Alin Ozinyan, Türkiye’de doğup büyümüş, Sorosçu/solcu çevrelerde sivrilmiş bir isim. Şimdilerde ABD’deki en büyük Ermeni teşkilatı Ermeni Asamblesi’nin Erivan’daki elemanı olarak çalışıyor. Anlaşıldığı kadarı ile Ermeni lobisi içinde etkin bir yeri var.

      Nereden mi biliyoruz? Kendi beyanından. Karabağ konusunda işgalci Ermenistan’a açıkça destek vermeyen “Türkiyeli” entel takımına içerleyen Ozinyan, bakın sosyal medya hesabından ne yazmış:

            “Son yıllarda Ermeni Soykırımı’nın “ekmeğini yiyen” akademisyen/yazar/STKcı/gazeteci/yayıncı/fotoğrafçı/şarkıcı vs “sevgi kelebeklerinden” 1 aydır ses yok. TC’dekilere tek sözüm yok ama TC dışındakilerin bu ölü taklidi kabul edilemez. Ekmek kapısı değil Ermenilerin geçmişi.

            Seneye utanmadan “Alin’cim fon bulamaz mıyız Soykırım’da kadınları çalışalım, partner STK bulamayız mı ortak dil projesi yapalım, üniversitede tanıdık var mı Ermeni Ozanlar konferansı düzenleyelim” diyenlerin kalbini çok fena kırarım, şimdiden söyliyim!”

            Alin Hanım’ın bu beyanı ile asıl işlevi bizdeki hainleri beslemek olan bir “soykırım sektörünün” varlığı ilk ağızdan tescillenmiş oluyor. Üstelik Alin Hanım, bu kişilerin hangi meslek gruplarına dahil olduklarını da sayıyor: Akademisyen, yazar, STK’cı, gazeteci, yayıncı, fotoğrafçı, şarkıcı vs.

            Demek ki bizim CihangirModa çetesinin Türk düşmanlığı aslında meslek icabıymış. “Dedem soykırım yaptı, Ermeniler’den özür diliyorum, çomar Türkler’e lanet olsun” diye bir tarafını yırtan hokkabazlar, meğer bu işi “ekmek parası” için yapıyormuş! Batılıların bizdeki en niteliksiz isimleri paraya ve iltifata boğmasının sebebi de demek ki bu imiş. Ortalıkta gazeteci, aydın, sanatçı, akademisyen diye gezen üç kağıtçıların bütün sırrı aslında Alin Hanım gibi birilerinin eteklerini öpmeleri imiş!

            Doğrusu, bu ekibin nereden, nasıl beslendiği bilmediğimiz bir şey değildi. Ancak şimdi bizzat önlerine kemiklerini koyan bir isimden, hem de tasnif edilmiş bir şekilde duyuyor olmamız kayda değer.

            Mesela bakın Ozinyan, bir yerde “TC dışındakilerin bu ölü taklidi kabul edilemez” diyor ya hani, çok önemli bir olguyu ifşa etmiş oluyor: Batılıların eskiden Fullbright’lar ile, Rockefeller’ler ile daha ince bir şekilde yaptığı “adam” devşirme işi, şimdilerde hayli kaba saba bir hale büründü: Önce burada biraz devlete, millete küfür ediyorsun, sonra kendine yağlı bir sponsor bulup ‘öbür boyu hainlik taahhüdü’ ile Avrupa’ya transfer oluyorsun. Ancak bu iş hemen olmuyor tabii, elinde cin fikir projelerle, hatta mümkünse bazı dandik mahkeme dosyaları ile Alin Hanım gibi kimi nüfuzlu “aracıların” kapısını aşındırman lazım. Bir de artık çok fazla hain var, Türk düşmanlığında, Türkiye’ye ihanette “çığır açacak” buluşlar yapman gerekiyor.

            2015 yılının başlarında Frankfurt’ta tesadüfen bulunduğum bir ortamda kulak misafiri olmuştum, akademide böyle akçeli işlere baktıkları anlaşılan iki kişi Türkiye’den gelen başvurulardan şikayet ediyorlardı. Fonlar, sözde soykırımın yüzüncü yılı için kesenin ağzını açınca Türkiye’den yapılan ortak çalışma ve ‘torpil’ başvurularında patlama olmuş. Suyun başında duran ultraErmenici tipler bile projelerin niteliksizliğinden İllallah etmişler, özetle “tamam Türkiye’ye düşmanlık kriteri tutuyor ama tek kriter bu değil ki kardeşim” diyorlarmış.

            Şimdilerde Berlin’in kahvelerinde elinizi sallasanız Türkiye’den “kaçmış” gazeteciye, akademisyene çarpıyor. Üstelik eskinin “dayanışma” havası da pek kalmamış. Almanlar bu parazit takımını sırtlarında taşımaktan yorulduklarından, artık pek yüz vermiyorlar. Rekabet kendi aralarındaki ilişkileri de bozmaya başlamış, bataklıkta nüfusları artınca besine ulaşabilmek için birbirini yiyen timsahlara benziyorlar. Alin Hanım’ın şikayet ettiği suskunluğun sebebi de belki budur, kim bilir. Avrupa’da kemik tükenince bir gözleri yeniden Türkiye’ye kaymaya başlamıştır.

            Öte yandan, içeride veya dışarıda, hain takımının sadece “küçük adamlardan” oluştuğunu sanmayın. Türkiye’nin “büyük” edebiyatçılarından sayılan Vedat Türkali’nin son romanını hatırlasanıza. Rahmetli, Ermenicilik, Kürtçülük ve bilumum Türk düşmanlığını bir çorba haline getirdiği tuhaf metni “soykırımın 100. Yılına yetişsin” diye alelacele bastırmıştı. Sırf emperyalistlerden bir “aferin” almak uğruna arkasında “son yapıt” olarak edebi anlamda sefil, pespaye bir iş bıraktı.

            Alin Hanım’ın mamaladığı hain takımı ne gibi işler yaptı tam olarak bilemiyoruz tabii. Kendisi sadece kadın çalışmaları, dil ve müzik alanlarını zikretmiş ama, listeyi açıklamaya kalksa, bizim “büyük sanatçı”, “büyük akademiysen” sandığımız nicelerinin isimlerinin döküleceğinden şüpheniz olmasın.

Bu yazı ilk olarak Aydınlık Gazetesi’nin 3 Kasım 2020 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.