NATO’NUN YARATTIĞI SORUNLARA ÇARE:  DAHA ÇOK NATO

İklim değişiminden kaynaklı felaketler, Bill Gates virüsü, küresel ekonomik buhran, irili ufaklı savaşlar ve iç karışıklıklar.

Bunların hepsini NATO’ya bağlayabilir miyiz?

Kısa yanıt: evet.

Uzun yanıta geçiyorum, sıkılanlar okumasın.

Soğuk Savaş dönemi NATO daha anlaşılabilirdi.

SSCB’den kaynaklanan “Kızıl tehlike”ye karşı Avrupa ve Avrasya Sam Amca’nın kanatları altına sığınmıştı.

Kızıl tehlike denen şey de aslında, ezilenlerin ezenlere karşı iktidara gelmesi tehlikesiydi.

NATO bunun içindi.

Asıl amaç üyelerinden her hangi birinin SSCB’nin etki alanına girmemesi idi.

Küresel sermaye elitinin çıkarlarını korumak içinde NATO.

1989’da Berlin Duvarı’nın yıkıldığı gün NATO’nun işi resmiyette bitmişti.

Karşıt izdüşümü Varşova Paktı zaten tarih olmuştu.

Ama NATO bitmedi tabii ki.

5 yıl sonra Yugoslavya’yı parçaladı.

13 yıl sonra Afganistan’a uzandı.

Brüksel’deki NATO Karargahındaki Amerikalı komutan Türkiye’den giden gazetecilere neden Afganistan’da olmamız gerektiğini çok “mantıklı” biçimde anlatıyordu.

Afganistan’da NATO’nun ne işi vardı ki?

Oysa Rusya soğuk savaşın bitiminden sonra Batı ile hep iyi geçinmek, işbirliği yapmak için çırpındı durdu.

Ama Batı veya NATO, Rusları değil onların zenginliklerini ve etki alanlarını istiyordu.

1998’de Yeltsin onlara ne istedilerse verdi.

Tüm enerji kaynaklarını Batı ile ilişkili oligarklar kapattı, eski Sovyet ülkeleri Amerikan etki alanına girmeye başladı.

Ta ki İngilizler Çeçenistan’ı karıştırıncaya kadar.

Yeltsin’e gönderilen Amerikalı seçim danışmanları kovuldu ve bir süre sonra Rus çelik çekirdeğinin parlak yüzü Vladimir Putin iktidara geldi.

Rus devleti duruma el koydu.

Ama (Zapatniklerin* merkezi) Sen Petersburglu Putin yine de Amerikalılarla iyi geçinmek için elinden geleni yaptı.

Olmadı.

ABD, Avrupa’yı elinde tutmak için yeni füze kalkanı projeleri uydurdu.

Polonya’yı merkeze aldı.

Ardından Ukrayna’ya daldı.

Karadeniz kıyısındaki Romanya ve Bulgaristan’ı NATO’ya aldı.

Ama iş Gürcistan’a geldiğinde bozgunu eline aldı.

Avrasya da yetmedi, Libya’ya saldırdı.

Erdoğan, “NATO’nun ne işi var Libya’da” derken, Çin,Rus ve Türk müteahhitlerin aldıkları ihaleler Amerikan uşakları tarafından linç edilen Kaddafi ile birlikte tarih oldu.

Uzattım biliyorum.

Bugüne geliyorum.

2015 sonrası NATO’da çatlaklar oluşmaya başladı.

Ne amaca hizmet ettiği üyelerince bile doğru dürüst bilinmeyen NATO’da farklı tavırlar ortaya çıktı.

Mesela Türkiye, Rusya ile Suriye’de savaşın eşiğine gelmişken, bir anda tarih veya talih tersine döndü ve Rusya ile yeni bir işbirliği dönemi açıldı.

Ardından gelen NATO/FETÖ darbe girişimi de Ankara’nın tavrını pekiştirdi.

Sonra Almanya oyun bozanlık yaptı.

Rusya ile Kuzey Akım 1 boru hattını yaptı.

ABD kızdı, Almanlar ikincisini de yaptı.

Trump da yaptırım filan derken, bu kez Almanya’daki askerleri (şimdilik sayı 9500) Polonya’ya kaydırma kararı aldı.

Polonya ve Romanya artık NATO’nun yeni merkezi haline geliyor.

İncirlik ve oradaki atom bombalarının Romanya’ya taşındığı söylenirken, Polonya’da taktik nükleer silahlar yerleştirme hazırlığında ve yeni bir aegis füze üssü kuruyor.

Moskova 2022’de faaliyete geçmesi beklenen tesisin saldırı amaçlı nükleer başlıklı füzelerin konuşlandırıldığı bir istasyona dönüştürüleceği iddiasında.

Asıl büyük haber ise 8 Haziran’da Atlantik Konseyi toplantısında konuşan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’den geldi.

Stoltenberg, NATO’yu reformize edecekleri “müjdesi”ni verirken bunun adını da koydu: NATO 2030

NATO Genel Sekreteri, bundan böyle Rusya ve Çin’in işbirliğine karşı hareket alanlarını genişleteceklerini söyledi.

Ve, “hedefimiz Büyük (Pasifik) Okyanus’tur” dedi.

Artık sadece Rusya’yı değil Çin’i çevrelemek için de NATO’nun kullanılacağını söyledi.

Stoltenberg, “Ulusal çözümlerden uzak durup, değerlerimiz olan özgürlük, demokrasi ve hukuk çerçevesinde birleşmeliyiz. Bunun için de askeri olarak güçlü olmalı, siyasi olarak birlikte durmalı ve küresel olarak daha geniş bir yaklaşımı gündemimize almalıyız” dedi.

Küresel olarak daha geniş bir yaklaşım şu demek:

ABD’nin Obama döneminde belirlediği yeni saldırı doktrinindeki ana hedef Çin’i çevirmek için,  Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Güney Kore’yi yeni NATO üyeleri olarak görebiliriz.

Bunun için de NATO’nun siyasi hedeflerini de revize edebilirler.

Soğuk savaş sonrası eklenen “teröre karşı savaş” gündemine belki “iklim değişimine karşı savaş” gibi.

Tabii bu siyasi hedeflerin hiç birisi kelime anlamında kullanılmıyor.

Bunu Irak’a düşen ‘hürriyet’ bombalarından, Afganistan’a atılan ‘demokrasi’ füzelerinden biliyoruz.

O kullanışlı teröristlerin de yine NATO çiftliklerinde yetiştirildiğini de artık biliyoruz.

Stoltenberg, Çin’i hedef gösterirken aynen şunları söylüyordu:

“Çok modern askeri imkanlar üzerinde yatırım yapıyorlar, NATO üyesi ülkelere ulaşacak menzillere sahip füze üretiyorlar. Siberuzayda bize çok yakınlar. Arktik’te de varlar, Afrika’da da. Ve Rusya ile her geçen gün daha yakın işbirliği içine giriyorlar”.

Oysa yıllarca Rusya ve Çin, Batı’ya pek çok konuda işbirliği için zeytin dalı uzattı. Teröre karşı işbirliği, uzay keşfi, asteroid savunma sistemi bile önerdiler. Arktik’te altyapı işbirliği ve son olarak Kuşak ve Yol Girişimi.

Ama hep dışlandılar, terslendiler ve görmezden gelindiler.

Çünkü Batı emperyalizmi işbirliği filan istemiyor, dünyayı sömürmek istiyor.

Gelişen ve kalkınmakta olan dünyanın kendisine ortak olmasını, rekabet yaratmasını istemiyor.

NATO 2030 projesi şimdiden sinyallerini veriyor.

NATO’nun 116 Haziran tarihleri arasındaki son Baltık tatbikatına şimdiye kadar yapılanların çok üstünde bir askeri katılım oldu.

Hem de koronavirüse rağmen.

ABD’nin 3 uçak gemisi, Roosevelt, Reagan ve Nimitz şu an Pasifik’te.

Ana hedef, Güney Çin denizi ve genel olarak Çin’in çevresinde tehdidi sürekli kılmak.

Bir anlamda gambot diplomasisi.

ABD Senatosu’ndan yeni “Pasifik Savunma Girişimi” için 6 milyar dolar bütçe kopardılar 3 uçak gemisi için.

Trump aslında bu askeri yükselişe pek sıcak bakmıyor.

Başından beri askeri sınai kompleks ve diğer egemen sermaye sınıflarıyla bu konuda didişiyor.

Muhtemelen bu yüzden seçimlerde Biden’a kaybedecek.

Bunun için çok fazla altyapı hazırlandı.

NATO 2030 projesinde Türkiye’ye biçilen rolün haberini ise, Ajan rahip Brunson olayından da hatırladığımız  Amerikalı “derin” senatör Lindsey Graham’dan alıyoruz.

“Sopacı” Graham, Türkiye’ye bu kez havuç uzattı.

Çin’e olan yaptırımlardan boşalacak üretim alanını Türkiye’ye kaydırma vaadiyle bir serbest ticaret anlaşmasından söz etti.

Bunun için de hem Rusya, hem Çin ile ilişkileri kesip, yeniden Sam Amca’nın o güvenilmez kucağına dönecekmişiz.

Bizdeki Batı “hayranı” isimler hemen bu öneriyi ballandırmaya başladı bile.

E tabi, bizim ata sporumuz güreş ve okçuluk değil “kandırılmak”tır.

Kandırılmayı çok severiz.

Bu yazıyı kaleme alırken çok yararlandığım Kanadalı yazar Matthew Ehret Kump’un (NATO 2030: How to Make a Bad Idea Worse. Expanding the “Atlantic Alliance” into the Pacific) “NATO 2030: Kötü bir fikri daha beter hale getirmenin yolu. Atlantik İttifakı’nı Pasifik’e genişletmek” başlığını taşıyan makalesinden bir alıntıyla bitireyim:

“Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı havaya uçurmaya, Balkanları savaş ve gerginlik bölgelerine ayırmaya, Ukrayna’yı Neo Nazileri kullanarak tersine çevirmeye ve Rusya’yı balistik bir füze kalkanı ile kuşatmaya karar verdikten sonra, bu Soğuk Savaş kalıntısının liderleri dünyanın istikrarsızlığıyla başa çıkmanın en iyi yolunu buldular… daha fazla NATO.”