Son Dünya futbol şampiyonu Fransa, 21 sene önce, tarihinde ilk kez Dünya Şampiyonu olduğunda “State De France” çimlerinde büyük bir yıldız tüm Dünya’ya kendini hayran bırakmıştı.
Fransa’da düzenlenen 1998 Dünya Kupası finalinde, ev sahibi ülke, 70 bin taraftarının önünde Brezilya’yı 30 yenip şampiyon olurken, gollerin ikisini Cezayir asıllı Zidane kaydetmiş, babasının mülteci olarak gelip yerleştiği bu ülkenin en büyük kahramanı olmuştu.
“State de France” çimleri, o günden beri çok sayıda genç yeteneğin parladığı yer oldu.
Gerçek yıldızlar, her zaman hikâyesi olan maçlarda, şehirlerde ve stadyumlarda parlar.
Geçtiğimiz Pazartesi de böyle bir maç oynandı Paris’te.
2020 Avrupa Şampiyonası eleme grubunda liderlik mücadelesi veren Fransa ve Türkiye karşı karşıya geldi.
Suriye’de yaşanan son gelişmelerin ışığında bir futbol maçının ötesinde anlamlar yüklendi bu müsabakaya. Avrupa’da PKK’nın en yoğun ve örgütlü olduğu şehirlerden birisidir Paris. Nitekim, maç öncesi şehirde PYD/YPG flamalarıyla gösteriler düzenlendi, Türkiye’nin Suriye’de Kürt katliamı yaptığı yazılıp çizildi. Yerel basın sürekli gerginlik pompaladı.
Üstüne üstlük, Türk milli takımı da, üç gün önce İstanbul’da Arnavutluk’u son dakika golüyle yenerken, gol sevincini topluca asker selamıyla yaşamış, bu sevinç tercihi Avrupa’da tepkilere yol açmıştı. Türk futbolcular “militarist” ve “savaş destekçisi” olmakla itham edilmişti.
PYD/YPG taraftarlarının, Türk milli takımı kafilesine saldıracağı, maç sırasında sahaya girileceği gibi çok sayıda ihbar yapıldı Fransız polisine.
Tüm bunların yanında, Fransa devleti de, Türkiye’nin Suriye’deki harekâtına açıkça “işgal” diyerek kınamıştı.
İşte böyle bir atmosferde Türk takımı Paris’e geldi ve maç bu gergin ortamda başladı.
Fransa’nın grup liderliği için Türkiye’yi yenmesi gerekiyordu. Beklendiği gibi maça da hızlı başladılar. Ancak aradıkları golü bir türlü bulamadılar, her adımda karşılarına çıkan agresif Türk savunması, Fransız hücumlarının sonuca ulaşmasını engelliyordu.
Fransızların dünyaca ünlü hücum silahları karşısında gözünü kırpmadan her topa saldıran, gözlerinden ateşler fışkıran, her başarılı müdahalesinin ardından hırsla yumruğunu savuran genç bir Türk savunmacı dikkatleri çekiyordu.
Henüz 21 yaşındaki bu genç savunma oyuncusunun adı Merih Demiral’dı.
Merih’in binlerce Fransız taraftarın önünde ortaya koyduğu bu hırsın kaynağı çeşitli olabilir.
Belki takımının Paris’ten alacağı bir puanla “EURO2020”ye gitmeye katılmayı büyük ölçüde garantileyeceğini bildiğinden, belki Suriye’de harekât düzenleyen Türk ordusuna Avrupa’nın hemen her yerinde işgalci damgası vurulduğundan, belki de Paris’te maç öncesi artan PYD/YPG gösterileri bu kadar doldurmuştu bu genç futbolcuyu.
Belki de hırs ve mücadele, bu genç adamın kısacık ömrüne sığdırdığı savaşlarda gizliydi…
Fransa’nın 21 sene önce Dünya Şampiyonu olduğu “Stade de France’da”, 21 sene sonra Fransız hücumlarına siper olan bu genç adam, kaderin cilvesine bakınız ki tam da 21 sene önce Kocaeli’nde doğdu.
Futbol tutkusu onu, doğduğu şehre çok da uzak olmayan İstanbul’a sürükledi.
Henüz 13 yaşındayken Fenerbahçe’nin kapısından içeri girdi ve kısa zamanda sivrilerek bu takımın neredeyse bütün alt yaş kategorilerinde forma giydi.
Fenerbahçe’nin 15 yaş altı takımında oynarken çok sevdiği annesini bir trafik kazasında kaybetti.
Çocuk yaşta yitirdiği annesinin ardından, daha da fazla sarıldı futbola. Gelgelelim, Fenerbahçe kendisine asgari ücret karşılığında profesyonellik teklif ettiğinde kabul etmedi.
Merih’in bu kararını herkes yadırgadı. 18 yaşında genç bir futbolcunun, Fenerbahçe’de profesyonel olma teklifini, para yüzünden reddettiği düşünüldü. Oysa Merih kendisine çok daha zorlu bir yol seçmişti.
13 yaşında girdiği Fenerbahçe kapısından, lisansını da alarak 18 yaşında ayrıldı ve belki de hayatını değiştirecek kararını verdi.
Avrupa’nın en batısına, İber yarımadası ücralarında, Portekiz’in küçük bir kasabasına hareket etti.
Portekiz üçüncü lig takımlarından Alcanenense ile anlaştı.
Nereden çıkmıştı Portekiz’e gitmek?
Bütün hayatı KocaeliSamandıra arasında geçmiş bir delikanlının ne işi vardı bu yabancı ülkede?
Portekiz üçüncü ligine gidinceye kadar Türkiye’de daha üst seviyelerde kulüp bulamaz mıydı?
O gün herkesin kafasını kurcalayan bu soruların hepsine kulağını tıkadı ve yeni bir yolculuğa çıktı Merih.
Her şeyi arkada bırakıp gittiği bu uzak ülkedeki küçük şehirde kısa zamanda harika işler yaptı. Bu yüzden Portekiz’in köklü takımlarından Sporting Lizbon’un dikkatini çekti. Merih’i kadrosuna katan başkent temsilcisi, bir süre yedek takımında oynattığı Türk oyuncuyu yeniden Portekiz üçüncü ligine kiraladı. Merih pes etmedi, ağlayarak Kocaeli’ye dönmedi, çalışmaya devam etti.
Merih’in beklediği fırsat 2018 yazında geldi. Türkiye Süper Lig ekiplerinden Alanyaspor tarafından transfer edildi. Yaklaşık 2 sene sonra ülkesine geri dönen Merih’in yeni durağı Akdeniz temsilcisi oldu.
Alanya’da sadece yarım dönem oynadıktan sonra yaşamının en büyük yol ayrımına geldi Merih. Bu sefer gittiği yer Portekiz üçüncü liginde bir kasaba takımı değil, İtalya Seri A temsilcisi Sassuolo oldu.
Genç adamın bu tercihini de yadırgayanlar hiç de az değildi.
Sassuolo’nun kümede kalma mücadelesi veren bir İtalyan takımı olması, burun kıvıranların birinci gerekçesiydi. Oysa Merih’in Sassuolo macerası da tıpkı Portekiz macerası gibi ona yeni ve dev bir kapı açacaktı.
Sassuolo’daki başarılı ayların ardından Dünyanın en büyük kulüplerinden Juventus, Merih Demiral’ı renklerine bağladı. Hem de tam 18 milyon EURO bedelle.
Sadece 3 sene önce, alt yapısından yetiştiği Fenerbahçe kapısından, profesyonel olamadan boynu bükük çıkmıştı. Kimsenin inanmadığı bir yolculuğa tek başına çıkıp, kimsenin bilmediği bir ligde, Portekiz’in ücra bir takımının yolunu tutmuştu. 3 sene sonra ise Juventus’un ve Türk milli takımının umuduna dönüşüverdi.
Pazartesi akşamı Paris’te sıkılı yumruğuyla, hırs fışkıran gözleriyle, takımının attığı golden sonra Türk taraftarların önünde esas duruşa geçip asker selamı vermesiyle tanıdığımız gencin hikâyesi bu işte.
Mustafa Kemal’in daha Harbiye sıralarındayken not defterine yazdığı,
“Cesaretli olan kazanır, korkak kalp daima mağluptur” sözünün yansımasını Merih’te görmek mümkün.
Kolay olanı seçse, Fenerbahçe’de kalır, muhtemelen uzun yıllar kadroya giremez, potansiyelini gösterecek fırsatı bulamaz, yine de kaderine razı olur, uygun görülen Türk kulüplerine sürekli kiralanırdı.
30 yaşına gelmiş kariyerinin olgunluk çağındaki oyuncular, yabancı bir ligde şanslarını deneme vizyonuna sahip değilken; bu genç adam, Fenerbahçe’nin teklifini kabul etmeyip Avrupa’nın yolunu tuttu.
Bilmediği bir ülkede oradan oraya sürüklense de pes etmedi.
Bugün ise Türk milli takımının savunmasında hepimize güven veriyor.
Kocaeli’de başlayan, Samandıra, Alcanenense, Lizbon, Alanya, Sassuolo aktarmalı devam eden, Torino’da zirveye çıkan bu hikâye devam ediyor hala. İnanıyoruz ki Merih, bu hırsıyla, azmiyle, mücadelesiyle çok daha büyük hikâyelere imza atacak.

Ali Yağız Baltacı
veryansıntv