Seçim sözcüğüne mesafem, dikkatli okurun hafızasındadır. Süreçleri hep sandıkla ilişkilendirerek açıkladığım ve içinde bulunduğumuz ortamın özgür iradeleri çalıştıracak bir seçim platformu oluşturmaktan uzak olduğunun altını çizdiğim yazılarıma yenisini eklerken, hepimizi üzen bir tablo ile karşı karşıyayız. Yıllardır üst üste seçimlerin galibi olan ve hakim parti konumuna yerleşen iktidardaki partinin kalıcılaşma çabasının sınırı olmadığına tanıklık ediyoruz hep birlikte. Sandıklar sonrasında şaibelerle anılan iktidardaki parti, açılım ve Fetö konularında olduğu gibi kendi ile anılanı karşı tarafa giydirme marifetini, bu kez şaibe elbisesini muhalefete giydirmeye kalkışarak gösterme çabasında.
Sandıkların güvenliğinden muhalefet değil, iktidardır sorumlu olan. Ve bu güvence, sadece parti yönetim kademelerinden değil, kamu spotları aracılığı ile verilmeye çalışılmıştır. Muhalefetin itirazlarına mesafeli, iktidardaki partiye yakın duran bir anlayışın yarattığı sonuçları izlerken, hayli örselenmiş adalet duygularımız iyice yıpranıyor. Gündemi ekonominin yakıcı gerçeğinin dışında tutmak için var gücü ile asılanların, artık tahribatın gizlenemeyecek boyutlarda olduğunu kabullenerek, yoksulluğu yönettiklerini açıklamaları gerekiyor. Tüm sandık sonrası manevralarına karşın, toplumun gerçek gündemi, mutfaklardaki yangın...
Beslenmeyi unutup, karnını doyurmak için çabalayan, ay sonunu borçla kapatanların sayısı katlanarak artıyor. Bunun sandıklara yansımaması şaşırtıcı olmalıydı.
İstanbul özelinde bakarsak sonuçlara; İmamoğlu adını, çoğu kimse aday gösterilince duydu. Karşısında adında bin olsa da sonuçta bir kişi olan ama partide adam kalmadı dedirtecek kadar adaylık denilence hemen akla gelen ilk isim olanın tüm Türkiye tarafından tanınıyor olması ve sadece partisi değil, Cumhurbaşkanlığınca da desteklenerek yarışmasına karşın, adını yeni duyuran rakibinin sandıktan çıkmasından çıkarılan ders, muhalefete şaibe elbisesi giydirmeye çalışmak olmamalıydı. Görünürlük katsayısı ve maddi olanakları İmamoğlu’nun olanakları ile kıyaslanamayacak iktidar partisi adayının aldığı sonuca itiraz etmek yerine, iktidarın yıllar içindeki yıpranmışlığı ve zaman içinde partide etkin rolleri olanların dışlanışını, itaat ederek de rahat etmenin bir sınırı olduğunu, ülkenin çözüm bekleyen sorunlarının artık sandık süreçleri ile bile ertelenemeyeceğini görüp kabul etmesi en doğrusu. İktidardakilerin özeleştiri için yeterince gecikmiş olduklarını kabullenmeleri için bir fırsat doğdu da diyebiliriz.
Türkiye, iktidardan gelen baskıdan bunaldı. Tehdit içeren, dışlayan, ötekileştiren, azarlayan, hakaret içeren sözcüklerden bıktı. Ekrem İmamoğlu’nun herkese eşit mesafeli duruşu, sakinliği, yumuşak üslubu Türkiye’nin özlediği bir tablonun mümkün olabileceğini düşündürttü. Türkiye, 2002’den bu yana oluşturulan koşulların yarattığı kalıpların içine tüm zorlamalara karşın sığmıyor. Kurumlar bu kalıbın dışına taşıyor. Parlamenter sistemin özellikle partilerin iç işleyişlerinden kaynaklanan temsiliyet krizi sorunu dışında, yerleşik kurumlarla ve hukuk ile verdiği güvenceye alışık bir toplum var. Türkiye, özel koşullarla yaratılan tek adam kalıbının içine sığmadığı mesajını verdi. Üstelik bunu korku iklimi içinde başardı. Başka deyişle bu sandık sürecinde de kontrol, medyalar başta olmak üzere iktidardaki partinin elinde olmasına karşın korku duvarı delindi.
Başkancı sistem, zorlamalarla, baskılarla belli bir yere kadar gelebildi. Türkiye, parlamenter geleneklere ve Meclis’in özgür çalıştığı bir iklime eninde sonunda geri dönecek. Özgürlük, Cumhuriyet rejimi ile Atatürk’ten miras olarak geçti genlerimize. Kendi kazandığı yerine, belli dönemlerde eline tutuşturulanlara mahkum edilenlerin destekleri bir yere kadar. Alın terinin, beyin gücünün geride bırakılıp, kayırılıp kollanılanlarla yürünecek yol da bir yere kadar. İtaatin ödüllendirilip, özgür iradelerin baskılandığı bir Türkiye modeline itiraz var.
Martın sonu bahar oldu mu? Yazık ki, hayır!... Mansur Yavaş geçen seçimde itiraz ettiğinde, itirazı dikkate alınmış olsaydı, şimdi İstanbul’da yaşanandan rahatsızlık duymazdık. Muhalefetin itirazlarına kapalı, iktidardan gelene açık bir sistem var. Öncesi ve sonrası ile tamamen iktidardakilerin ön aldığı, bozuk terazi ile vicdanlar hiç rahat olmaz. Kamu vicdanı yine bir kez daha yaralandı. Ne zaman kamu vicdanı üzerindeki ipotek kalkar, o zaman baharı yudumlamaya başlarız.
Bu bahar başka bahar; niye mi? Tüm baskılara karşın özgür iradelerine sahip çıkan bireyler bahara özlemin altını çizdi. İmamoğlu, bu sandık süreci ile simgeleşti ve sandık sonrasında daha çok prim yaptı. “Hak yemem, hakkımı da yedirmem!...” sözü ile belleklerde yer etti. Hakkı bir şekilde yenilirse, sakın CHP’nin başına geçme çabasına girişmesin. Bu zaten başından bu yana iktidardakilerin kendisine verdiği sınırlı kredinin sebebi... İmamoğlu başarısından CHP içinde bir karışıklık çıkarmak isteyenlere fırsat verilmemeli. Bir dahaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanmalı. Biliyoruz ki; hakkına sonuna kadar sahip çıkacak, sandık mahallini hiç boş bırakmayacak. Hattı değil, sathı müdafaa edecek. Gel de şimdi Mustafa Kemal’in askeri deme. CHP’nin bir an önce Atatürk çizgisine çekilmesi, İmamoğlu’nun başkanlık mücadelesi içinde yıpratılmasından daha önemli.
İzmir’i yazacağımızı söylemiştim. Yine başka bir yazıya kaldı. Başlık; “Gençİzmir” olacak... Dün Başkan Tunç Soyer yanımdan geçti. Yanında dört üniversiteli ellerinde kitapları olan gençlerle yürüyordu. Sokakta, aramızda ve gençlerle... İki genç kızımız ve iki delikanlımız; bize aydınlık gülümseme ile baktılar. Başkanın yanında yürüyor olmaktan gururlu... Enerjisini örgütle uğraşmak yerine, doğru yerde halkın arasında harcayacak bir başkan profili İzmir’in dinamizmini öne çıkaracak. Yanında siyasettekilerin yüzlerinden çok halkın içinden birilerini ve özellikle gençleri görmek gelecek için umutlandıracak bizleri.
Geldiğimiz süreçte, umuda ve güzelliklere çok ihtiyacımız var. Dünkü güzel fotoğrafı çekmediğime pişmanım. Yıllarca gençlerin arasında olduğum için onların aydınlık yüzlerinden yansıyan enerjiyi iyi tanıyorum. Güzel şeyler de oluyor. Dileyelim sayıları artsın...
Korku duvarını delerek, bahara özlemi dile getirdik, şimdi sıra yaşayacak koşulları yaratabilmekte!...