Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, SuperHaber'den Ceyhun Bozkurt'a konuştu: 

Küreselleşme dediler, milletleri zenginlikleri üzerinden paramparça etmeye çalıştılar. 1990’lı yıllardan bu yana coğrafyamız bu gerekçeyle saldırı altına alındı. Milyonlarca insan hayatını kaybetti. Küreselleşme balonu patladı. Ancak durmadılar. Yeni yeni projelerle karşımıza çıkıyorlar. Bu projelerden biri de küreselleşmenin yeni formatı “Şehir Devletleri Projesi” yer alıyor. Bu konuyu ülkemizin sayılı Kamu Yönetimi uzmanlarından Prof. Dr. Birgül Ayman Güler ile konuştuk.

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler yıllarca Kamu Yönetimi alanında yaptığı çalışmalarla biliniyor. Çok sayıda dernek üyeliği bulunan Güler, 24’üncü dönemde CHP’den İzmir milletvekili seçilmişti. Aynı dönemde CHP’de Genel Başkan Yardımcılığı görevini de üstlendi.

Özellikle Çözüm Süreci döneminde “Türk Milleti” tanımının değiştirilmesi tartışmalarında yaptığı bir açıklama onu partisinin içindeki bazı kesimlerle de karşı karşıya bıraktı. Güler, PKK’nın siyasi uzantıları üzerinden oluşturulmaya çalışılan “milliyetçilik” tartışmasına tepki göstererek “Kürt milliyetçiliğini bana ‘ilericilik’ ve ‘bağımsızcılık’ diye yutturamazsınız. Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz”diyerek “Türk milleti” tanımının arkasında durmuştu.

Tarih ve sosyoloji bilimleri açısından doğru olan bu tanım o dönemde kendi partisi içinden bile itirazlarla karşılaştı. Ardından 30 Mart 2014 yerel seçimlerine ilişkin partisine yönelik yaptığı “30 Mart seçimlerinde Cemaat’le işbirliği yaptılar” çıkışı sonrası CHP yönetimi tarafından disipline sevk edildi. Güler, bunun üzerine 26 Ocak 2015 tarihinde CHP’den istifa etti. Güler, o tarihten itibaren bağımsız bir şekilde çalışmalar yapıyor ve köşe yazıları ile mücadelesini sürdürüyor.

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler ile kendisinin de çok yakından takip ettiği “Şehir Devletleri Projesi”ni ve getireceği olumsuzlukları konuştuk.

Bir süredir alttan alta konuşulan bir konu Şehir Devletleri. Sizin de bu projeyle ilgili ciddi uyarılarınız oldu. Son olarak yerel seçimlerde İstanbul özelinde gündeme geldi. Bu projenin kökeni ne?

Sadece İstanbul ile sınırlı değil, daha geniş bütün dünyayı kapsayan bir gündem bu. Bunun özünü bir model değişikliği olarak görmek lazım. Siz yazınızda onu vurgulamışsınız zaten. Küreselciler ‘Dünya küreselleşiyor, yeni bir model lazım’ diye 30 sene boyunca konuştular. Onların modelleri ‘Tek Dünya Devleti’ olarak formüle edilmişti. Yeni bir dünya düzeni olacaktı, küresel serbest ticaret dedikleri iktisadi temel üzerinde yükselecekti. Bu düzende uluslararası zeminde bütün iktisadi, siyasi sınırlar ortadan kalkacak, bütün devletler Dünya Devleti olarak kurulacak yapının şubelerine dönüşecekti. Yeni Dünya Düzeni tek dünya devletini hedefliyordu. Bunun önündeki engel, ulusal devletlerdi. ‘Ulus Devlet çağı geçti, dünya artık bir küresel köydür, hepimiz dünya vatandaşıyız, bunun için de yeni dünya düzenini inşa edip tek dünya devletini kuracağız’ diye propaganda yaptılar. Bunu hayata geçirmek için çok uğraştılar, yeni kurumlar oluşturdular, bütün ülkelere “yapısal reformlar” dayattılar. Yaşadıklarımız malum. Sonuçta başaramadılar.

Dünya küçüldü mü? Evet, ama bu ilk kez ve onlar sayesinde olan birşey değil. Dünya binlerce yıldır iletişim araçlarının gelişimi sayesinde zaten küçülüyor. Ateşin icadından itibaren insanların dumanla iletişim kurması, tekerleğin icadından sonra hızın artması vs. bunlar nedeniyle dünya zaten küçülüyordu. Bilgisayar, internet, vb, dumanla tekerleğin son modelleri yalnızca. Küreselciler son devir bilimselteknolojik ilerlemeleri, bunların gerektirdiği yeni örgütlenmeleri kendi siyasetlerine bulayıp sundular; böylece siyasetlerini “kaçınılmaz şey” diye dayattılar.

Bu planı ulus devletlerin direnci mi bozdu yoksa oluşturmaya çalıştıkları sistem içinde mi bir kriz yaşandı?

İkisi de yaşandı. Ulus devletler direndi. Bazı devletlerde yönetimler direnirken, pekçok ülkede yönetimler teslim oldu. Ama teslim olan ülkelerde toplumun içindeki muhalefet unsurları direnişe geçti. Özelleştirme, devleti küçültme, yerelleştirme, herşeyi piyasaya devretme, küresel şirketleri iktidara ortak etme, ülkeyi etnik parçalara ayırma, vb. siyasetlerin yarattığı toplumsal ve siyasal gerilimleri gözünüzün önüne getirin, yeter. Dolar egemenliğine karşı milli para arayışları, Merkez Bankalarının bu odaklara bağlanması anlamına gelen sözde bağımsızlık tartışmaları...

Bu arada bunların yapmak istedikleri şey insanlığın o kadar çok zararına oldu ki, bu yeni dünya düzeninin yıkıcı sonuçları hızla ortaya çıkmaya başladı. Çok kısa bir sürede gördük ki, az gelişmiş ülkeler daha fazla yoksullaştı. Afrika yoksuldu, açlığa mahkum oldu. Sınırlar açıldıkça barış artacaktı, tam tersine ülkeler parçalanmaya başladı. Libya, Sudan, Somali, Latin Amerika ülkelerine bakın… Soros’un renkli devrimlerinden gelen yıkımı hatırlayın... Sözde demokrasi için üçbeş batı ülkesinin açıkça işgal ettiği Irak, Suriye’yi hatırlatmak gerekir mi?... Her yerde savaş ateşleri yandı. ‘Dünya küreselleşti sınırlara gerek yok’ derken bunların politikaları sonucunda savaş ve eşitsizlik artınca mülteci sorunu ortaya çıktı. Bumerang gibi kendi politikaları kendilerini vurdu. Direnen ulusal devlet, herbirinin kendi içindeki çatışmalarla birlikte, çok etkili oldu. İkincisi de bu model, bu eşitsiz gelişmiş dünyada azgelişmiş ülkelerdeki insanların da gelişmiş ülkelerdeki sıradan insanların da yararına değildi. İnsanlığın varoluşuna aykırı bir modeldi bu. Bir avuç şirket, aile bütün dünyayı yönetecek, tek dünya devletinin patronu olacak! Yok böyle bir dünya.

Yeni format olarak şehir devletleri planı öne çıkıyor. Bu nedir?

Tek dünya modeli resmi olarak 2008 yılındaki krizle iflas etti.  Bu iflası da aslında merkezi Cenevre’de olan Dünya Ticaret Örgütü yöneticileri ilan ettiler. DTÖ tek dünya düzeninin kurumuydu. Öyle eski bir kurum değildir. 1994 yılında kurulmuştu. 15 yıl dolmadan DTÖ küçüldü. Küresel ticaret histerisinin yerini 2008’de  bölgesel ticaret anlaşmaları almaya başladı. TTIP gibi, TranAtlantik Ticaret Yatırım Anlaşması, ABD ile AB arasındaki anlaşma, doğdu ve battı. Ve işte bu silsile halindeki iflaslardan sonra, eski Yunan’daki site devletleri modelini sahneye çıkardılar.

İlk olarak ne zaman gündeme geldi?

Küreselci projenin yerelcilik, yerel özerklik,  yerel gündem21, yarışan kentler, vb. lafazanlıkları zaten vardı. Alt sıradaki bu gündemin 2009 yılında Davos’ta, AB’nin çeşitli kararlarında, BM’nin kentleşme meselesiyle ilgilenen platformlarında dile getirildiğini görebiliyorsun. Anlaşılan denize düşen küreselciliğin buna sarılması biraz zaman aldı. Yüksek sesle dile getirilmesi 2016’dan bu yana..

Amaçladıkları nedir?

Megapolislerden söz ediyorlar. Hollywood aslında bu şehir filmlerini son dönemlerde çok yapıyor. Söze yine doğru durum saptamasıyla başlıyorlar: ‘Dünyanın nüfusu, gayri safi dünya hasılasının yarısı artık megapolislerde, megakentlerde; buralar sorun çözme kapasitesi çok yüksek yerler. Ulus devletler ise hantal; yalnızca konuşuyorlar, ama sorun çözmekten uzaklar.  O halde mega kentler, artık ekonomi ve demografilerdeki ağırlıklarına uygun şekilde yönetimde yer almalılar’ deniyor. Mega kentlerin ulus devletin başkentine bağlılıkları sona erecek, ülkeler ve devletler bu kentlere bağlanacaklar! Mega kentler de kendi aralarında bir küresel ağ ile bağlanıp, “küresel şehir medeniyeti” inşa edilecek!

Peki diğer kentler ne olacak? Türkiye özelinde sorayım mesela, örneğin Manisa, Bingöl, Muş, Yozgat, Erzurum vs.

O bölgeler, bu planın sahiplerini ilgilendirmiyor. Yani üretimin yapıldığı yerleri, ülke topraklarını ayrıca hesaba katacak ölçüde önemsemiyorlar.

Bu mega şehirler, büyükşehirler bir küresel ağ içinde birbirleriyle iletişim halinde olacaklar. Hatta bunun için yeni kavramları da var; “coğrafya bitti, konnektografya zamanı” diyorlar. Siyasal coğrafya, onlara göre artık  “ağ mekanı”ndan ibaret!

Bu şehirler birbirine bu şekilde bağlandığı zaman Ulus devletler sona erecek. Açık açık şunu söylüyorlar: Bu şehirler geçmişte bir ülkenin sınırları içinde bir devlete bağlıydılar. Hala da öyle. Küresel şehirler ağı medeniyeti kurulduğunda mega şehirler ülkeleri ve devletleri yönetecekler. Yani devletler bu şehirlere bağlı olacak; daha doğrusu “ulus devlet sona erecek” fetvası veriyorlar.

Dolayısıyla devlet yönetimleri bu şehirleri yöneten küresel ağın tepesine bağlanacak o zaman.

“Devlet” yönetimi kalmayacak! Yerini “şehir devletler” alacak. Yani, Ulus Devletlerin ruhuna el Fatiha. Dediğiniz gibi Manisa’dır, Kastamonu’dur, Karaman’dır hatta Ankara’dır bunlar önemsizleşecek. Zaten bu mega şehirler ve küresel ağ medeniyeti artık neyi gerektiriyorsa, o kentler de onu yapacak.

Yeni Dünya Düzeni, Tek Dünya Devleti gibi projelere direnildi. Şimdi bunun format değiştirmiş hali olan Şehir Devletleri projesine nasıl direnmek gerekir?

Şehir Devletleri projesi yalnızca dış dünya ile çok yakın ilişki içindeki sermaye çevresinin ilgisini çeker. Çok küçük bir kesimde kendisine taraftar bulur. Toplumun çok büyük kısmı, ezici kısmı, sermayenin de önemli bir kısmı, bu projenin kendisini de yok edeceğini çok net bir şekilde görür. Küreselci projenin eski modeline, yani “tek dünya düzeni”, “küreselleşme”, “dünya vatandaşlığı” gibi uçuşlara insanlar daha kolay kapılırdı, öyle oldu.. Ama bu modelin işi zor! Şehir devletleri modelinin parçalayıcılığına çok az sayıda insan gönül kaptırır. Bu nedenle ulus devletlerin eli eski projeye göre çok daha güçlü. Bu yeni model 10 geride başladı.

Birde şu var: eski projede etnik, mezhepsel, cinsiyet, meslek vs. göre parçalanmayı daha kolay getirmişlerdi, toplumları yüz bin parçaya bölmeye çalışmışlardı. O parçalanmanın acılarını çok fazla derinden, sancılı yaşadı dünya. Bu, çok taze bir ders. Sonuçta bunu dedelerimiz değil, bizzat bugünün insanları kendileri yaşadı. Bu anlamda da bu proje destek bulamaz.

Destek bulamaz, yeter ki haberdar edelim, kapalı kapılar ardında pazarlıklara ve toplumları yanıltmaya dayalı propagandalarına izin vermeyelim.