlar" ve günlük hayatın doğrudan pazarlanması/finansallaşması var gündemde.

Dijital Çağ, en başından beri sağcı ideolojiyle önemli ölçüde ilişkilendirildi. Kuluçka, 1993'ten 2010'a kadar aktif olan ve diğerlerinin yanı sıra, Microsoft, AT&T, Disney, Sony, Oracle, Google ve Yahoo tarafından finanse edilen Progress and Freedom Foundation (PFFİlerleme ve Özgürlük Vakfı) tarafından sağlandı.

1994'te PFF, Atlanta'da çığır açan bir konferans düzenledi ve sonunda çığır açan bir Magna Carta'ya yol açtı: kelimenin tam anlamıyla, Cyberspace (siberuzay) ve Amerikan Rüyası: ilk kez Clinton döneminde 1996'da yayınlanan Bilgi Çağı için bir Magna Carta.

Tesadüfen değil, 1993'te PFF gibi Wired dergisi de kuruldu ve anında “Kaliforniya ideolojisi”nin yayın organı oldu.

Yeni Magna Carta'nın yazarları arasında fütürist Alvin "Future Shock" Toffler ve Reagan’ın eski bilimsel danışmanı George Keyworth bulunuyordu. Herkesten önce, "siber uzayın, kelimenin tam anlamıyla evrensel olan bir biyoelektronik ortam olduğunu" kavramsallaştırıyorlardı. Magna Carta, yeni sınırı keşfetmek için ayrıcalıklı bir yol haritasıydı.

ŞU AYN RAND KAHRAMANLARI

Yeni sınırın entelektüel gurusu da tesadüfen değil, Ayn Rand'dı ve onun "öncüler" ile kalabalık arasındaki oldukça ilkel ikilemiydi. Rand, egoizmin iyi, özgeciliğin kötü ve empatinin mantıksız olduğunu ilan etti.

Yeni Eldorado'nun yeni mülkiyet hakları söz konusu olduğunda, tüm güç, üstün Rand kahramanları olarak ayna imajına aşık bir Narsist grubu olan Silikon Vadisi “öncüleri” tarafından kullanılmalıydı. Yenilik adına, Schumpeterci bir "yaratıcı yıkım" saldırısında, yerleşik kuralları yok etmelerine izin verilmeliydi.

Bu, Google, Facebook, Uber ve ortaklarının bulunduğu mevcut ortamımıza yol açtı.

Herhangi bir yasal çerçeveyi aşabilir, yeniliklerini oldu bitti gibi dayatabilirlerdi.

Durand, “dijital tahakkümün” gerçek doğasına gelince meselenin özüne iniyor: ABD’nin bu alandaki liderliği, asla spontane piyasa güçleri sayesinde olmadı.

Tam aksine.

Silikon Vadisi'nin tarihi, özellikle endüstriyelaskeri kompleks ile havacılık ve uzay kompleksi aracılığıyla kesinlikle devlet müdahalesi ile başladı. NASA’nın en iyi laboratuvarlarından biri olan Ames Araştırma Merkezi, Mountain View’dedir. Stanford her zaman ballı börekli askeri araştırma sözleşmeleri ile ödüllendirildi. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Hewlett Packard, radar üretmek için kullanılan elektroniği sayesinde büyüyordu. 1960'lar boyunca ABD ordusu, bebek yarı iletken üretiminin büyük bir kısmını satın aldı.

Oracle ile "ortaklaşa" hazırlanan bir 2016 MIT Technological Review raporu olan Rise of Data Capital, dijital ağların kaynaklarla dolu yeni, bakir bir yeraltına nasıl erişim sağladığını gösterdi: "Arama ve veride ilk gelen ve kontrolü eline alanlar” olarak.

Dolayısıyla, video gözetleme görüntülerinden elektronik bankacılığa, DNA örneklerinden süpermarket kuponlarına kadar her şey, hazır geldi masaya. Burada, Big Data yani Büyük Veri’nin geliştirilmesinde yerleşik olarak bulunan çıkarımcı (ekstraktivist) mantığı tüm ihtişamıyla görüyoruz.

Durand, ekstraktivist mantığını iş başında göstermek için bize Android örneğini veriyor. Google, Android'i tüm akıllı telefonlar için ücretsiz hale getirdi, böylece stratejik bir pazar konumu elde edecek, Apple ekosistemini yenecek ve böylece neredeyse tüm gezegen için varsayılan internet giriş noktası haline gelecekti. Fiiliyatta, son derece değerli bir çevrimiçi emlak imparatorluğu böyle inşa edilirdi.

Buradaki kilit nokta, asıl iş (Google, Amazon, Uber) ne olursa olsun, siber uzayı fethetme stratejilerinin hepsinin aynı hedefi işaret etmesidir: verilerin “gözlem ve yakalama alanlarının” kontrolünü ele almak.

ÇİN KREDİ SİSTEMİ HAKKINDA…

Çin’deki dijital çağın gelişimi ise yine devlet üzerinden ama özel sektöre doğrudan devir ve teslim yerine sıkı bir denetim üzerine kuruluydu.

Çin’de mülkiyet halka yani devlete aittir.

ABD’de ise mülkiyet yazıda adı geçen onlarca büyük şirket ve iş adamına.

Hatta öyledir ki Amerikan devleti de özü itibarıyla özel sektörün bir organizasyonudur.

Avrupa’daki tarihsel sosyal hakların esamesi bile okunmaz o yüzden.

Yani yine iş dönüp geliyor bir mülkiyet kalesine çarpıyor.

Durand, “samimiyete değer vermek ve samimiyetsizliği cezalandırmak” sloganıyla 2013'te ÇKP'nin 18. Kongresi'nin 3. genel kurulunda başlatılan bir kamu/özel hibrit sistem olan Çin kredi sisteminin oldukça dengeli bir analizini de sunuyor.

Çin'deki yüksek hükümet otoritesi olan Devlet Konseyi için asıl önemli olan, mali, ekonomik ve sosyopolitik alanlarda sorumlu görülen davranışları teşvik etmek ve olmayanı yaptırmaktı.

Her şey güven ile ilgiliydi. Pekin, bunu “sosyal yönetimi geliştiren sosyalist piyasa ekonomisi sistemini mükemmelleştirme yöntemi” olarak tanımlıyor.

Çince terim shehui xinyong Batı'daki tercümede tamamen kaybolmuştur. "Sosyal kredi"den çok daha karmaşıktır, bütünlük anlamında daha çok "güvenilirlik" ile ilgilidir. Batı'nın Orwellci bir sistem olmakla ilgili suçlamalarının aksine, öncelikler arasında ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde dolandırıcılık ve yolsuzlukla mücadele, çevre kurallarının ihlalleri, gıda güvenliği normlarına saygısızlık yer alıyor.

Sosyal yaşamın sibernetik yönetimi, 1980'lerden beri Çin'de ciddi bir şekilde tartışılıyor. Aslında, Mao’nun Küçük Kırmızı Kitabında gördüğümüz gibi, 1940'lardan beri.

İşin özü Maoist "kitle hatları" ilkesinden esinlenmiş olarak görülebilir, "kitlelerin kitlelere geri dönmesiyle başlar: kitlelerin fikirlerini (dağınık, sistematik olmayan) biriktirmek, yoğunlaştırmak (genel fikirler ve sistematik), daha sonra onları yaymak ve açıklamak için kitlelere geri dönün, kitlelerin onları özümsemesini ve eyleme dönüştürmesini sağlayın ve kitlelerin eyleminde bu fikirlerin uygunluğunu doğrulayın”.

DURAND’IN ANALİZİ BİR ADIM ÖTEYE GEÇİYOR

Gözetim Kapitalizmi Çağı, nihayet tezinin özüne ulaştığında, dijital platformların nasıl "tımarhaneler" haline geldiğini gösteriyor: Şirketler geniş "dijital bölgeleri" sayesinde insan verileriyle besleniyorlar, onlardan kar ediyorlar ve verdikleri hizmet sayesinde de vazgeçilmez oluyorlar.

Ve tıpkı feodalizmde olduğu gibi, yeni tımarlıklar ve serfler ekleyerek bölgeye hükmediyorlar.

Efendiler (Ağalar ve Beyler), kendi yaşam alanlarının sömürülmesinden türetilen serfler üzerinde sınırsız hale gelen toplumsal kudretten büyük kâr elde ediyor.

Hepsinin hedefi tüm masayı almak. Silikon Vadisi uzmanı Peter Thiel, dijital girişimcinin hedefinin tam olarak rekabeti yok etmek olduğunu her zaman vurguluyor. Thiel, "Kapitalizm ve rekabet karşıttır. Rekabet kaybedenler içindir” sözleriyle olayı özetliyor.

Öyleyse şimdi, Silikon Vadisi kapitalizmi ile finansal kapitalizm arasında sadece bir çatışma değil, aslında yeni bir üretim tarzı devrimiyle karşı karşıyayız:

Silikon devlerinin, derebeylerinin ve aynı zamanda toptan devletin yerine geçtiği bir rantiye kapitalizmi, bir turbokapitalist hayatta kalma tarzı bu.

Durand bunu "teknofeodalizm" olarak tanımlıyor.

BLAKE, BURROUGHS İLE TANIŞIR

Durand’ın kitabı, içine girmekte olduğumuz Dijital Çağ’ın az rastlanan teorik ve politik eleştirilerinden. Ekonomik literatürde halen, gelir elde etmenin tüm bu tehlikeli evrelerinin kesin bir haritası yok. Finansal kumarhaneden nasıl kar elde ettiklerine dair kapsamlı bir analiz yok özellikle hiper konsantrasyonu kolaylaştıran mega yatırım fonları. Ya da esnek ekonomide işçilerin aşırı sömürülmesinden nasıl kar elde ederler?

Durand'ın belirttiği gibi, bir ülkedeki her toprağın tek bir efendiye ait olduğu, Stuart Mill'in hayalini kurduğu dijital arazinin tekelci sahipliği yeni bir senaryoya yol açıyor.

Dijital efendilere olan genel bağımlılığımız, "algoritmalar çağında liberalizmin yamyam geleceği" gibi görünüyor.

Olası bir çıkış yolu var mı?

Radikal olmak cezp edici olabilir bir Blake/Burroughs geçişi.

Kavrama kapsamımızı genişletmeliyiz ve haritayı (Magna Carta'da gösterildiği gibi) bölgeyle (algımızla) karıştırmayı bırakmalıyız.

William Blake, sanrısal vizyonlarında özgürleşme ve itaatle ilgili bir tür konformist kitle etkisi kaynak koduyla dayatılan kutsal bir otoriteyi tasvir ediyordu. Bu, aslında Dijital Çağın bir önanalizini çağrıştırıyor.

William Burroughs ise kontrolü kavramsallaştırdı kitle iletişim araçları da dahil olmak üzere bir dizi manipülasyondan (bugünkü sosyal medya karşısında dehşete düşerdi) söz etti. ‘Kontrolü parçalamak için, çekirdek programlarına girip onları bozabilmeliyiz’.

Burroughs, tüm kontrol biçimlerinin nasıl reddedilmesi ve yenilmesi gerektiğini gösterdi: “Otorite figürleri, bilgisayarlar tarafından manipüle edilen ölü ve boş maskeler”.

İşte geleceğimiz: hackerlar veya köleler.

KAYNAKLAR:

  1. https://www.globalresearch.ca/noescapetechnofeudalworld/5731239