Kaan Arslanoğlu yazdı...

Şimdi başından beri bizde histeri korosu bağırıyor. Vaka sayıları az gösteriliyor, ölümler az gösteriliyor... Vaka sayıları az gösteriliyor, doğru, çünkü az test yapılıyor. Ağustos’ta nedendir bilmiyorum, ani bir kararla test sayısını çok artırdılar, rekorlar kırıyorlar. Yine de nüfusa oranla çok düşük. O açık da kolay kapanmaz. Peki, ölüm rakamlarını neden gizlesinler ya da ne kadar gizleyebilirler? Onlara gelen Korona ölümlerini yok sayarak mı? Bu bakanlığın kayıt işleyişe uygun değil, üstelik kolay açığa çıkar. Sadece ölçütlerle ufak tefek oynayarak, bazı ölümleri Koronadan saymayarak rakamı düşürebilirler. Bunu da ne kadar yapabilirler? Öte yandan Korona pozitif olup aslında başka hastalıktan ölenlerin de Koronadan ölü sayıldığını, yani rakamların fazla gösterildiğini iddia edenler de var. Bu mümkündür, ancak zannımca çok düşük bir yüzdededir. Ölçütler sıkı tutularak ölüm sayıları biraz düşük gösteriliyor olabilir. Bu da mümkündür. Cıvık muhalefet bazen ne yapıyor, genel ölüm sayılarını, şehir şehir, geçen yılkilerle karşılaştırıyor.. aradaki farkı “işte koronadan gerçek ölüm sayısı” diye yayıyor. Bu yaydıkları rakamlar da kendilerini yalanlıyor. Çünkü matematikle işleri yok, amaç her ne pahasına moral bozmak.

Bu muhalefet, bu Türk Tabipler Birliği, bu çakma bilimciler ülkenin bir güvenlik sorunundan öte halk sağlığı sorunu haline geldi.

Bakanlığın rakamları eksik göstermesi bu dediğimiz yolla olsa olsa yüzde 1020 oranında gerçekleşebilir, yani 36 değil de 41’dir mesela. O kadar. Hadi daha da abartalım, yüzde 50 eksik diyelim. 36 yerine 54 diyelim. Bu, söz konusu manyakları tatmin eder mi? Hayır!

Bakın bunu anlamanın daha basit, ilk bakışta size bilimsel gelmeyecek (zaten ne kanıt gösterseniz bazılarının bilimine uymaz bunlar) bir yöntem önereyim. Yakın çevrenizde Korona’dan kaç kişi öldü? Kaç kişi hastalığa yakalandı? Bir hesaplayın. Benim tanıdığım, bildiğim, görüştüğüm, haber alabildiğim geniş çevremde.. ki kabaca 1000 kişi olarak hesapladım. İki kişi hastalandı. Ölüm yok. Binde 2 ve binde sıfır. Oranlar böyle. İnşallah bu tablo değişmez. Daha geniş çevremde tanıdığım, ama görüşmediğim bir doktor arkadaşın eşi öldü.

Peki Türkiye’de en ünlü 1000 kişiyi listeleyin. Sanat, sinema, müzik, futbol, siyaset, iş camiasından en ünlü 1000 kişi. Ölen var mı? Yok. Sayıyı 10 bine genişletirseniz birkaç kişi çıkar. Aklıma ilk gelen Ali Haydar Baş… her kayba üzgünüz, ama oranlar umarım artmaz, azalır. Ölüm sayıları düşük gösteriliyor korosundan, binlerce kişiden biri bile ölmedi… Ölmesinler, yaşasınlar, ama yalan söylemesinler…

Ağustos sonuna doğru salgın rakamları tekrar yükselişe geçti… Tabii hasta ruhlu histeri korosu yeniden ortalığı inletmeye başladı. Biz ölmüşüz de haberimiz yokmuş. Hastaneler dolup taşıyormuş, cenazeler yüzlerce iken 2030 gösteriliyormuş.

Bir kişi herhangi bir konuda ta başlangıçta hangi konumu almışsa, ne fikir belirtmişse çok büyük olasılıkla sonuna dek inatla aynı görüşü savunur. Buna bir fikre, bir duruşa “yatırım” denir psikoloji dilinde. Kişi bir tavrı bir kere savunmuşsa o verdiği emek boşa gitmesin diye, tüm göstergeler aksini ispat etse de inatla aynı şeyi söylemeye devam eder. O fikirle, o tutumla, o kimlikle özdeşleşme düzeneği de bu inadı pekiştirir. O tutum artık onun onur meselesi, neredeyse milli kimliğidir.

İnsanların çok büyük çoğunluğunda görülen bu düzenek salgın tartışmalarında da aynen işliyor. Herkes her gerçeği, her rakamı kendine göre yorumlayıp karşı tarafın gözüne sokmaktan adeta kıvanç duyuyor: “Baaak! Gördün mü! Ben haklı çıktım, sen haksızsın!”

Her zaman başaramasam da genellikle o kakavanlıktan kurtulmaya çalıştım. Söylediğim şeyler yanlış çıktıkça (ki övünmek gibi olsun nadiren yanlış çıkar) o fikirleri değiştirmeye, özeleştiri yapmaya, gerekirse özür dilemeye girişirim. Acaba bu salgın sırasında başlangıçtan bugüne dek söylediklerimde bir veya birkaç hata çıktı mı? Şimdi sanırım salgın hikayesinin ortasına geldik, hatta ortayı biraz geçtik. Tekrar değerlendirmenin sırası geldi.

Bundan niye gocunayım? Gocunanlara bakınca hayret ediyorum, ama o hayreti hemen geri alıyorum: İnsan BU! Salgın konusundaki komplo teorilerini eleştirdiğim, hatta sadece onlara katılmadığım için beş altı kişi, birkaçı da hakaret ederek arkadaşlıktan ayrıldı. Keza bu salgın histerik biçimde abartılıyor, dediğim için, okumadan, bilir bilmez ağır suçlamalar yapan beş altı kişi çekti gitti. Bu ikinci grup bence daha tehlikeli. Çünkü ezici çoğunluk, baskınlık onlarda. İlk grup kolayca tekmelenip uzaklaştırılırken, her yerde ikinci grubun borusu ötüyor. Salgını abartanlar arasında genel “histeri” genel “kötücüllük” tanıları dışında başka şeyler de egemen: Schadenfreude (şadifroyde) başkasının acısından zevk almak… Aslında salgın böyle patladı, şöyle yayıldı, insanlar sapır sapır dökülüyor… derken… Bundan üzülmüyorlar, gizleyemedikleri bir keyif alıyorlar. Hepsi değil ama, büyük çoğunluğu böyle… Zombirileşmiş muhalefete tam yakışan alçakça bir tutum. Bir kısmı korkudan, çaresizlikten ötürü sapıtıyor. Bazısı profesör olmak üzere kimi de tehlikeli “klinik vaka”.

İktidar bu süreci pek mi iyi yönetiyor? Eh, öteki ülkelerle kıyaslandığında başarılılar arasında… Eleştirimiz yok mu? Var, hem de ağır eleştiriler… Ama bunların çoğunu salgın sonrasına bırakmak (acilen bir şeyleri değiştirecek gücümüz olmadığına göre) yalnızca genel bazı uyarı  ve anımsatmalarla yetinmek, bizim sorumlu vatandaşlık, normal insani anlayışımız gereğidir.

Önceden salgın konusunda ne diyormuşum, özetle bunları ortaya koyayım. Bir virüs var, salgın var, tamam. Bu salgın sıradan mevsimsel griplerden daha tehlikeli, orasına da kabul. Ancak gücü, etkisi sinir bozacak, insanlığı güçten düşürecek kadar abartılıyor. Bunu medya yapıyor, bilim insanı ünvanıyla ulu orta uluyan insanlar yapıyor, en son da devletler yapıyor. Onların dolduruşuna gelen sosyal medya lafazanları yapıyor ki, birçoğunun dolduruşa gelmeye de ihtiyacı yok. Yalan yanlış sallamaktan büyük zevk alan o gürüh yapıyor. Bırakınız sallasınlar, ahaliyi korkutsunlar da tedbirlere uyulsun, diyebilirsiniz. Böyle bir faydaları az da olsa var. Biz de tedbir alınsın, tedbirlere uyulsun diyoruz. Tedbirler konusunda da diyeceklerim var… Sonraki bölümde.. Ne var ki bu felaket tellallığı ve aşırıya kaçan bazı tedbirler ne gibi zararlara yol açar? Başından beri uyardık, fakat pek az insan işin bu yönüne kafa yoruyor. Bu depresif, bu karamsar, bu panikçi, bu yalnızlaştırıcı, tecrit edici hava doğrudan Covid19’a karşı direnci düşürebilir. Başka hastalıkları ve sonu ölümle bitebilecek psikiyatrik sorunları artırabilir, dedik. Bunların verilerine ulaşmak için henüz erken.

Bir de ne dedik, önünde sonunda bu da bir mevsimsel özellik gösteren griptir dedik. Nisan’da azalmaya başlar, Mayıs sonunda sayılar belirgin biçimde düşer… Dedim. Bu tahmin ki, aslında klasik bilgidir, doğru çıktı. Yaz ortasında, Ağustos’ta pek salgın olmaz dedim. (Kuzey YarıKüre için). Bu yanlış mı çıktı, ne kadar yanlış çıktı??

Sorunun başka birkaç yönüne değindikten sonra, Ağustos ayının son rakamlarının açıklanmasıyla bu konuyu ele alacağım.      

MATEMATİĞİ BİLE ÇARPITAN DÜNYA BİLİMİ

Yüzde 3 ölüm oranı neden temelden yanlış? Çünkü başlangıçta, hastaneye ağır şikayetlerle gelenlerden kaçı ölmüş diye hesap yapılıyordu. Sonra yine ağır semptomlarla gelenlere test yapmaya başladılar ve bunun üstünden oran saptadılar. Bunun yanlış olduğunu ilkokul çocuğu bile anlar. Bunlar, hepsi.. Dünya birlik olmuş, niye böyle yapıyor? Korona virüsü alanlar sadece hastaneye ağır şikayetlerle gelenler midir? Sonradan test sayısı giderek artırldı, ama hiçbir ülkede korona bulgusu olanların tamamına test yapılmadı. Tamamı ne demek, aslında çeyreğine bile yapılmadı. Bu mümkün de değildi bir bakıma. Yöntem kendi içinde mantıklı görülebilir ama bunun “kendi içinde bir mantık” olduğu, asıl gerçeği yansıtmadığı ilan edilmeliydi. Bu kasıtlı olarak ilan edilmedi, edilmiyor. Biraz daha açalım… Virüsü aldığı halde bunu fark etmeyen, testi pozitif çıkacağı halde test yapılmayan dünya kadar insan var her ülkede. Kaç kişi? Kimse bilmiyor, bilemez. Hastalığı hafif semptomlarla ayakta geçiren yığınla insan var. Bunlara test yapılmadığı için hasta sayılmıyorlar. Ayrıca hastalanıp, hastalığı evinde geçirip test yaptırmayanlar var. Testi yalancı negatif, yalancı pozitif çıkanlar var. Daha önce hastalandığı halde test yaptırmayan, virüs bedenden çıktıktan sonra test yaptırıp negatif görülenler var. Testi pozitif vakalar buz dağının görünen yüzü.  

Dolayısıyla her ülkede kaç test yapıldığı belli. Ülke nüfusunun çok küçük bir kısmına test yapılıyor ve üç haftada bir tekrarlanmadığı için bazen iş işten geçtikten sonra yapılıyor. Vaka sayıları gizleniyor diyenlerin kafası biraz çalışsa, tüm nüfusa sık sık test yapıldığında bunun gerçek ölüm oranlarını çok düşüreceğini anlarlar. Onlar bunun farkında değil. Sadece kasıtlı olarak az test yapılıyor ve çıkan pozitif sonuçlar da gizleniyor iddiasındalar ki.. Hadi inanalım diyelim, bunda iktidarın amacı ne? Her biri öyle farklı şeyler söylüyor ki, maksat anlaşılıyor. Niyet desteksiz sabuklamak. Bilimsel bakış yok, yalnızca ne olursa olsun güya muhalefet yapmak.

Bazıları en çılgın komplo teorisyenlerini geride bırakacak sabuklamalara kadar gidiyor. Sözde bunlar komplo teorisyenlerine karşı bilim cephesinde! Ahmet Saltık diye biri var mesela, bugüne dek hiçbir toplumcu tıp, halk sağlığı problemine ilgi duymamış bir sallama… Çoğu böyle aslında. Ne diyor: Hükumet krizi kasıtlı olarak çok kötü yönetiyormuş. Çünkü hastalık herkesi kırsın istiyormuş, bunu bahane edip olağanüstü yönetime geçme niyetindeymiş… Tüm dünyada tıp biliminin felsefesi buna benzer tiplerin eline kalmış. Gerçek bulaş sayısının, hasta sayısının bilinmediği, tahmin bile edilemediği ortamda o hastalıktan ölüm oranını durmadan yaymak niye?

Karşılaştırmak için mi? Örneğin mevsimsel grip oranıyla. Mevsimsel grip için verilen yılda 290 bin ila 650 bin arası ölüm rakamları da güvenilmez. Ama daha önce bunu kimse sorgulamıyordu. Ülkeden ülkeye, hastaneden hastaneye, doktordan doktora değişen ölçütlere göre verilen yuvarlak rakamlar bunlar. Mevsimsel grip ölüm oranı ilanı ise tam bir saçmalık. Mevsimsel griplere genelde hiç test yapılmadığından, oranlar hastaneye gelen hastaların klinik bulgularına, tanılarına bakıp, kaç ölüm oldu, ona göre saptanıyor. Kimi kaynaklarda polkliniğe başvuru sayılarına göre, kiminde hastaneye yatış sayılarına göre, kimi kaynaklarda tamamen istatistiksel tahmini çıkarımlara göre. Oysa hastane ölümlerinde, normal zamanlarda (bir pandemi anonsu yapılmamışsa) ölüm sebebi olarak nadiren mevsimsel grip bildirilir. Çünkü zaten test yapılmamış olan etken bir virüs mü, virüsse hangi virüs, tam saptanmamıştır. Ölüm sebebi olarak “çoklu organ yetmezliği, atipik zatürre, kalp yetmezliği” gibi tanılar gösterilir. Yılda 650 bin kişi öldüren (o da tahmini) mevsimsel gripte ölüm oranının aynı kaynaklarca yüzde 0.1’in altı gibi gösterilmesi tam bir çelişkidir. Neye göre yüzde 0.1? Bir yılda tahmini olarak grip geçirenlerin sayısına göre.. O da tam tutmuyor ya.. Aynı mantığı Covid19 için niye kullanmıyorsun? Çünkü bunda test var. Peki testli bir hastalıkla testsiz bir hastalığı hangi mantıkla kıyaslıyorsun. Bu bilimsel yöntemle daha liseyi geçemezsin sen, üniversitelere yön veriyorsun…

Karantina meselesine geri dönersek. Etkili karantinanın, üretimi durdurmanın, gerçek bir sokağa çıkma yasağının salgını gerileteceği, hatta sıfırlayacağı kesine yakın bir olasılık. Fabrikalar çalışırken, lojistik ulaşım devam ederken, temel ihtiyaçlar için bir kısım insan iş başındayken, “sokağa çıkma yasağı” gibi sert bir tedbir ne kadar “sert” tedbirdir, bazı arkadaşlar tartışıyor. İşin komik yanı, bu devirde bu insanlığa hiçbir şeyi beğendiremezsin. Sıkı tedbir alsan “buna ne gerek vardı, bu bir baskı, bu bir saçmalık” diye bir kulp takıp isyan eder; gevşetsen “salgını bilerek yayıyorlar” diye bağırmaya başlarlar. İkisini de diyenler genelde aynı kişiler, aynı çevrelerdir. Ne var ki gerçek karantina, üretimi ve ulaşımı tam durdurarak yapılan karantinadır. Bunda hem fikiriz. Ama gerçek karantinayı ne kadar süreyle uygulayabilirsin? Bunun topluma ekonomik geri dönüşümü nedir? Sosyolojik sonuçları ne olabilir? Psikolojik yıkımını kim karşılar? O dönem temel ihtiyaçları nasıl gidereceksin, ayrı sorun. Bir arkadaş diyor ki, işçi sınıfı davasına sahip çıksın, üretimi durdurarak salgına el koysun, bizi de kurtarsın. Ben bu dönemde ne kadar işçiyle konuştuysam, iş yoğunluğundan en çok şikayet edenler dahil, en büyük korkuları işlerini kaybetmekti. Zaten isterlerse işten çıkarlar, köle değiller ya! Peki biz, ben tedbirin en doğrusu ne.. bilmezken, işçi sınıfı körlemesine niye greve gitsin? Böyle bir şeyi hükumetler, devletler göze alamazken onlar nasıl alsın? Sonuç olarak tedbirleri bazen az bazen çok buluyorum, kendime göre bir doğrum var, ama bundan da emin değilim. Pratik bazı şeyler ve genel doğrular dışında tedbir anlamında kimseye politika öneremem. Koca koca devletler de el yordamıyla günlük ayarlamalar yapabiliyorlar ancak. Hiç kolay değil salgını yönetmek böyle büyük ve geçirgen bir ülkede. Altta daha büyük bir komplo tezgahı yoksa elbette. Ona en sonda geleceğiz.   

TÜRKİYE'DE SOLUN YÜZ KARASI HİSTEROMANYAKLAR

Şimdi başından beri bizde histeri korosu bağırıyor. Vaka sayıları az gösteriliyor, ölümler az gösteriliyor... Vaka sayıları az gösteriliyor, doğru, çünkü az test yapılıyor. Ağustos’ta nedendir bilmiyorum, ani bir kararla test sayısını çok artırdılar, rekorlar kırıyorlar. Yine de nüfusa oranla çok düşük. O açık da kolay kapanmaz. Peki, ölüm rakamlarını neden gizlesinler ya da ne kadar gizleyebilirler? Onlara gelen Korona ölümlerini yok sayarak mı? Bu bakanlığın kayıt işleyişe uygun değil, üstelik kolay açığa çıkar. Sadece ölçütlerle ufak tefek oynayarak, bazı ölümleri Koronadan saymayarak rakamı düşürebilirler. Bunu da ne kadar yapabilirler? Öte yandan Korona pozitif olup aslında başka hastalıktan ölenlerin de Koronadan ölü sayıldığını, yani rakamların fazla gösterildiğini iddia edenler de var. Bu mümkündür, ancak zannımca çok düşük bir yüzdededir. Ölçütler sıkı tutularak ölüm sayıları biraz düşük gösteriliyor olabilir. Bu da mümkündür. Cıvık muhalefet bazen ne yapıyor, genel ölüm sayılarını, şehir şehir, geçen yılkilerle karşılaştırıyor.. aradaki farkı “işte koronadan gerçek ölüm sayısı” diye yayıyor. Bu yaydıkları rakamlar da kendilerini yalanlıyor. Çünkü matematikle işleri yok, amaç her ne pahasına moral bozmak.

Bu muhalefet, bu Türk Tabipler Birliği, bu çakma bilimciler ülkenin bir güvenlik sorunundan öte halk sağlığı sorunu haline geldi.

Bakanlığın rakamları eksik göstermesi bu dediğimiz yolla olsa olsa yüzde 1020 oranında gerçekleşebilir, yani 36 değil de 41’dir mesela. O kadar. Hadi daha da abartalım, yüzde 50 eksik diyelim. 36 yerine 54 diyelim. Bu, söz konusu manyakları tatmin eder mi? Hayır!

Bakın bunu anlamanın daha basit, ilk bakışta size bilimsel gelmeyecek (zaten ne kanıt gösterseniz bazılarının bilimine uymaz bunlar) bir yöntem önereyim. Yakın çevrenizde Korona’dan kaç kişi öldü? Kaç kişi hastalığa yakalandı? Bir hesaplayın. Benim tanıdığım, bildiğim, görüştüğüm, haber alabildiğim geniş çevremde.. ki kabaca 1000 kişi olarak hesapladım. İki kişi hastalandı. Ölüm yok. Binde 2 ve binde sıfır. Oranlar böyle. İnşallah bu tablo değişmez. Daha geniş çevremde tanıdığım, ama görüşmediğim bir doktor arkadaşın eşi öldü.

Peki Türkiye’de en ünlü 1000 kişiyi listeleyin. Sanat, sinema, müzik, futbol, siyaset, iş camiasından en ünlü 1000 kişi. Ölen var mı? Yok. Sayıyı 10 bine genişletirseniz birkaç kişi çıkar. Aklıma ilk gelen Ali Haydar Baş… her kayba üzgünüz, ama oranlar umarım artmaz, azalır. Ölüm sayıları düşük gösteriliyor korosundan, binlerce kişiden biri bile ölmedi… Ölmesinler, yaşasınlar, ama yalan söylemesinler…

NEDEN SALGIN KONUSUNU CICIĞINA KADAR İNCELİYORUM

Çin’i kattım işin içine, birazdan Küba’yı katacağım… Salgının gerçek başlangıç tarihi ne? Oraya kadar ayrıntıda birçok soru sordum… Niye? Çünkü tüm bu sorular, önemsiz ayrıntı değil, bütünün gerekli parçaları. Çünkü arkadaşlar, dünyada sol, sosyalist felsefeyi öldürdüler.. Bırakın onu, en temel bilimsel ilkeleri yok ettiler… Meydan boş ve şarlatanların elinde.. Bilim sermayenin, siyasetin oyuncağı, 7 milyar insan da onların kobayları. Gerçek sosyalist arkadaşlar bile sorulması gereken en ilk soruyu sormuyor, kendince çözüm önerilerini büyük çözüm olarak dayatıyor. Kimi karantina da karantina diyor, öbürü başka şeyde ısrar ediyor. Şu soruyu kim soracak: TIP NİYE BU? Füze yapmayı, uzaya insan göndermeyi, 5G teknolojisini, her çocuğun eline bir alet yerleştirmeyi çok iyi biliyorsun, daha aşı bile üretemiyorsun, yüz binler ölüyor... Doğru düzgün bir virüs ilacın bile yok. Utanmıyorsun…

Tüm bunları sadece biz mi soracağız? Biz mi insanları uyaracağız sadece, bu işler hiç “normal” değil diye… Kübası, Çini en güvendiğimiz ülkeler bile reklam şirketi gibi çalışıyor. Kurbağa havuzu kadar bile bir ideolojik derinlikleri yok, bir öz, içerik, bir fikir zenginliği, bir farklı görüş kavgası yok. Dünya kapitalizmi içinde otlayıp duruyorlar. Daha kafası sosyalist olmayanların sistemi ne kadar sosyalist olacak? İşte bu kadar olacak! Reklam yapıp dursunlar: Kansere aşı bulduk, kanser ölümü yok… Birileri feyste abuk sabuk şeyler paylaşıyor: Küba’da çocuk ölümü yok, hastalıktan ölüm yok, suç yok… Binlerce beğeni alıyorlar! Küba’dan doğru düzgün bir felsefi içerik çıkmazsa iş buraya varır elbette. İnanın İsmail Ağa tarikatı müritleri bunlardan çok daha sorgulayıcı. Ama sonuçta, öyle ya da böyle salgından ve üstüne eklenen tezgahtan hayatımızdan bir yılı çaldılar, bizi esir, bizi köle yaptılar. 

Peki tüm bu salgın tezgahı niye? Covid19’un biyolojik ve yepyeni bir kitle yönlendirici silah olarak baştan yapay olarak ortama sürüldüğünü düşünmüyorum. Kanıtlar yetersiz. Ama sonradan güçlü kanıtlar çıkarsa da şaşırmam. Hastalık bu aptal yaşam biçiminin provokasyonu ile ortaya çıktı… Sonra herkes önce bir şaşaladı… Sonra sürecin yönetimi büyük güçlerin denetimine girdi. İnsanlık bu salgın sürecini kısmen çıkar odaklarının planları, kısmen de her zamanki doğal aptallığı ve histerisi ile yönetmeye çalışıyor. Bu kadar yönetiyor. Bu arada çıkar odaklarının planları da büyük ölçüde başarıyla gerçekleşiyor. Her krizden en yüksek fayda elde etmek, küçükleri ve ortancaları bu fırsattan yararlanıp yutmak… Paniği körüklemelerinin nedeni tamamen bu, yani irili ufaklı çıkarlar. Bilinçli ve planlı körüklüyorlar. Biz de ortanca bir ülke olarak sadece ayakta kalmaya çalışıyoruz. Büyükler ağızlarını açmış parçalar koparıyor, içimizdeki sefiller kargaşa çıkarmaya çalışıyor, ülke beğenmediğimiz, ama bu yalancı muhalefete yine de tercih etmek zorunda kaldığımız bir iktidar altında.. bu zor günleri atlatmaya çalışıyor. Bizdeki hikayeyi de özet olarak böyle okuyabilirim.   

KORONADA AĞUSTOS RAKAMLARIYLA SON BİR DEĞERLENDİRME VE YİNE AYNI SLOGANI YİNELEME: PANİK YAPMAYIN, MORALİNİZİ BOZMAYIN; PANİKÇİLERDEN, MORAL BOZANLARDAN UZAK DURUN…

Yazının ta en başında Mart ayında neler demiştik, kısaca özetlemiştim. Bu da bir mevsimsel grip takvimi gösterecek, demiştim. Nisan sonu, Mayıs’ta azalır demiştim. Salgının mevsimsel özelliğinden neredeyse kimse bahsetmiyordu o zaman; hatta bahsedenlere, bana hakaret ediyorlardı. Yüzlerce yıldır bilinen son derece temel literatüre dayanıyordu söylediklerim.. ne var ki histeromanyaklar korosu çok güçlüydü. Hâlâ da güçlüler. Ama zamanla bazı gerçekleri kabul edecekler. O zaman da zaten bu kriz bitmiş, bambaşka bir krize girmiş, bu sefer de başka şeyler sallayan kötü niyetlilerin ve salakların peşinde koşuyor olacağız.

Bakın son bir haber: “Prof. Dr. Yeşim Taşova, Eylül ve Ekim aylarında koronavirüsün artacağını öngördüklerini ifade ederek, ‘Bu mevsimsel bir virüstü ve bu özelliğini de devam ettiriyor. Türkiye olarak bir artış yaşadığımız ortada. Özellikle birlikte yapılan her tür faaliyetin engellenemiyor olması bu artışın en önemli nedeni’.”

Neyse ve fakat Ağustos’un ikinci yarısında gelen rakamlarla tahminim biraz şaştı. Ağustos’ta salgın  kolay kolay olmaz diye düşünüyordum, diyordum, enfeksiyon yükselişe geçti. Oysa durum Haziran ve Temmuz’un özellikle bazı haftalarında neredeyse bitme noktasındaydı. (Virüs sıfırlanmaz hiçbir ülkede, sıfırlandı diyorlarsa yalandır.) Ağustos’un 11’ine kadar da durum gayet iyiydi. Sonra ne olduysa oldu, yavaş yavaş hızlanma başladı o sıcakta. Son beş gün bu hızlanma daha da arttı.

Bunun nedenlerine kısaca göz atalım. Millet salgın tedbirlerinden çok sıkılmıştı, önlemler gevşetilir gevşetilmez herkes birbirine sarıldı, yavaş yavaş bulaşma arttı. Tedbirlerin zaten planlı bir amacı salgını tam durdurmak değil, zamana yaymaktı. Normal olarak yaygınlaşacağı ilkbahar mevsiminde tedbirler sıkılaştırılınca, takvim doğal olarak ileri tarihe kaydı. Sürü bağışıklığı sağlanamamıştı çünkü. Tayyip Erdoğan’ın Ayasofya hamlesi, orada on binlerin buluşması ve onların İstanbul dışından geliş gidişleri, cami içinde yatışları derken… iktidarın salgını siyasete her an feda edebileceğinin, konuştuğu gibi düşünmediğinin işaret fişeğiydi. Bayramlaşma yakınlaşmaları, plajların hınca hınç dolması, sıkış tepiş barlar, lokantalar, tatile gidiş kuyrukları, artan ticaret, düğünler… işin rengi değişti.. şu andaki tablo oluştu. Aynı şeyleri Batılı ülkelerde de gördük aslında. Kiminde salgın hızlandı, önceden ağır geçirenlerde ise yavaşladı. Olgu sürü bağışıklığıyla doğrudan ilgilidir, pek de şaşacak şey yok.

PEKİ ŞU ANDAKİ TABLO KORKUNÇ MU? HİÇ DE DEĞİL! SADECE DAHA DA ARTAR MI DİYE ENDİŞELENDİRİYOR… O zaman rakamlara bakalım.  

Ağustos ayında vakaların artmasının bir nedeni de test sayısının baştakine oranla 56 kat, Nisan ayına göre ise en az bir kat artması. Daha önce sadece hastalananlara ve şüpheli vakalara test yapılıyordu ağırlıklı olarak, hastaneye gelenlere yapılıyordu… Şimdi alınan karar gereği ağırlıklı olarak tarama amaçlı ve semptom göstermeyen vatandaşlara yapılıyor. Sözcü’nün istatistik sayfasına göre 21 Mayıs’a kadar günlük ortalama test sayısı 26.875 idi. Ağustos ayı ortalaması ise 75.300’dür. 31 Ağustos rakamı: 110 bindir. Salgının pik yaptığı Nisan ayındaki rakamlardan iki örnek: 11 Nisan/ 33 bin test, 5138 vaka, 95 ölüm; 19 Nisan/35.300 test, 3977 vaka, 127 ölüm… Nisan ayında test sayıları genelde 3540 bin aralığında gerçekleşmiş.

Ne kadar çok test yaparsanız o kadar pozitif vaka bulursunuz. Normal görünen insanlarda da çok sayıda pozitif vaka yakalarsınız. Salgının başlarında daha çok test yapılsa vaka sayılarının çok daha fazla olduğunu görürdünüz. Şunu da belirtelim: Her pozitif vaka hasta demek değildir. Bazısı hiç hastalık belirtisi göstermez, bazıları ayakta atlatacak kadar hafif belirtilerle seyreder. Başka deyişle 90100 bini aşmış test sayıları ile vaka sayılarının Ağustos’ta artması endişe verecek bir durum değildir, olgunun saptanmasıdır. Test sayısına göre pozitif vaka oranı artmıyor, aksine azalıyor. Pozitif vakalar iyi tecrit edilebilirse bu yolla hastalığın yayılması azaltılabilir. Sanırım Bakanlığın planı budur.

Asıl endişe verici olan ağır hasta sayılarının artışa geçmesidir. Bu kötü bir göstergedir. Keza ölüm sayılarının artması.

Ağustos ayı boyunca yakalanan yeni vaka sayısı 39.260’dır. 40 bin diyelim ve onun da hadi bir katını alalım: 80 bin eder. Bu şu anlama gelir: Bir ay boyunca virüs kapmışların sayısı (ki hepsi hasta bile değil) nüfusun binde birinden az. Bir ay boyunca nüfusun binde birinden azının virüs kapması salgın  anlamına gelir mi? Eh işte, zorlarsak. Ama ağır hasta sayısının 961’e çıkması hoş değil. Gerçi bu da ciddi bir salgın göstergesi değil.

Ya ölüm sayıları. Bu kadarını Ağustos için gerçekten beklemiyordum. Ama çok mu yüksek? Yine değil. Bir ay boyunca 679 ölüm. Günde ortalama 22 ölüm. Mevsimsel grip ölüm sayılarına oranla biraz fazla. Çok fazla değil. Yine de üzücü. Ve artması endişelendiriyor.  

Şunu aklınızda bulundurun: Dünya Sağlık Örgütü’nün tam güvenilmez verilerine göre 2019’da 650 bin kişi ölmüştür gripten. Kaçının Türkiye’ye düştüğü tam bilinmiyor. Tahmini olarak 7300 diyebiliriz. Nüfus artışı ve popülasyonun yaşlanmasıyla bunun her yıl artacağı da öngörülebilir.

Buna göre şu an verilen 6370 rakamıyla (5 buçuk aylık) bu rakamın bir hayli üstüne çıkacağımız kesin gibi. Gerçi bazıları Türkiye’de mevsimsel grip ölümlerinin hiçbir zaman kayda alınmadığını, gerçek rakamın on binlerce olduğunu da ileri sürüyor. İtalya için 18 bin ve öngörülen 20 bin; Almanya için 25 bin rakamları telaffuz ediliyordu Korona’dan önce. Hiçbiri kesin ve güvenilir değil. Bu durumda Dünya Sağlık Örgütü rakamlarını temel almak zorundayız.

Dünyada şu ana kadar 844 bin ölüm gerçekleştiği söyleniyor. 650 bin bir önceki mevsimsel grip ölüm rakamına karşı, 8 ayda 844 bin. Yani şimdilik bir misline yakın, yüzde 9697 fazla. Tabii rakamlar bilerek şişirilmiyorsa. Ona da güvenemeyiz. Ancak doğru kabul edersek bu virüsün öncekilere göre bir kat güçlü olduğunu söyleyebiliriz. Kesin olmayan güçlü kanıt. Yine de yıl sonu rakamlarını beklemek gerek. Bu oran artabilir, azalabilir. Başka deyişle rakamlar hiç de öyle en ufak atanların 10 kat, çoğunluğun 30 kat, bazılarının 100 kat güçlü virüs çığlıklarını doğrulamıyor. Tabii nüfus artışını hesaba katmadan yaptığımız oran hesaplaması. Onu hesaba katarsak fark daha da azalacaktır. Bu rakamlar doğruysa o kadarını beklemiyordum. Az yanılmışım. Şimdilik kaydıyla not düşüyorum. 

Bizdeki fark ise daha önceki 7300 rakamını (12 ayda) baz alırsak… Beş buçuk ayda 6370 ile karşılaştıralım. Yüzde 8283 artıştır. Dünya rakamlarıyla aşağı yukarı aynı. Bizdeki az düşük.

Peki ne anlama gelir bu? Bizim Bakanlığın yalan söylediğini varsayar ve dünya rakamlarıyla eşitlersek bizdeki sayıyı… 7 bin küsur bir sayıya ulaşırız ki, kopan bütün fırtına velev ki haklı zeminde bulunsa… İşte budur. 6370 rakamına karşı olsa olsa 7 binin biraz üzeri.   

Ha, düzenin paralı askeri sağcısı, solcusu sahte bilimciler şunu da diyeceklerdir. Olağanüstü tedbirler aldık, bu canavarın zararını ancak bu şekilde azalttık. Sıkı tedbir almasaydık ölüm sayısı 1030100 misline çıkardı. Dilde kemik, vicdansızda adalet duygusu yok. Aşısı ve ilacı olmayan bir virüse karşı 7 buçuk milyarlık, yüzlerce ülkelik bir dünyada hiçbir tedbiriniz sökmez. Ancak takvimi 34 ay erteyebilirsiniz (baştan hep bu söylenmiyor muydu!). Hasta ve kayıp sayısını bir miktar, az oranda düşürebilirsiniz. Ama virüsün etkisi kendiliğinden geçmedikçe, ilaç, aşı bulunmadıkça, sürü bağışıklığı sağlanana dek virüs uzun bir süre içinde ne yapacaksa yapar. Sonuçta üretimi durdurmadınız, milyarlarca insan tuzu kuru burjuva değil ki, evlerine kapansın… topluca çalışmaya devam ettiler. Ulaşımı biraz kıstınız, sonra açtınız. Lokantalar, barlar, plajlar görüyorsunuz, pek çok ülkede tıklım tıklım… Birçok Batı ülkesi bile bizdeki kadar tedbir almadı, biliyorsunuz…

Tedbir almayalım demiyoruz. Ama tedbirler virüs kendiliğinden zayıflasın da zaman kazanalım diye. Yoksa hayat sürekli tedbirle devam edemez. Bir şey daha ekleyelim. O sıradan dediğimiz gripler aşıları olduğu halde 650 bin kişi öldürüyordu. Şimdiki ise aşısı olmadığı halde ancak bu kadar öldürebiliyor. Covid19’u küçümsediğim için demiyorum bunu, bir şey neyse o. Bırakın bilimi, şuyu buyu, aklı çalışan her dürüst insan her konuya nesnel yaklaşmalı. Tehlikeli bir virüs. Evet, ama şimdiki rakamlara göre en fazla bir kat tehlikeli. Abartınca halk sağlığını katkıda bulunmuyorsun, kendin sağlık sorunu haline geliyorsun.

Durdu Özbolat ve Bilal Başer’den Tele1'in patronu Merdan Yanardağ’ı bitiren sorular

Son bir şey: Beni endişelendiren, halkın da en çok moralini bozan olgu, artan hekim ve sağlık çalışanı ölümleri. Panik lobisi bu hassasiyeti biliyor ve çok da iyi kullanıyor. Onlar bile kendini koruyamıyor, onlar bile tedavi olamıyorsa, vay bizim halimize, diye düşünüyor sıradan vatandaş. Evet, rakamlar İspanyol Gribi’nin o kötü ünlü salgını kadar korkunç bir salgın olmadığını gösteriyor ama, hekim ölümleri her yönden üzüyor, moral bozuyor. Burada bana göre de bir artış var. Bu gribin ötekilerden daha güçlü seyrettiğini gösteren bir kanıt daha. Gerçi daha çok grip mevsimine rastlamak üzere önceki yıllarda da atipik doktor, eczacı vb. ölümleri duyuyorduk. Her birine farklı bir tanı söyleniyordu. Yine de belirgin bir artış söz konusu kanımca.

Niye sağlık çalışanları ve doktorlarda daha fazla? Enfeksiyonlu hastalarla ilgilendikleri için diyeceksiniz. Doğru, ama sanki üstüne gidip araştırılsa farklı bir şeyler de çıkacak gibi. Bu virüsün farklı bir özelliği mi? Yoğun virüs almada daha hastalandırıcı, virüs yoğun alınmayıca ortalama bir risk yaratan farklı bir karakteri mi var Covid19’un? Fikri olan söylesin. Özellikle hekim arkadaşlardan.

Salgını izlemeye devam edeceğiz. Salgın yönetiminin aldığı kararlara eleştirimiz bulunsa bile onları geri planda tutup uymaya devam edeceğiz. Kendimizi ve çevremizi ruhen ve bedenen dirençli kılmak için mücadeleye devam edeceğiz. Kuyruğu dik tutarak düşünmeye, davranmaya devam devam edeceğiz… Vuracak, kıracak, kanatacak, ama bu da geçecek…

SON       

Kaan Arslanoğlu

Durdu Özbolat ve Bilal Başer’den Tele1'in patronu Merdan Yanardağ’ı bitiren sorular