Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Gazetesi’nin 19.7.2020 günlü nüshasında yayımlanan yazısında, devletçiliğin “güçlü bir sosyal devlet” olarak yeniden tanımlanması gerektiğini belirtmektedir. Sayın Kılıçdaroğlu, ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 10 yılında liberal ekonomi politikasının kurallarının uygulanmaya çalışıldığını ve devletçiliğe ancak 1930’lu yılların başlarında geçildiğini ileri sürmektedir.
Atatürk döneminde devletçilik yalnızca devletin sanayi kuruluşu kurması değildi. Atatürk, Cumhuriyeti’in daha ilk yıllarından itibaren devletçiliği, hem ülke ekonomisinin bağımsızlığının sağlanması ve güçlendirilmesi, hem de Osmanlı’dan devralınan toplumdan bir Türk milleti yaratabilmek amacıyla çok bilinçli bir biçimde kullandı.
Türkiye, güçlü bir ekonomi yaratabilmek için 1925 yılından itibaren kapsamlı bir millileştirme ve devletleştirme faaliyetine girişti.
1925 yılında Hükümetle, yabancı sermayeli Reji Şirketi arasında yapılan bir anlaşma ile Reji’nin bütün hak ve yükümlülükleri Devlete devredildi. Cumhuriyet Hükümeti, Reji’nin sermayesi olan 4 milyon Fransız Frankını Osmanlı Bankası’na ödedi ve Reji’nin yönetimini devraldı. Ayrıca 26.2.1925 gün ve 588 sayılı Yasa, “istihlaki dahiliyeye mahsus tütün mubayaası, işletilmesi ve tütün ve sigara imali ve satılmasile tütüne müteallik sair umur… doğrudan doğruya Hükümetçe ifa edilir” düzenlemesini getirdi.
25 Ocak 1926 gün ve 724 sayılı Yasayla şeker ithalatı tamamiyle Devlete verildi.
İstiklal Savaşı sürerken, 1921 yılında, Ankara’da Askeri Fabrikalar Umum Müdürlüğü kuruldu. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde ulusal savunma sanayinin kurulması için büyük yatırımlar yapıldı. 1926 yılında Kayaş Kapsül ve İmla Fabrikası kuruldu. Elmadağ Barut Fabrikası 1928 yılında Tekel tarafından kuruldu. İlk olarak 1923 yılında kabul edilen bir yasayla, Türkiye’de bundan sonra inşa edilecek hatların devlet tarafından inşa ve işletilmesi kararlaştırıldı. AnadoluBağdat (Anadolu kısmı)(1928) ve MersinAdana (1928) hatları 1930 yılından önce millileştirildi ve devletleştirildi. Ayrıca 1927 yılında AnkaraKayseri hattı devlet tarafından inşa ettirildi.
14 Nisan 1925 gün ve 618 sayılı Limanlar Kanunu, Türkiye’deki limanların idare ve bakımını Devletin sorumluluğu altına veriyordu.
DAHA ÖNCE UYGULANDI
Devletçilik, CHP’nin programına girmeden çok önce, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Atatürk’ün benimsediği ve uygulattığı politikaydı. 1930 öncesinde ve sonrasında uygulanan devletçilik politikasıyla Türkiye’nin bağımsızlığını koruyacak ve geliştirecek güçlü bir ekonomi yaratıldı.
Devletçilik, yalnızca ekonomi açısından değil, halkın eğitim ve sağlık düzeyinin yükseltilmesi ve Türk milletinin bütünleştirilmesi açısından da önemliydi ve 1924 yılından itibaren eğitim ve sağlık alanlarında da kararlı bir biçimde devletçilik uygulandı.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ülkede üç tür okul vardı: (1) Medreseler, (2) mektepler, (3) azınlık okulları ve yabancı okullar. 1894 yılında hazırlanan bir rapora göre, ülkedeki Protestan okullarının sayısı 398’di. 1907 yılında misyoner okullarının sayısı 465’e yükselmişti. 1917 yılında yalnız İstanbul’da İngilizlere ait 83 öğretim kurumu bulunuyordu. Rus okullarının sayısı 44’ü bulmuştu. Elazığ’da 83, Erzurum’da 24, Diyarbakır ve Bitlis’te 22’şer, Van’da 9 yabancı okul faaliyet gösteriyordu. 3 Mart 1924 günü kabul edilen 430 sayılı Öğretimin Birleştirilmesi Yasası (Tevhidi Tedrisat Kanunu) ile tüm eğitimöğretim kurumları Maarif Bakanlığı’na bağlandı. ŞeriyeEvkaf Bakanlığı veya özel vakıflar tarafından yönetilen bütün medreseler ve okulların yönetimi Maarif Bakanlığı’na devredildi. 1924 yılından itibaren eğitimde devletçilik uygulandı.
Devlet, sağlık sorunlarını devletçilikle ve merkezi devlet örgütü eliyle çözme girişimini 1925 yılında başlattı. Sıtma, verem, trahom, frengi ve kuduz gibi önemli hastalıklarla mücadeleye girişildi. Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu kuruldu. Devlet, çok sınırlı maddi olanaklara rağmen, temel sağlık sorunlarının çözümü için çok büyük çaba gösterdi, koruyucu hekimliği geliştirdi ve önemli başarılar elde etti.
ATATÜRK'ÜN DEVLETÇİLİĞİ BATI'DAN FARKLI
Bütün bu nedenlerle, Atatürk’ün devletçiliği Batı’nın emperyalist ülkelerinde 1930’lardan sonra yaşanan devletçilikten çok farklıdır ve “halkçılık” ilkesiyle ve planlı ekonomi anlayışıyla birlikte, Türkiye’nin varlığı ve güçlenmesi açısından hayati önemdedir. Gündemdeki görev, devletçiliği emperyalist ülkelerin örneklerinden esinlenen biçimde yeniden tanımlamak değil, Kemalist Devrim’e geri dönmek ve Kemalist Devrim’i üretim devrimiyle tamamlamaktır.
Yıldırım Koç
Aydınlık