Geçen günlerde Netflix üzerinden yayınlanan ve Türkiye’de ve dünyada birçok izleyicisi bulunan La Casa de Papel dizisinin dördüncü sezonunda Türk izleyiciler “İstanbul” karakterini beklerken dizinin son bölümlerinde karşımıza ‘işkenceci Türk’ rolünde “Osman” karakteri çıktı. Daha önce de benzer sahneler gördüğümüz Netflix’te bu sahne ne ilk ne de son olacağa benziyor. Batı yapıtlarında Türklerin rolünü ve ne yapılması gerektiğini Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Can Diker ile konuştuk.
‘TÜRKLERİN ‘ÖTEKİ’ OLARAK YENİDEN ÜRETİMİNİ SAĞLAYACAK’
- Daha önce ‘13 Commandments’, ‘Collateral’ ‘Designed Survivor’ ve ‘The Spy’da karşımıza çıkan terörize olmuş, suça karışmış ‘Türk’ benzetmesi şimdi de La Casa de Papel’de karşımıza çıktı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
La Casa de Papel dizisi, Türkiye’de büyük bir izleyici kitlesine sahip olmasına rağmen dizideki tek Türk karakterini işkenceci olarak tanıtarak Oryantalizm kavramının Batılı kültür endüstrisi ürünlerinin vazgeçilmez bir unsuru olduğu bir kere daha gözler önüne serdi. Türk izleyicilerinin tepkisi ne olur bilinmez ancak, Türklerin barbar, işkenceci, ilkel ve insan haklarına saygısız karakterler olarak dizi ve filmlerde tasarlanması, Batı dünyasında Türklerin bir ‘öteki’ olarak yeniden üretimini sağlayacaktır. Oryantalizm düşüncesinin eleştirisini gerçekleştiren ünlü düşünür Filistinli Edward Said’e göre, ideolojik bir biçimde Doğu dünyasının aslında kendisini anlatamayacağı, o yüzden Batılılar tarafından anlatılması gerektiği fikri son derece sorunludur.
İdeolojik bir biçimde, Doğuya ait olan şeylerin Batılılar tarafından yorumlanması söz konusu olmaktadır. Film ve diziler, bu anlamda kritik bir öneme sahiptir çünkü devasa bir ırkı, mezhebi, etnik kökeni tektipleştirir. Basitçe, Türk denilince akla barbarlığın gelmesi Batılı mantıkla ortaya konmuş ideolojik bir tektipleştirmedir. Kimlikler, Batı tarafından yaratılarak Batılı olmayanlara atfedilir. En büyük problem ise Batılı olmayanların bu kimliği benimsemesinde ortaya çıkar. Kimliğin benimsenmesiyle birlikte toplum, farkında olmayarak ilerlemesini kendi kendine engelleyen bir sürece girer. Netflix bir Batılı eğlence endüstrisi şirketidir ve şirketin kâr elde etme stratejisinde La Casa de Papel dizisinde Türk olanın suça yakın olmasını, hatta usta mertebesinde olmasını pozitif olarak görmüşlerdir. Esas problem, Batı tarafından Türklere atfedilen, ötekileştirici niyetle ortaya konulan ‘suçlu’ kimliğini bizlerin benimsemiş olmasıdır. Batılı bu ideolojik damgadan rahatsız olmamız ve Türk tiplemelerinin sadece suçlu olmayacağını göstermemiz gerekir.
‘BATILI OLMAYANLAR BİRER ÖTEKİ’DİR’
- Sadece Netflix’te değil, Hollywood ve Avrupa sinemasında da buna benzer örnekler var. Bir sanat dalı olan sinemada bu gibi örneklerin görülmesini nasıl okumalıyız?
Sadece barbar ve suçlu kimliği değil, Türk olanın tarihsel olarak geride bir yerlerde olduğu algısı özellikle yaratılmaya çalışıyor. Örneğin, Liam Neeson’ın başrolünü oynadığı Taken 2 filminde İstanbullu polislerin arabalarının miladı dolmuş olan Murat 131 model arabalardan oluşması geri kalmışlığın bir diğer göstergesi olmaktadır. James Bond filmlerinde de keza benzer imgeler bulunur. Türk olan tiplemeler suçlu olmasa bile, rüşvet almaya meyilli, çaresiz, dar bir dünyaya sahip olan biçiminde filmlerde kendilerini gösterirler. Böylelikle tektipleştirmeler mümkün hale gelir, ABD’de özellikle terörist olanın Müslüman olduğu algısı çok yaygındır, İslamofobi tartışmaları halen ABD özelinde güncel bir konudur. Bu korkunun sebebinde ise film ve diziler bulunur. Film ve diziler, Batılı olmayan kişilerin, mekanların ve coğrafyaların neden Batı dünyasına göre ‘gelişmemiş’ olduğunu tarihsel olarak ele almaz. Böylece Batılı olmayan imgeler, barbar, kirli, vahşi, insanlıktan nasibini almamış, saygısız, yoksul, suça meyilli, terörist, medeniyetten uzak bir biçimde sunulur. Batılı olanlar birer özne yani ‘ben’ demekse, Batılı olmayanlar birer ‘öteki’dir, yani dünyada Avrupa ve ABD özelinde normalleştirdiğimiz bir takım olumlu değerlerin tam zıttına sahiplerdir.
PASİF BİÇİMDE İDEOLOJİK MESAJLARIN HEDEFİ OLUYORUZ
Batılı olan imgeler bizim gözümüzde medya tarafından normalleştirilir: zengin, temiz, çağdaş, medeni, insan haklarına saygılı gibi. Bu algıların yaratımı, televizyon ve sinema gibi görselişitsel özelliklere sahip kitle iletişim araçlarının toplumları sürekli ideolojik mesajlara maruz bırakmasıyla gerçekleşir. Yine ABD’de Covid19 salgını sebebiyle silah satışlarının patlaması da ülkede çok popüler olan Walking Dead dizisinin bir etkisidir. Kıyamet sonrası bir toplumda para biriminin kurşunlar haline gelmesini anlatan dizinin başında tıpkı günümüzdeki gibi salgın bir hastalık sonucu olayların başladığı görülür. Dolayısıyla rahatlama vaktimiz olarak düşündüğümüz film ve dizi seyir esnasında pasif bir biçimde ideolojik mesajların hedefi olmakta ve bu mesajları da içselleştirmekteyiz. Bir dizide veya filmde Türk’ten bahsedilmesi naif bir biçimde bizim için salt gurur kaynağı olmamalı, nasıl bahsedildiği de önem taşımalı. Bunu gerçekleştirebilmek için ise eleştirel düşüncenin önemini anlamamız gerekir.
ENGELLEMELER YERİNE TEMSİL BİÇİMLERİ DEĞİŞMELİ
- RTÜK’ün Netflix, Puhu Tv, Blu Tv gibi dijital dizi platformlarına getirdiği denetim kararını nasıl yorumluyorsunuz? Hatalı ve yanlış yönlendirmeler söz konusu olduğunda RTÜK’ün buradaki işlevi nasıl olmalı?
RTÜK’ün bir sansür mekanizması olarak çalışmasını doğru bulmuyorum. RTÜK’ün öncelikle kadın cinayetlerinin normalleştirildiği, kadınların nesne olarak sunulduğu, erkeklerin şiddet yanlısı, bıçkın ve agresif olarak genelleştirildiği yapımlarla ilgilenmesi gerekir. Söz konusu yapımların halkı nasıl suça ve şiddete sürüklediği fark edilmelidir. İlk soruda bahsettiğim işkenceci Türk algısının Batılılar tarafından gerçekleştiriliyor ve bize barbarca bir kimlik bahşediyor olması, bizim de bu kimliği benimsememizle sonuçlanmamalı. Kendi kendimizi ötekileştirmemeliyiz. Türklerin kendisini suçla, şiddetle, nefretle ve tüketimle değil akılla, düşünceyle ve üretimle ortaya koyması gerekir. Türkleri kötü gösteren yapımların Batılı yapımların engellenmesi de etkili değildir, bu uygulama en fazla kafasını kuma gömen devekuşu kadar etkili olacaktır. Engellemeler yerine temsil biçimlerini ve üretim şekillerini değiştirmemiz gerekir.
‘BİR MİLLETİN KENDİNE İNANCI KALMAMASI İLERLEME FİKRİNİ SÖNÜMLENDİRİR’
- Türkiye, Latin Amerika ve Batı Asya’da en çok izlenen yabancı dizileri üretiyor. Dizi ihracatında da ABD’nin hemen arkasında yer alıyor. Dizilerin bu kadar ilgi çekmesinin sebepleri nelerdir? Aynı ilgiyi Batı’dan göremiyor olmamızın sebebi nedir? Bu noktada tanıtım eksikliğimizin olduğunu düşünüyor musunuz?
Türkiye’nin dizi ihracatı önemli seviyelerde. Bunun sebebinin 1970’lerde ve 1980’lerde Brezilya pembe dizilerinin yarattığı etki olduğunu düşünüyorum. Genç yaşta o dizileri izleyenler, bugün yerelleştirilmiş biçimde benzer içeriklerde dizi ve filmler çekiyorlar. Bu dizi ve filmlerin küresel anlamda kendisine zemin bulması da tüm dünyada Latin Amerika kökenli entrika temalı pembe dizilerin 2000 öncesi dönemde benzer biçimde ortak bir kültürel zemin oluşturmuş olmasıdır. Başka bir sebep de ötekileştirilen kültürlerin, yani Batılı olmayan coğrafyaların kısıtlı bir anlatım hakkına sahip olmalarından dolayı benzeşmeleri ile alakalıdır. Örneğin, Türklerin uzayda geçen bir aksiyongerilim filmi yapıyor olması tepkisel olarak normal karşılanmayabilir, çünkü uzayda ‘ciddi’ konulu bir filmin sadece ABD, belki Rusya ve Çin tekelinde olabileceği düşünülür. Türkler eğer uzaya çıkıyorsa, bu filmin türü en fazla komedi olarak algılanabilir diyorsak, o zaman bahsettiğim ideolojik söylemlere yeterince maruz kalmış ve kendi kendimizi ötekileştirmişiz diyebiliriz. Bir milletin kendine inancı kalmaması ve hatta kendisiyle çağdaş konularda alay ediyor olması, ilerleme fikrini en baştan sönümlendirir. Dolayısıyla Türklere, Latin Amerikalılara, Batı Asyalılara kalan şey ise, hizipçilik, entrika, ihanet üçgeninde geçen daha basit hikayeler olmaktadır.
DEVLETİN DAHA AKTİF ROL ALMASI GEREKİYOR
- Bir öz eleştiri yapacak olursak, dünyanın en fazla televizyon izleyen ülkelerinden biri olan Türkiye’de dizilerde kadın cinayetleri, şiddet eğilimli sahneler ve bekaret temalı içerikler göze çarpıyor. Bu tür örneklerin yansımaları nasıl olmaktadır? Ekranlarda görmek istemediğimiz bu tür görüntüler için ne gibi adımlar atılmalı?
Demin de belirttiğim üzere, RTÜK eğer bir müdahalede bulunacaksa, kamu yararını gözetmeli ve toplumu yozlaştıran, şiddeti, eğitimsizliği ve entrikayı yücelten yapımların kamu yararı taşımadığı kanısını tespit edebilmeli. Sansür mekanizması bu anlamda doğru bir mekanizma değil ancak film ve dizi sektöründeki alternatifsizlikler sektörün emekçilerini bu tarz yapımlarda çalışmaya zorlamakta. Öteki türlü geleneksel yapıya zarar verecek dikkat çeken ve çektiği dikkat ile reyting sağlayan yapımların toplumda kalıcı zararlar verdiğini görmekteyiz. En büyük zararın ise kadına yönelik şiddette olduğunu görüyoruz. Kadınların nesneleştirilmediği, takas için kullanılmadığı, konuştukları vakit sadece entrika yapan varlıklar olarak tanıtılmadığı yapımlara ihtiyaçlar var. Bunun için devletin daha aktif rol alması gerekmekte.
- Korona günlerinde okurlarımız için dizifilmbelgesel önerilerinde bulunabilir misiniz?
Belgesel olarak Planet Earth ve Planet Earth II mutlaka izlenmesi gerekenlerden. Netflix’teki Pandemic: How to Prevent an Outbreak, Kirli Para, Gıda Suçları ve Doğal Olmayan Seçilim’i de tavsiye ederim. Kurmaca olarak Breaking Bad’in devamı olan Better Call Saul dizisini, Babylon Berlin’i, Genç Papa’yı, Mindhunter’ın iyi yapımlar olduğunu söyleyebilirim.
Ayrıca BluTV’nin de önemli atakları var bu dönemde. Çok güzel Türkçe içerikler mevcut. Bu içeriklerin izlenmesi ve biliniyor olması önemli. Kelebekler, Sofra sırları, Benim Varoş Hikayem, Masumiyet, Yeraltı, Aynen Aynen, Kafayı Yersin gibi yapımlar mutlaka izlenmeli. Son dönem Türk sinemasının yeni parlak yönetmenleri de yakın takibe alınabilir. Karantinada günde iki film veya dört bölüm izlenmesi mümkün.
- Son olarak eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Kültür sanat ürünlerine daha çok önem verildiği, toplumdaki etkilerinin yadsınmadığı dönemlerin gelmesini temenni ediyorum ve Kovid19 salgınının olduğu bugünlerde herkese sağlıklı günler diliyorum.