Ercan Dolapçı
Sarıkamış Harekâtı kimilerinin dediği gibi, Enver Paşa'nın ''maceracı'' bir atılımıyla mı gerçekleşti; yoksa zorunluluk muydu? Enver Paşa ''Baharı bekleyelim'' sözleri için ''Düşman sizi bekler mi?'' sözüyle yanıt vermişti. Enver Paşa bu amaçla işin başına geçer ve o büyük harekâtı başlatır. Amaç Doğu Cephemizde bulunan yaklaşık 180 bin mevcutlu Rus Kafkas Ordusunu kuşatmak ve savaşın başında ağır bir darbe vurarak Doğu Cephemizi rahatlatmaktı. Ayrıca müttefikimiz Almanlara da yardım etmekti... Çünkü 29 Ekim 1914 günü Osmanlı donanması, Rusya'nın Karadeniz'de bulunan iki önemli limanını ve burada bulunan donanmasına saldırmış ve onlara ağır bir darbe vurmuştu. Bunun üzerine 1 Kasım günü harekete geçen Rus Ordusu, Doğu Cephemizde Van ve Ağrı'ya doğru ilerlemeye başlamıştı. İşte harekâtın amacı bunu durdurmak ve Rus Ordusuna darbe vurmaktı. Harekâtın şekli, arkadan kuşatarak imhadır! Bu harekât tarzı, daha savaşa girilmeden hazırlanan Şavaş Harekât Planı'nda vardır!
SAVAŞ HAREKAT PLANI
Osmanlı İmparatorluğu 2 Ağustos 1914 tarihinde Almanya ile gizli olarak yaptığı bir antlaşmayla Müttefik olur. İlginçtir, bundan önce 7 Haziran 1914 tarihinde Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa, bir savaşın çıkması durumunda Osmanlı Ordusunun nasıl kullanılacağı sorusu üzerine, Alman Askeri Heyeti Kurmay Başkanı ve Genelkurmay 1. Yarbaşkanı Bronsart von Schellendorf'a Sefer Plânı hazırlatır. Bu plânı incelediğimizde, Cihan Harbi içinde yapılan bütün harekâtların önceden üzerinde çalışıldığı ve nasıl hareket edileceği kararlaştırıldığı görülüyor. Aynı saptamalar ve hareket usulleri daha sonra hazırlanan Savaş Harekât Planları'nda da yer alıyor. Yani Enver Paşa'nın macerası değil, müttefikimiz Almanlarla birlikte hazırlanan plân çerçevesinde hareket ettiği açıkça görülmektedir.
Almanlarla Müttefik olduktan sonra 20 Ağustos 1914 günü Bronsart von Schellendorf'a hazırlatırılan Savaş Harekât Planı şu önemli başlıkları taşımaktadır:
1 Odesa kıyılarına çıkarma hareketi için Türk donanmasının Karadeniz'de üstün olması ve Romanya'nın Osmanlı devleti ile dost ve tarafısız olması gerekir.
2 Kafkasya'dan Rusya'ya karşı yapılacak bir hareket, savaşın akışında etkili olamaz. Bu cephede yalnız 3. Türk Ordusu ile yapılacak taarruz, üstün Rus kuvvetleri ile kuvvetli Rus tahkimli bölgesine çatar. 3. Ordu kış savaşına hazır değildir ve lojistik işleri zor olur. Bu bakımdan 3. Ordu şimdiden bütün hazırlıklarını yaparak Kafkasya'dan gelecek taarruzlara karşı koyabilir. Eğer Ruslar, Kafkasya'daki kuvvetlerini azaltırsa o vakit bu ordu Kafkasya istikametinde ilerler.
3 8. Ordu, gerekli görülmesi halinde 12. Kolordu ile birlikte Mısır'a taarruz eder. Bu suretle İngiltere'nin en hassas yerine vurulacağından savaşa etkisi büyük olur.
4 Balkan devletlerinin durumu anlaşılıncaya kadar, Trakya ile İstanbul civarında ve Marmara bölgesinde büyük kuvvetler bırakmak gerekir.
5 Savaş ilan edilmeksizin Rus donanmasına baskın yaparak deniz hakimiyeti kazanılmalı, harekât zamanı, Amiral Suşon'un görüşüne tabidir.
6 Mısır'a taarruz edilmeli. (...) Romanya Türklerle birlikte olursa, Romanya ordusuyla beraber Rusya'ya karşı taarruz etmeli. (E. Tuğg. Cemal Akbay, Osmanlı İmparatorluğu'nun Siyasi ve Askeri Hazırlıkları ile Harbe Girişi, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara, 2014, s.159162.)
7 Hemen savaşa başlamayı askeri sebepten çok, siyasi durum gerektirebilir.
PLAN DEĞİŞİKLİĞİ
Kafkasya'daki harekâtı Alman ve Türk subayları aralarında tartışır. Alman General Liman von Sanders, Kafkas harekâtının Avrupa cephesine bir faydasının olmayacağını ve ordunun kış şartlarında bir harekata girişmemesini savunur. Alman ordusu Batı Cephesi'nde Fransızlara karşı sıkışınca Kafkas Cephesi harekâtı gündeme gelir. Rusların buradan rahatsız edilerek, Batı cephesinden büyük kuvvetleri buraya sevk etmesi hedeflenir. Bunun için de o meşhur Sarıkamış Harekâtına karar verilir. Türk Genelkurmayında 6 Eylül 1914 günü Savaş Harekat Planı'nda bazı değişiklikler yapılır. Buna göre Kafkas Cephesi için şu karar alınır: ''3. Ordu, Rusların taarruzu halinde, birbirinden ayrılmış Rus kuvvetlerine taarruzla karşı koyacaktır. Ruslar taarruz etmezse, ordu Kafkasya'ya taarruz edecek ve bu taarruz ArdahanBatum istikametinde yönlendirilecektir.'' (Age, s.163.)
Bu palanda ayrıca Yavuz muharebe gemisinin ise baskın hareketiyle, deniz hakimiyetini sağlayacağı umuluyordu. Daha önce lağvedilmesine karar verilen Erzurum Kalesi'nin de teşkilatının muhafazası için karar verilmişti. Kanatlardan biri bu müstahkem mevkiye dayanarak manevra yapacaktı. 3. Ordu, Sarıkamış'taki Ruslar mağlup edilmeden, Ardahan ve Batum'a gidişi olası görmüyordu. Başkomutanlık Karargâhı da bu defa bu teze katılır.
Genelkurmay 2. Yarbaşkanı İsmali Hakkı Bey'in, 4 Eylül 1914 günü hazırladığı Savaş Plânı'nda Avrupa Cephesi'nde savaşın iyi sonuçlanması için müttefikimize etkili bir şekilde yardım etme amaçlanır. Boğazlar ve İstanbul'un karadan ve denizden savunulması esas alınır.
BAHARA KADAR SAVAŞA GİRMEME
Savaşın seyrine göre Savaş Planları değişir... 21 Ekim 1914 günü yapılan yeni planda ise ''İlkbahara kadar hazırlıklarını bitiren Türk Ordusunun her tarafta önemli işler göreceği'' saptanır. Bu sürede, yine Boğazlar ve Trakya'da kuvvetli birliklerin bulundurulması kararlaştırılır. Hafız Hakkı Bey'in bu planlarında, bölgede 89 kolordunun tutulması hedeflenir. Osmanlı hükümet erkânı arasında, Başkomutanlık Karargâhında bahara kadar savaşa girmemek fikri kuvvetlenmekteydi. Alman Genelkurmay'ı ise Kafkasya ve Mısır'da taarruz edilmesini ve buralarda İngiliz birliklerinin tutulmasını istiyordu. İşte bu süreçte Almanların bastırmasıyla, 29 Ekim günü meşhur Karadeniz harekâtı gerçekleşti ve savaşa girdik... Akabinde de Sarıkamış Harekâtı yapıldı. Osmanlı yöneticileri 2 Ağustos 1914 günü imzaladıkları müttefiklik antlaşmasını olabildiğince gizleyerek bu sürede harbe hazırlıklarını tamamlamak istiyordu. Bunu da başardı. Ancak Avrupa Cephesi'ndeki savaşın kaderi bizim de buradaki tutumumuzu etkiledi. Müttefik olduğumuz için daha fazla beklemeden savaşa girmek zorunda kaldık. Bunu Talat Paşa anılarında detaylı açıklar... Şimdi Sarıkamış Harekatı'na bu eksende bakabiliriz:
RUSLARA KARŞI BAŞARI İSTENİYORDU
Birinci Dünya Savaşı başladığında asıl cephe AlmanyaFransa arasındaki Batı Cephesiydi. 'Savaşın kaderini de burası belirleyecek' deniliyordu. Savaş burada kilitlenince Almanya, büyük kuvvetleri Türkiye etrafında tutmak için, Osmanlı'nın acilen savaşa girmesi için bastırdı. Bunu da başardı. Karadeniz'deki taarruzdan sonra 1 Kasım 1914 günü Rus ordusu sınırımızı aşarak Anadolu içlerine harekete geçti. Bölgede Rusların 180, bizim de 120 bine yakın kuvvetimiz vardı. Aralık ayına kadar süren küçük çaplı hareketlerde Türk birlikleri başarılar elde edince, Rusların yenileceğine olan inanç arttı. Bunun üzerin bölgede büyük çaplı taarruz fikri gelişti. İstanbul'da bunun da kararı alındı. Bölgeden görüş istendi. 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa harekâtı zamansız bulduğunu açıkladı. Hazırlıklar da yeterli değildi. 'Bahar ayı daha elverişli' dedi. Enver Paşa, ''Düşman bizi bahara kadar bekler mi?'' diyerek cevap verdi. Hazırlıkları ve durumu yerinde görmek için bölgeye geldi. Alınan kararı uygulayacak komutan olarak da Hafız Hakkı Paşa'yı atadı. Kendisi de işin başına geçti. 33 yaşındaydı...
Hareket 22 Aralık günü başladı. Çok iyi sonuç da alındı. Ruslarda yer yer panik bile başladı. Ancak kışın ağır şartları ve aşırı soğuk yürüyüşü bile engelliyordu. Herkes zoru başarmak ve Rus birliklerini kuşatarak zafere ulaşmak istiyordu. Ramak kala 2627 Aralık 1914 gecesi tarihi donmalar baş gösterdi ve binlerce askerimiz vuruşamadan şehit oldu. 9'ncu Kolordu tamamen tükendi ve kalanlar da esir düştü... Enver Paşa 10 Ocak günü geri döndü. Harekât 15 Ocak 1915 günü son buldu. Hafız Hakkı Paşa, 15 Ocak 1915 günü tifüsten şehit oldu. Savaşa katılan askerlerimizin çoğunun üzerinde gömlek, torbasında ise kuru ekmek ve zeytin vardır...
ALMAN GUZE'DEN İTİRAF
Üçüncü Ordu 2. Kurmay Başkanı Alman Yarbay Guze, anılarında şunları anlatır: ''Polonya'daki Alman ve Avusturya kuvvetlerinin yükünü azaltmak için bu cephede mümkün olduğu kadar çok Rus kuvvetinin tespit edilmesi gerekliydi.'' (Birinci Dünya Savaşı'nda Kafkas Cephesi'ndeki Muharebeleri, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara, 2007, s.30.)
Guze devam eder: ''Başırısızlığa rağmen teşebbüsündeki cesaret etkisini gösterdi. Türkler şimdi çok zayıf oldukları halde, Ruslar bu savaş sahasındaki kuvvetlerini devamlı takviye ediyorlar. (...) Rusları korkutmak gibi uygun biri sonuç da elde edilmiş oluyordu. Ruslar bundan sonra çok ihtiyatlı hareket ettiler ve savaşın devamı süresince aşırı hiçbir harekete teşebbüs etmediler,'' (age. s.41.)
Guze'nin önemli tespitlerinden birisi de, Sarıkamış hareketinden sonra Rusların, İngilizlerden yardım istemeleridir. Bu da ''Çanakkale girişimini doğurdu'' diyor.
LEVERKUEHN'DEN TÜRKİYE'NİN SAVAŞ GÖREVİ
Yine bölgede görev yapan Alman subay Paul Leverkuehn, savaşta Türkiye'nin görevini şöyle özeltiyor: ''Türkiye 2 Ağustos 11914 tarihinde Almanya ile, askeri baskı uygulama yoluyla Rusya'yı Almanya'nın safına çekmeyi öngören bir anlaşma imzalamayı göze almıştı. (...) Türkiye'ye üç esaslı görev düşüyordu: Tali savaş alanı olarak Türkiye'nin sınırlarında mümkün olduğu kadar çok düşman gücünü bağlı tutmak.'' (Paul Leverkuehn'ün anıları, Sonsuz Nöbette Görev, Çeviren: Zekiye Hasançebi, Arba Yayınları, İstanbul, 1998, s.15.)
Leverkuehn'e göre, Osmanlı'da bulunan 40 misyon subayının görevini ise şuydu: ''Türkiye'nin ilk görevi olan mümkün mertebe güçlü düşman kuvvetleriyle temas sağlama görevinde kullanıldılar.'' (age., s.17.)
MAREŞAL ÇAKMAK'IN DEĞERLENDİRMESİ
Mareşal Fezvi Çakmak Paşa, Harp Akademisi'nde 1935 yılında verdiği derslerde, Almanların Cihan Harbi içinde alttan alta kendi çıkarları için çalıştıklarını ve bunun da savaşın gidişini etkilediğini vurgular. Enver Paşa'nın alınan bir kararı en iyi şekilde uygulamak için komutayı üstlendiğini de belirten Çakmak, Sarıkamış'ı ise şöyle değerlendirir: ''Bu sırada Almanlar, Kafkasya'da ve Süveyş'e taarruz ederek, Rusları ve İngilizleri oldukları yerde durdurmamızı istiyorlardı. Hafız Hakkı Paşa'nın kışı muharebe yapmadan geçirmek istemesi, ülkenin içinde bulunduğu kaynak sıkıntısı itibarıyla uygundu. Diğer bir sepep olarak da durumun kritik olmasından ötürü, olumsuz bir sonuç çıkması halinde, harbe girmemiş bulunmaktı. (...) Falkenhayn zeki birisi olduğundan, kararı son ana kadar gizlemeyi biliyordu. Başından beri, Süveyş'te İngilizleri, Kafkasya ve İran'da da Rus kuvvetlerini bizim üzerimize yöneltmek düşüncesiyle hareket ediyordu. Mısır, Kafkasya, İran ve Hindistan'ın tehdidi, İngilizlerin Çanakkale harekâtını çabuklaştırmıştır.'' (Mareşal Fevzi Çakmak, Birinci Dünya Savaşı'nda Doğu Cephesi, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara, 2005, s.17.)
KAYBIMIZ NE KADAR?
Yarbay Guze'ye göre kaybımız şöyledir: ''Taarruz büyük bir felakete sebep olmuştu. Yaklaşık 30 bin insan geri dönmüştü, Bazı kaynaklara göre Ruslar tarafından 27 bin esir alınmış, 30 bin ölü bulunmuş. Diğer bilgilere göre esirlerin miktarı 3 bin 500, gömülen ölülerin miktarı ise 11 bin kadarmış.'' (Guze., s.41) Bölgede görev yapan Mareşal Fevi Paşa'nın verdiği bilgi de Guze'yi doğrular niteliktedir: ''Sarıkamış Harekâtı'nda ordunun yarısının, yani 60 bin askerin öldüğünü kabul etmek doğru olur.'' (Çakmak., s.74) Genelkurmay Başkanlığı İnternet Sitesi'nde verilen bilgiye göre bu muharebelerde Rusların zayiatı 30.000, Türklerin zayiatı ise 60.000 kadardır. Ruslar; Türklerden 200 subay, 7000 eri esir, 20 makineli tüfekle 30 topu ganimet olarak almışlardır. Bu muharebeler sonucunda Doğu Anadolu, Rusların işgaline maruz kalmıştır. Ayrıca savunmasız durumda kalan vatandaşlarımız katliama uğramıştır.
DAHA KUVVETLİ CUMHURİYET YARATMIŞTIR
Peki bunca kanı boşuna mı akıttık. Bunu da Mareşal Çakmak şöyle değerlendiriyor: ''Bu muharebelerde çok değerli arkadaşlarımızı kaybettik. Çok kanlar döktük. Dökülen bu kanlar boşa gitmemiştir. Birinci Dünya Harbi'nde diğer cephelerde olduğu gibi, buradaki çetin muharebelerde de bize çok değerli deneyimler kazandırmış; istiklâl ve hürriyet uğrunda canını esirgemez bir millet olduğumuzu dünyaya ipsat etmiş; Osmanlı İmparatorluğu yıkılmakla beraber daha kuvvetli bir Cumhuriyet yaratmıştır.'' (Çakmak., s.252)
ALMANLAR İLE MÜTTEFİKLİK MESELESİ
Birinci Dünya Savaşı'nda bugün de tartışılan önemli bir konu da Osmanlı'nın Almanlarla birlikte harbe girmesi meselesi... Bu konuda Alman komutanlardan General Kressenstein önemli açıklamalarda bulunur.
1914 yılında İstanbul'a gelen ve Alman askeri heyetinde görev yapan General Baron Kress Von Kressenstein (24 Nisan 1870 16 Ekim 1948), 1918 yılına kadar Türkiye'de bulundu. Özellikle Kanal Harekâtı'nda görev yaptı. Sina Gazze Cephesi'nde de savaştı. 8. Ordu'nun Komutanlığına kadar yükseldi. Osmanlı ordusunun kıymeti ve müttefiklik konusunda şu değerlendirmeyi yapar:
''2 Ağustos 1914'te Osmanlı İmparatorluğu ile merkez devletleri arasındaki ittifak muahedesi Sadrazam Sait Halim Paşa'nın konağında akşam geç vakit imza edildi.
Daha 1914 senesi başında Türkiye hükümeti, Almanya'ya bir ittifak teklifinde bulunmuştu. Fakat o vakit gerek İstanbul'daki Alman sefareti, gerekse Berlin'deki hariciye nezareti, bir ihtilâl ve üç talihsiz harp neticesinde zayıf düşmüş olan genç Türk hükümetinin ittifak kudretinin kifayetsizliğini düşünerek, Türkiye ile bir ittifak akdinin reddedilmesini uygun görmüşlerdi. Fakat imparatorun uzak görüşlülüğü sayesinde, bu husustaki bütün bağlar koparılmamış ve uzatılan müzakerelerle, harp başlar başlamaz ittifakın yapılması gene kabil olabilmişti. Türkiye o zaman harp yorgunu idi. Ne ordu, ne de memleket harbe hazır değildi. Kamu efkârı da hiç bir suretle, merkez devletleri ile bir ittifak akdine hazırlanmamıştı.
Bütün muhalif cereyanlara karşı koyarak Türkiye'nin merkez devletlerine iltihakını temin eden iki zatın, Harbiye Nazırı Enver Paşa ile, Dahiliye Nazırı iken daha sonra Sadrazam olan Talat Paşa'nın bu işteki hizmetleri, cidden büyük takdire layıktır. Bunlar daha o vakit, İtilaf devletlerinin zaferi ile bitecek bir harpten sonra Türkiye'nin, aralarında taksim edileceğine ve bu ölümden kurtulabilmek için tek çarenin, vaktinde Merkez Devletlerine katılmakta olduğunu takdir eden pek az Türk politikacılarından idiler. Bu iki zatın takip ettiği siyaset, Türkiye'yi evvelâ ağır yenilgilere sürüklemiş olsa bile, Atatürk tarafından bugünkü Türkiye'nin kurulmasında bu yenilgilerin, kaçınılmaz bir amil olduğuna kanaatımca şüphe yoktur.
Türkiye'nin derhal harbe başlaması hususunda Alman başkomutanlığının ısrarına rağmen Türk hükümeti, bilhassa Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın tesiri altında, evvela tarafsız kalmaya ve seferberliğini ikmal ettikten sonra harekete geçmeye karar verdi.
Türk devlet adamlarının, Türkiye'nin harbe girdiği 2 Kasım 1914 tarihine kadar, memleketlerinin tarafsızlığını muhafaza etmeye ve bu müddet zarfında İstanbul'daki İtilaf devletleri mümessillerini, kendi hakiki maksatları hakkında aldatmaya muvaffak olmaları, Şark diplomasisinin bir şaheseridir...'' (Baron Von Kress, Türklerle Beraber Süveyş Kanalına, Genelkurmay Yayınları, Ankara, 1943'den aktaran; Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, C.2, 2. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1976, s.532533.)