Zeytin Dalı Harekâtı için Afrin’e doğru yola çıkan bir Mehmetçiğimiz şu sözlerle göğsümüzü kabartmıştı: “Biz 7 yaşında, yağmurun altında titrerken, ‘Varlığım Türk varlığına armağan olsun!’ derken şaka yapmıyorduk.”
Metinlerimiz ve marşlarımız, milletimizi millet yapan, bizlere milli maya veren önemli değerlerimizdir. O metinler, masa başında değil, askeri ve siyasi cephelerdeki çarpışmalarda, kan ve ter içinde yazılmıştır. Tüm okulun önüne çıkıp 300 kişiye Andımız’ı okutmak, sınıfça Gençliğe Hitabe’yi okumak, İstiklal Marşı okunurken bayrağımızı göndere çekmek… Hepsi bizlere büyük heyecan verir ve milli şuurumuzu geliştirir.
O SESLENİŞİ DUYDUĞUMUZ AN
Yıllardır tahtanın üzerinde duran Gençliğe Hitabe çerçevesi, soyut düşünme yetimizin gelişmesiyle, her şeyi sorguladığımız, “hayatın gerçekleri”yle buluştuğumuz lise sıralarında gözümüze farklı görünmeye başlar. Ders sırasında aniden “Ey Türk gençliği!” kulağımıza çalınır. Bugüne kadar Gençliğe Hitabe’nin anlaşılmadığını, insanların her yerde asılı duran bu metne karşı nasıl bu kadar duyarsız olabildiğini, Gençliğe Hitabe’yi ilk anlayan insan olduğumuzu, “İçinde bulunduğumuz imkân ve şeraiti düşünmeden” hemen harekete geçmemiz ve herkesi harekete geçirmemiz gerektiğini hissederiz ve heyecanlanırız.
2014 öncesi ülkemizin içinde bulunduğu durum tam da Gençliğe Hitabe’deki gibiydi. Ergenekon, Balyoz ve daha nice cebir ve hile ile komutanlarımız zindanlara, askerlerimiz kışlalara kilitlenmiş, bölücü/sözde çözüm süreciyle ülkemiz bölünmenin eşiğine getirilmiş, tersanelerimize, kozmik odalarımıza girilmiş, Gladyo güdümlü gerici, bölücü ve liberal cumhuriyet düşmanları tarafından, aziz vatanımız fiilen işgal edilmişti. Türkiye uçuruma sürükleniyordu. İşte bu ahval ve şerait (olaylar ve durumlar) içinde vazifeye atılan 7’den 70’e yüzlerce öncü ve milyonlarca genç, 150 yıllık İttihatçı geleneği başta olmak üzere damarlarındaki köklü tarihinden beslenerek Türkiye’nin seyrini değiştirdi.
'VAZİFE'Yİ SOMUTLUYOR
Bu mücadele ve değişim paragraftaki gibi bir solukta olmadı elbette. TGB’nin kapısından ilk adımı attığımızda Mustafa Kemal’in başka bir hitabesiyle daha tanıştık: Bursa Nutku.
Bursa Nutku, Atatürk’ün Bursa ziyareti öncesi yapılan bir gerici kalkışmanın sorunlu bastırılmasından dolayı Atatürk’ün uyarı ve derslerinden oluşmaktadır. Gençliğe Hitabe’yle özü itibariyle aynı olan bu nutuk, “imkân, şerait ve vazife” kısmını bir genelge gibi somutlayarak açıklıyor: “Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine ve doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; Cumhuriyeti ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, 'Bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, yargısı vardır' demeyecektir; hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir' diye düşünecek fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek: “Demek adliyeyi de ıslah etmek, Cumhuriyete göre düzenlemek lazım.’
Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber beraber bana, İsmet Paşa'ya, meclise telgraflar yağdırıp haklı ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Müdahale ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve sorumluları düzeltmek de benim vazifemdir.’
İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!”
2014 öncesi süreç tam da böyle işliyordu. Fetullahçı Gladyo, özellikle 12 Eylül’den itibaren ordu, yargı ve polis teşkilatları başta olmak üzere devlet kurumlarına sızıyor ve Amerikancı hükümetler tarafından önü açılıyordu. TGB Kurucu Genel Başkanı Adnan Türkkan, üniversitelerdeki şehit yürüyüşleri ve Mehmetçik eylemlerinden dolayı FETÖ kumpaslarında yargılanıyordu. Üniversitelerde bölücülere ve gericilere karşı çıkan, “Görevi Atatürk’ten alan” TGB’liler, üniversite ve lise yönetimlerinin hedefi oluyordu. Polis teşkilatında hâkimiyet kuran FETÖ, asıl suçluları bırakıp TGB’lileri, vatansever siyasetçileri gözaltına alıyor, mahkûm etmeye çalışıyordu. Ordu, FETÖ kumpasları karşısında gereken tavrı almıyor, Türk ordusu tasfiye ediliyordu.
Görevi Bursa Nutku’ndan alan TGB’liler, “Fetullahçı Çete Dağıtılacak!” şiarıyla devlet kurumlarındaki FETÖ’yü hedef gösterdi, liselerden üniversitelere “izinsiz” mücadelelerle, bölücülüğün ve gericiliğin daima karşısında durdu. “İnanç ve kanaatinin gereğini” yapan TGB’liler, “bu haksızlıkları meydana getiren sebep ve sorumluların” üzerine yürüdüler. Sonucunda da Silivri duvarları yıkıldı.
Bu duvarlar çimento ve tuğladan oluşan duvarlar değildi, siyasi bir duvar yıkıldı ve sonuçları da siyasi oldu. Geldiğimiz noktada yargı, polis ve ordu içindeki FETÖ’cüler tasfiye ediliyor. Geçmişte TGB’yle uğraşan, karşımıza çıkan kim varsa (rektör, savcı, polis, öğretmen, gazeteci) bugün kamudan ihraç ediliyor ve hapiste cezasını çekiyor. Üniversitelerdeki bölücüler ve PKK koruyucusu akademisyenler eriyor, okullarımızda vatanseverlik rüzgârı esiyor. Türk gençliği olarak, cumhuriyet düşmanlarının tepesine binme ve “sürecin sebep ve sorumlularını düzeltme” görevimizi büyük ölçüde yerine getirdiğimizi görüyoruz.
SORUMLULUKLARIMIZ BİTTİ Mİ?
Türk milletinin ordusu ve yargısı, Amerika güdümündeki FETÖ ve PKK’nın üzerine kararlılıkla yürüyor. Polis, vatanseverleri değil asıl suçluları götürüyor; yargı, FETÖ kumpaslarından beri yargılanan vatanseverliği beraat ettiriyor, Amerikancılığı mahkûm ediyor.
Ancak Türkiye’nin daha kararlı olması gereken, ciddi tehlikelere müdahale etmesi gereken yerler var. Cumhuriyet’e karşı kıpırtı ve davranışlar sürüyor. TİKKO’nun tedarikçisi Maçoğlu, belediyenin adını Dersim yapmaya kalkarak Cumhuriyet’e bayrak açıyor; Şeyh Sait meydanları ve Seyit Rıza heykelleriyle Cumhuriyet toprağında bölücülük yüceltiliyor; Anayasa planlarıyla Türk devletinin temeli olan milli kimliği tasfiye edilmeye çalışılıyor; HDP gibi bir terör partisi, gençlerimizi dağa kaçırıyor, Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmenin ve yıkmanın fırsatlarını kolluyor ve bu parti kapatılmadığı için devlet kasamızdan her seçimde 90 milyon TL hibe alıyor.
Hükümet başta olmak üzere, TBMM, yargı ve diğer kurumlarımız, bu sorunların üzerine gitmekte siyasi çekingenlikten dolayı yetersiz kalıyor. Öyleyse vazife, “devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi” Türk gençliğine düşüyor.
MİLİTAN VATANSEVERLİK
Tüm araç ve imkânlarımızla, bu sinsi bölücülüğün ve Amerikancılığın üzerine yürümek birinci vazifemizdir. Bunun iki cümlelik tarifi militan vatanseverliktir. Amerikan askerinin başına nasıl defalarca çuval geçirdiysek, İncirlik üssüne nasıl girdiysek, üniversitelerdeki PKK uzantılarının başını nasıl ezdiysek, bizleri soykırımcı ilan etmek isteyen toplantıları nasıl bastıysak, cümle Cumhuriyet düşmanı artığını da ezip geçeceğiz.
Dün, İngiliz güdümlü yürüyen gericilik, bugün Amerikan güdümünde ilerlemektedir. Dün din kisvesine bürünenler, bugün dinin yanı sıra demokrasi, adalet, Atatürk gibi kisvelere bürünerek demokrasiye, adalete ve Atatürk’e en büyük düşmanlıkları yürütmektedir. Anayasa’dan T.C. ve Türk kimliğini çıkarma girişimleri, değişen öznelerle sürmektedir. Bu girişimleri yürüten kim olursa olsun, elimizi ve dilimizi esirgemeyeceğimiz herkesçe bilinmelidir.
Tarihi, dağınık, sorumsuz, izleyici kalabalıklar değil kararlı, sorumlu ve müdahaleci azınlıklar yazar. Türk tarihi ve dünya devrimleri tarihi bunun örnekleriyle doludur. Bizleri keskin bir kılıç gibi bileyen Bursa Nutku, yakıcılığından ödün vermeden bize yol göstermektedir, bizi biz yapmaktadır. Türk gençliği olarak ant içiyoruz: Dün, yeşil ve mavi renkli emperyalizmi nasıl ezdiysek, bugün de sarı ve turuncu renkli emperyalizmi ezeceğiz. İzin ve görev belgemiz Bursa Nutku ve Gençliğe Hitabe’de açıktır. Türk gençliği, Cumhuriyet’in koruyucu bekçisi atılgan askeridir ve görevinin başındadır.