Seyit Rıza’nın, idam edilmeden önce Atatürk ile görüştüğü iddia ediliyor. Ciddi bir belgesini ortaya koyamadılar. Bu iddia son zamanlarda sıkça kullanılıyor. Bunun bir an için doğru olduğunu kabul edelim ve konuyu bu eksende ele alalım: Seyit Rıza’nın mahkemesi alelacele tamamlanır. Askersivil bürokrasi onu bir an önce asmak derdindedir. Fakat Atatürk ısrarla onunla görüşmek ister. Bir tren vagonunda bir araya gelirler. Atatürk, Seyit Rıza’yı karşısına oturtur, “eğer özür dilerse affedeceğini” belirtir. Seyit Rıza ise özür dileyecek bir şey yapmadığını, isyan etmediğini, barış için teslim olduğunu ve bir kez daha oyuna getirildiğini söyler. “Zaten sizin niyetiniz başından beri bizi yok etmekti” der. Bürokratlar araya girip bir şeyler söylerler, Atatürk onları susturur. Devamla Seyit Rıza, “silahları teslim edin dediniz, ettik; yine üstümüze geldiniz” der. Özür dilemeyi reddeder. Bunun üzerine Atatürk, Seyit Rıza’nın odadan çıkarılmasını emreder. Seyit Rıza dönüp Atatürk’e son söz olarak şunları söyler ki, bir “kahramanın” sözleri olarak HDP’liler, AKP’li medya, HDP’ci ve CHP’lilerce her yerde tekrarlanmaktadır: “Ben sizin hilelerinizi anlayamadım; onlarla baş edemedim, bu yüzden görüşmek için geldim. Ölüme gidiyorum. Bu bana dert olsun, ama ben de size boyun eğmedim, bu da size dert olsun...”
“Başından beri niyetiniz bizi yok etmekti”, diyerek psikolojik terimle “yansıtma” yapar. Bu şu demek: Başından beri biz sizden olmadık, size kendimizi teslim etmedik ve bundan sonra da Cumhuriyet’le uzlaşmayacağız. Kılıçdaroğlu’nun saygı ve sevgisini bu tavrıyla mı kazanmış?
İSYAN MESELESİ
Burada çok büyük iki yanlış var ki, birincisi şu: Seyit Rıza kendi öznelliği içinde düşünmekte ve olguyu çarpıtmaktadır. “İsyan etmemişler! Devlet üstlerine gelmiş!” Tunceli için 1935’te çıkarılan kanunu tanımamaları bir isyan değil mi? İsyan başlamadan öldürülen toplamda 33 asker, devletin üstlerine gelmesi için yeterli meşru gerekçe değil mi? Oradaki en büyük otorite madem sendin, bunu niye önlemedin? Belli ki isyana hakikaten pek hevesli değildi, belli ki bazı provokasyonlar yaşandı ve isyana gerçekten hevesli birtakım aşiretler, kişiler işi başlatınca o da kendini isyanın başında buldu. Belli ki o güne kadar yaptığı gibi herkesi aynı anda idare edebileceğini düşündü, işin bu noktaya kadar gelebileceğini hesap edemedi.
İkinci büyük çarpıtma “Silahları verin dediniz, verdik” sözüdür. Devlete “Bize hep hile yaptınız” diyen Seyit Rıza, silah teslimi konusunda da hile yapmıştır. Birtakım silahları teslim etmiş, çoğunu saklamıştır. Ya da kendi aşiretinin silahlarının yarısını vermiştir, başka aşiretler o kadarını da vermemiştir. İsyan sırasında 110 asker ölüyor. Bir kolordu verdiği zayiattan haftalar boyunca bölgeye giremiyor. Silahları teslim etmişlerse, taş atarak mı direndiler? Bu “barış süreci”nde PKK’nın silah teslim yalanına benzemiyor mu?
Bu arada başka bir şey daha saptayalım: Hani şu bildik nakarat vardır, herkes o konuda birbirini suçlar: “Devlet teröristle pazarlık yapmaz!” Devletler teröristle pazarlık yapar. İşin tabiatı budur. Bakın Seyit Rıza’yı bir isyancı, bir terörist sayıyorsanız, iddiaya göre, Atatürk o isyanın lideriyle bizzat konuşmuş! Son olarak “gereğini yapın” gibi sonucu ağır bir şey söylese de, oturduğu yerden değil, o kendine özgü nezaketiyle bunu ayağa kalkarak söylemiş.
Başka bir saptama yapmadan geçmeyeceğim: Dersimliler (geçmişte bugünkü Tunceli’den çok daha geniş bir bölgede yerleşiktiler) Zazaca konuşur ve Kürt değildirler. Kültürleri, dinmezhepleri Kürtlerden tamamen farklıdır; dilleri farklıdır, fizyonomileri bile belli ölçüde farklıdır. (Kökenlerinde Türklük olduğunu ileri sürenler de var, ama o kadarını bilmiyorum, Ari uluslardan biri olarak kabul edilirler.) Ulus olma ölçeklerine göre Kürtlerden ayrı bu grubun Kürt kabul edilmesi başlangıçtan itibaren Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisinin, akademisinin marifeti. Onlar Kürt sayıldıkça ve dışlandıkça Kürtleşmişler. Etnik Kürtçüler de bundan faydalanmış ve onları kendi etnisitelerine katmaya çalışmışlar. Kürtler de kardeşimiz ve hiçbir etnik grup birbirinden üstün değildir, görüşündeyim. Ama siz yüzyıl boyunca bir armuta elma derseniz, o da sonunda kendini elma sanmaya başlar. PKK da bundan yararlandı, doğduğu günden beri Tunceli bölgesini kendine üs seçti, oralarda Tuncelili solcuları öldüre öldüre egemenliğini kurdu. Siyasi ve kültürel asimilasyonunu büyük ölçüde başarıyla tamamladı.
İSYANIN BASTIRILMASI MEŞRUDUR
Devletin Dersim İsyanı’nı bastırması meşrudur. Aksi görüşte olanlar elbette istedikleri gibi düşünüp söyleyebilirler, ancak onu söyleyenlerin Atatürk’ün partisinin başında bulunması başlı başına bir sorundur. Siyasi sahtekârlıktır. “Acılar” deniyor, “acılar üstünden siyaset yapmayın” deniyor. Ama en başta CHP üst yönetimi, Kılıçdaroğlu bunu yapıyor. Bununla güç toplayıp, bunu işleyip, gündeme getirilince başkasını suçluyor. Dersim İsyanı’nın bastırılması meşru mudur, değil midir? Eğer bu isyan değilse o zaman CHP yönetiminin, başta Atatürk olmak üzere büyük suçudur. Böyle diyebiliyor musunuz? Bu en temel soruya, CHP yönetimi cevap vermeyecek de onlar yerine biz mi vereceğiz? En büyük Atatürkçü geçinen, Atatürk’ün partisinin başında durmanın nimetlerinden faydalanan, seçimlerde böyle oy toplayan ve bu yüzden devletten dünyanın parasını alan biz miyiz, sizler misiniz?
Acılara gelince, askerin isyan bastırılırken ve bastırıldıktan sonra aşırı şiddet kullandığına ilişkin çok sayıda söylem, dedikodu ve belge var... Sivillere de bilerek şiddet uygulandığı, bir kısmının öldürüldüğü yönünde bilgiler mevcut. Zaten bastırma sırasında kaybettiğimiz 110 askere karşı, çok sayıda isyancının öldürülmesi, içlerinde kadın ve çocukların da bulunması gayet şüpheli bir durum ve içimizi sürekli sızlatıyor, zihnimizi tedirgin ediyor. Hani “Ermeni tehciri” konusunda haklı olarak diyoruz ya: Siyaset malzemesi yapmayalım, tarihçiler, bağımsız tarihçiler konuya el atsın, belgeleri incelesinler, sonuçlarını kamuoyuna açıklasınlar... Özür dilemek mi gerek, ne kadar dilemek gerek, kim kimden ne kadar özür dileyecek, belli olsun. Aynı anda veya hemen sonrasında Osmanlı ne yaptı; PKK Tuncelililere ne yaptı, yapmaya devam ediyor; onlar da masaya yatırılsın.
DÜZGÜN ZEMİNDE TARTIŞMALI
Kültürel zeminde kalmak üzere her şahsiyet olumlu, olumsuz düzgün tartışılabilse... Fakat imkânsız! Kamplaşma ve terörün her kesimi çirkin siyasete, yalana mahkûm ettiği ortamda bu imkânsız. O yüzden şeriat tehlikesinin, laiklik karşıtlığının en büyük iki sorundan biri olduğu bir ülkede Şeyh Sait heykeli dikemez, onu övemezsiniz. Buna izin vermemek gerek.
PKK vahşetinin binlerce can aldığı bir ülkede, HDP’liler Seyit Rıza heykeli dikiyorsa, bu tabii ki yalnızca kültürel bir girişim değildir, HDP zihniyetinin ele geçirdiği CHP’nin ona sahip çıkması rastlantı değildir. Tehlikeli kışkırtmadır. Siyasi anlamda Tunceli’ye durmadan “Dersim” demek, Cumhuriyet’e meydan okumadır. Cumhuriyet’e siz meydan okurken iyi, AKP okurken kötü, yok öyle saçmalık!
Kılıçdaroğlu sanki Seyit Rıza’nın reenkarnasyonu. Onun gibi inatçı...
Umalım ki daha ileri cesaret sınavlarına tabi tutulmaz. Kılıçdaroğlu da Seyit Rıza gibi sözüne güvenilmez, bir dediği bir dediğini tutmaz biri. İkisi de güç ele geçirdikleri yerde diktatör.
Seyit Rıza da herkesi aynı anda idare edebilen bir kişilik. Bir yere kadar. Cumhuriyet’e, devlete bağlılığını dile getiriyor, övgüler düzüyor. Aynı anda İngiliz ajanlarıyla sıkı fıkı... Ermeni komitacılara bağış veriyor. Kürt ayrılıkçılara sürekli göz kırpıyor. Yaptım diyor, yapmıyor; yapmadım diyor yapıyor.
Kılıçdaroğlu çok daha büyük oynuyor. Altı Ok dışında her şey egemen partisinde, Atatürk’ten de vazgeçmiyor. Amerikan Mandacılarını her köşe başına yerleştirmiş, işine geldikçe solculuk taslıyor. AKP’ye kafa tutuyor, bir yandan AKP’yle örtülü ortaklık yapıyor. İktidara verip veriştiriyor, iktidarın pek çok imkânını iktidar gibi kullanıyor. İçinde ruhuna işlemiş bir mağduriyet sancısı...
Mağduriyet ön kabulüyle dünyaya bakanlar intikam için kendilerine her şeyi hak görürler. Yaşama mezhep gözlüğüyle bakıyor, ama sürekli laiklikten söz ediyor. Cumhuriyet sözcüğünü ağzından düşürmüyor, ama en mutlu göründüğü anlar Cumhuriyet düşmanlarıyla bir araya geldiği zamanlar, onlarla sohbet ederken gözlerinin içi gülüyor. BİTTİ