Trump, ABD Başkanı sıfatıyla itiraf etti:
"ABD asla Ortadoğu’da olmamalıydı... Ortadoğu’da 8 trilyon dolar harcadık. Binlerce askerimiz öldü ya da yaralandı, öteki tarafta da milyonlarca kişi öldü. Ortadoğu’ya girmek bu ülkenin tarihinde bugüne kadar alınan en kötü karardı. Kitle imha silahları gibi yanlış veya hatalı olduğu kanıtlanmış bir dayanakla savaşa girdik ama bu silahlar yoktu..." dedi.
Türkiye’nin dış borcu Haziran 2019 itibariyle 453 milyar dolardır. Amerika’nın Ortadoğu’da harcadığı para, bizim dış borcumuzun 16 katından daha fazladır. Şimdi birkaç soru soralım:
1) ABD bu parayı fazlasıyla geri almadan Ortadoğu’dan çıkar mı?
2) Bu kadar parayı petrol ve doğalgazdan başka bir kaynaktan elde etmek mümkün müdür?
ABD’nin, Ortadoğu halklarına "özgürlük ve demokrasi" getirmek veya "kitle imha silahlarını yok etmek" için gelmediğini nihayet öğrendik...
***
Anlaşılıyor ki, emperyalist devletler enerji kaynaklarını ele geçirmek ve sonuna kadar sömürmek için, petrol ve doğalgaz kaynak ve nakil yolları üzerinde bekçilik yapacak, kendilerine göbekten bağlı kukla bir devlete ihtiyaç duymaktadırlar.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında kurulması öngörülen bu devleti kurmak için iki araç öne çıkmaktadır:
Biri eskiden beri "bağımsız" bir devlet kurmak için çalışan "ayrılıkçı Kürtler", diğeri Siyasal İslam’dır.
Suriye’yi kan gölüne çeviren, vahşi cinayetlerle tüm insanlığın nefretini kazanan radikal İslamcı IŞİD’ı kuran Amerikalılardır.
PKK/PYD’yi, insanlığı IŞİD’ten kurtaran, "kendi halkını ve ülkesini korumak için kurulmuş bir oluşum" olarak tanıtıp destekleyen de ABD’dir.
Bu şekilde parlatılan ve dünya halklarının sempatisini kazanacak olan PYD’ye, Kürtlerin yaşadığı topraklar üzerinde bir devlet kurma hakkı çok görülemezdi!
Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den kopartılacak olan topraklarla kurulacak "Büyük Kürdistan" ABD’nin Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) içerisinde düşünülen görevleri yapabilecekti...
ABD’nin planı özetle budur.
Harcadıkları 8 trilyon doları fazlası ile bir tek bu şekilde geri alabilirler...
***
BOP ve GOP planlandığı gibi yürütülemedi; Sahada Rusya vardı. Çin de petrol ve doğalgaz ihtiyacını Ortadoğu’dan karşılıyordu. ABD’nin bu bölge egemen olmasıyla, Asya’ya sıkışıp kalmaları kaçınılmazdı; bu yüzden bu büyük devletler de çıkarları tehlikede olduğu için bir şekilde işin içerisine girdiler. Ortadoğu’da "vekâlet savaşları" böyle başladı.
En kritik noktada Türkiye bulunmaktadır. Bu durum hem şansımız hem de şanssızlığımızdır. Bu nedenle de gerek ABD ve gerekse diğer bölge ülkeleri Türkiye’yi hesaba katmak zorundadırlar. Türkiye bu büyük oyunda aynı zamanda "hedef" olduğu için bazı önlemleri zamanında almak zorundadır. Bu bağlamda, Suriye’nin kuzeyinde kurulacak olan "PYD devletçiği"nin kuruluşunu önlemek görevi bizim için kaçınılmazdır. Zira Suriye bölünürse, sıranın İran’a, ardında da Türkiye’ye geleceğine kuşku yoktur...
***
Dolayısıyla bu konunun AKP iktidarı ile de doğrudan bir ilgisi yoktur. Zira projenin asıl sahibi ABD’dir. Erdoğan, iktidara gelebilmek için vaktiyle "BOP Eş Başkanlığı"nı kabul etmiş olabilir. Bu durum daha sonra Türkiye’nin toprak bütünlüğünü koruyabilmesi için sadece yükümüzü artırmıştır. Onun sorumluluğu siyasidir ve artırdığı bu yük kadardır.
Erdoğan, BOP Eş Başkanlığını kabul etmeseydi de proje uygulamaya konulacaktı. Öyle ki, iktidarda AKP yerine başka bir parti de olsaydı, yine durum değişmeyecekti. Bu gerçeği göz ardı ederek yapılacak olan yorumların ayakları havada kalır...
***
Ortadoğu’yu "bataklık" haline getiren ABD başta olmak üzere emperyalist devletlerdir. Türkiye’nin bu bataklığa girmeme gibi bir şansı ise hiç yoktur. Dolayısıyla "ne işimiz var Ortadoğu bataklığında" söylemenin bir geçerliliği olamaz. Aynı şekilde "Savaşa Hayır" söylemleri de gerçekçi ve geçerli değildir. Savaş, iki egemen güç arasında olur ve bir tarafın istemesiyle de barış sağlanamaz. Eğer bir devlet bize savaşı dayatıyorsa, yapabileceğimiz tek şey bu savaşı kabullenmek ve gereğini yapmaktır. Diğer seçenek ise teslim olmaktır. Yani topraklarımızın bir bölümünü feda etmektir...
Bu çerçeveden bakıldığında bugün yaşadığımız olay: Daha sonra bize savaşı dayatacak olan, kurulması muhtemel bir devletin, kurulmasını önlemeye çalışmaktır. İleride savaşmamak için, başka bir ifade ile sürekli barışı tesis etmek için askeri bir tedbir alıyoruz...
***
Savaş, kapımıza kadar dayandı mı? Tehlike, yakında mı, uzak mı? Bu sorunun en doğru yanıtını askerler verebilir. Ayrıca tehlikeyi daha tehlikeli hale gelmeden önlemek olanağı varsa, bunu en iyi şekilde değerlendirecek olan Ordu’nun kurmay subaylarıdır; askerliğini paralı er olarak yapmış gazeteciler değil. Ordu’yu bu işler için besliyoruz...
Şu anda yapılmakta olan "Barış Pınarı Harekatı"nı bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Bu yüzden, 82 milyon Türk Halkı, TSK’nın arkasında durmak zorundayız. Bu harekâtı, "Saray’ın savaşı" veya Erdoğan’ın iktidarını pekiştirmek çıkarttığı bir "savaş" gibi göstermek aymazlık, olup bitenlerden Türkiye Cumhuriyeti Devletini sorumlu tutmak ise bozgunculuk niyeti yoksa dangalaklıktan başka bir şey değildir...
Aydınlık