Onlar için vatan kavramının hiçbir kutsiyeti yoktur. Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” eserini bunlar “Vatan Yahut Seccade” olarak okur. Seccade Washington’da Beyaz Ev’in önünde seriliyorsa, orası vatandır. Hudut, sınır gibi sözcükler ise kelime haznelerinin dışında kalır.

İHANETTEN BESLENMEK

Vatan için “gazilik, şehadet” kavramları bunların algılama düzeyinin çok üzerindedir. Bu nedenle, milletin bağımsızlığı için can verenlere, yaralanıp gazi olanlara kötü gözle bakarlar. Devlet ve millet ölümkalım savaşı verirken, düşmanla işbirliği yapanlar onlar için en kutsal varlıklardır. Hepsinin acısı ve özlemi aynıdır: “Keşke, Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikalı vb. Türkiye’yi işgal etseydi!” Bu grup Türk milletinin vatanını savunma azim ve iradesinin önündeki en büyük engeldir.

Bir ölümkalım savaşında düşmanın yanında saf tutarlar. Falih Rıfkı Atay’ı dinleyelim: “... Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız! Ah! Bir kurşun, son Yunan kurşunu Mustafa Kemal’in göğsüne saplanamaz mıydı?” Atay isyanında haksız mıydı: “Doğu böyledir, dostlarım. Doğu’da kin, kolayca hıyanete kadar götürür...” Hayati bir savaşın en kritik döneminde askerlikten muaf tutulmayı talep ederler. Emperyalizmin nam ve hesabına milli ordunun karşısına çıkarlar. Çünkü doğalarındaki işbirlikçiliğin kökleri derindedir. Kim kazanırsa ona yanaşacak ve ihanetten besleneceklerdir. Emperyalizm için bu tipler bulunmaz kaftandır. Çünkü bir ülkeyi içten çürütmenin en kolay yolu bunları tepe tepe kullanmaktır. Bunlar her türlü yıkıcılık ve bölücülüğe meyillidir. Gün gelir Yunan’la bir olup Türk’ü arkasından vurur; gün gelir PKK ile sarmaş dolaş olurlar.

TÜRK NEFRETİ!

Bunların istisnasız tamamı “Türk” sözcüğünden nefret eder. Hayatları boyunca Türk’e karşı mücadele etmeyi yaşam tarzı haline getirmişlerdir. Bulundukları mahallere, mecbur kalmadıkça asla Türk bayrağı asmazlar! Türklüğü ile gurur duyan hiç kimseyi aralarına sokmazlar. Eğer ihanetten beslenecek bir ortam bulamazlarsa, sessizce ortadan kaybolurlar. Sinsi bir şekilde pusuda bekleyerek, ilk fırsatta nefret kusmaya devam ederler. Bu tipler güce taparlar. Güçlü şeytan olsa bile ona kayıtsız koşulsuz biat ederler. Çünkü gerçekte paradan başka içlerinde kök salmış hiçbir değer yoktur. Seccadenin serildiği yer vatan olduğundan, onlar bu toprakların hiçbir değerinden nasibini almamıştır.

Karanlıktan, cehaletten, kin ve hasetten beslenirler. Din, iman, Allah, peygamber sözcükleri dillerinden düşmez ama kutsal saydıkları en değerli şey Amerikan dolarıdır. Paraya giden yolu bulma konusunda mucizevi yetenekleri vardır. Çalışmadan, ter dökmeden, hak etmeden paraya uzanan bulvarlarda kurnazlıklarını profesyonelce sergilerler. Elleri her yere uzanır. Kandırılmış çaresiz insanların cepleri de, beytülmal (kamu malı) da onlar için aynıdır. Fakir fukaranın ödediği vergilerle alınan trilyonluk arabalara din ve imam gereği kurulur, kasım kasım kasılırlar. Yaptıkları her özel dini faaliyette vatandaştan para talep ederler. Kul hakkının kırıntısında bile gözleri vardır.

SOSYO GENETİK KODLAR!

Ele güne borcu olan, ekonomik sıkıntılarla boğuşan bir ülkede bile aslan payı onlarındır. Ne kadar verirsen ver, daha fazlasını isterler. Vatandaşın durumu, çilesi, sıkıntısı bunların umurunda bile değildir. Devletin ve milletin içinde bulunduğu durum da bu kesimin ilgi alanına girmez! Onların musluğu kesilmedikçe, her şey yolunda demektir. Kendilerini Kaf dağının ardında gördüklerinden milletin hassas olduğu konulara karşı en küçük saygıları yoktur. Milletin bütünleştiği günlerde, “Keşke Yunan galip gelseydi!” diyenlerle yan yana gelmekten ve bunu kamuoyu ile paylaşmaktan özel bir haz duyarlar. Kendi içlerinden geçenleri bu yolla başkalarına söyletmiş olurlar.

ÇÖKÜYORLAR...

Türk milleti gün geçtikçe bunların gerçek yüzünü görüyor. Maskeleri bir bir düşüyor. Neye ve kime hizmet ettikleri ortaya çıkıyor. Ülkenin tarihine ve özellikle yakın tarihine olan kin ve önyargıları belirginleşiyor. Her attıkları adımda çöküyorlar. Kilit konumdaki kişilerin vatan millet düşmanları ile kucaklaşması her vatandaşı hem düşündürüyor hem de uyandırıyor. Geçmişi şaibeli, kerameti kendinden menkul şahısların çok önemli makamlara getirilmesi sistemin de sorgulanmasına neden oluyor. Atmaya gelince mangalda kül bırakmayanlar, “Keşke Yunan galip gelseydi!” diyenlerin dizinin dibinden ayrılmıyor. Bundan sonra ne söylerlerse söylesinler, en yakın destekçilerinin bile kafalarındaki kuşkular dağılmayacak! Var olmanın dayanılmaz hafifliği yaşanıyor. Atılan her adım bir öncekini aratıyor. Çöküş sağlı sollu başladı. Ekonomik sıkıntıların yanına milletin kutsal değerlerini aşağılama eklenince, çöküş serbest düşmeye dönüşüyor...


Aydınlık