Gerici mangasının ağzına yeni bir sakız daha verdik: Atatürk ticareti... Konunun malzemesi Yılmaz Özdil’in tanesi 2 bin 500 TL’den satılan Mustafa Kemal adlı kitabı...
Onların Cübbeli Ahmet hocası, yüksek fiyattan “yanmaz(!) kefen” satıyordu. Bizim taraf aşağıda kalır mı? Bir Atatürk kitabını 2 bin 500 liradan pazarladık. Bunlar da yanmaz kefen gibi kapış kapış gitmiş... Hem de Yılmaz Özdil’in kitabından çok daha değerli çalışmalar, onun kitabının yüzde biri fiyatına satılırken...
“İsteyen almasın, kimseye zorla satmıyoruz!” demek de doğru değil. Yapılan iş, değeri hızla yükselen Atatürk’ü, ticari eşyaya çevirip pazara sürmektir.
Buyursunlar 1919 boş duruyor. Onu kullanıp 1919 tane daha bastırıp 5000 liradan pazarlasınlar. 1923 boş bırakılır mı? 1923 tane daha bastırıp 10 bin lira fiyat koysunlar. Hiç kaçırılmaz 1938. O sayıda bastırıp üstüne “Hediyesi 20 bin liradır!” notunu eklesinler. İnsanların sıkıntılarını önemsemeyen zenginlerimiz hepsini alır; bununla kendilerini kandırırlar.
PSİKOLOJİK TATMİN ARACI MI?
Ya ortada normal baskısı dururken kapağı, kağıdı farklı diye aynı kitaba götürüp 2 bin 500 TL verenlere ne demeli? Acaba bunlar Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam”ını, Falih Rıfkı’nın “Çankaya”sını okudular mı?
Atatürk yolunda yürümek için ant içen binlerce üniversiteli genç giyecek ayakkabı bulamazken, onlara maddi destek olmayı düşünmeyip de bir fetiş alır gibi 2 bin 500 liraya kitap almak ne oluyor?
Peki Atatürkçü Düşünce Derneği’ne 250 lira yardım etmiş mi bunlar? Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne ne vermişler? Ya bin bir zorlukla muhalefet yapmaya çabalayan Ulusal Kanal, Halk TV, Tele 1, Türkiyem gibi kanallara bir kitap parasını bağışlayabilmişler mi?
En önemlisi de Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Atatürk’ün Bütün Eserleri” serisini alıp da kaç okula bağışlamışlar?
Bu olay gösterdi ki karşımızda bir kitap putçuluğu var. Herhalde pahalı kitap alanlar, onu çuhadan torbalara koyup salonlarının duvarına asacaklar; sabah akşam da ellerini sürüp “Koru bizi!” diyecekler...
Bu pazarlama yöntemi, aynı zamanda Atatürk hakkında çok değerli çalışmalar yapan Orhan Çekiç, Sinan Meydan, Turgut Özakman, Hıfzı Topuz, Emre Kongar, Attila İlhan, M. Ali Öz, Doğu Perinçek, Metin Aydoğan, Alev Coşkun vb... gibi başka pek çok yazar ve akademisyenlerin emeklerine karşı da bir haksızlıktır. Hatta Lord Kinros, Andrew Mango gibi yabancıların Atatürk kitaplarına karşı da saygısızlıktır.
Ve bu iş, Nutuk’un ötelenmesi bile sayılabilir.
ADI BİLE SAKAT
Üstüne üstlük, Atatürk’ün küresel kimliğinin görmezden gelindiği bu kitabın adı bile sakattır. Çünkü, Mustafa Kemal, sadece Atatürk’ün ergenlik çağının adıdır. Onu ifade eden en son ad, Atatürk’tür... Atatürk’ten kaçmak için Can Dündar “Mustafa”yı icat etmişti, Yılmaz Özdil de Mustafa Kemal’i icat etti. Bu saygısızlıktır ve bu üslup, Zübeyde ve Ali Rıza ifadelerine de yansımıştır.
Atatürk’ün doğru adı şudur: Gazi Mustafa Kemal Atatürk... Ona “Gazi Paşa,” “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri” de denilmiş ama son imza Atatürk damgası ile atılmıştır.
Atatürkçülükte kimseye fırsat vermeyenlerin, Atatürk adından fersah fersah kaçmaları da işin ticari olduğunu göstermiyor mu?
Artık Yılmaz Özdil muska, zemzem suyu, yanmaz kefen, nalın pazarlayan tarikat tüccarlarına laf söyleyebilir mi?
TÜRKİYE DEVLETİ DEĞİL TÜRK DEVLETİ
Amerikancı liberaller, tarikatçi yazarlar, en önemlisi de PKK ideologları böyle diyor... Lakin Doğu Perinçek’in geçen Cuma günkü yazısında görünce irkildim. O cümlesi şu: “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın daha gece yarısında Maduro’ya yolladığı dayanışma mesajı, Türkiye devletinin bulunduğu konumu yansıtıyor.”
Sayın Perinçek, başkalarının her kelimesini ele alıp görüş belirttiği ve çoğunlukla da eleştirdiği için biz de fırsatı fırsat bilip yazalım dedik:
Bu devletin adı Türkiye Devleti değildir; Türk Devleti’dir. Daha uzun açılımı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti de vardır.
Halkın adı da Türkiye halkı değil “Türk halkı”dır.
Bu halkın yaşadığı yurdun adı da “Türk yurdu”dur.
Bu yurtta dalgalanan bayrağın adı da Türk bayrağıdır.
Yurtta yaşayan milletin adı bellidir: Türk milleti...
Türk: Hangi ırktan veya dinden olursa olsun Türk Devleti içindeki her yurttaşın anayasal adıdır. Bu Türk tanımı 1924 tarihli ilk gerçek anayasamızın 88. maddesinde yer almıştır.
Unutmayalım ki anayasal Türk tanımını ırkçı bir tanımmış gibi gösteren bölücüler ile gericilerdir. Kemalistlerin ve devrimcilerin onların ideolojik jargonunu kullanmaları kabul edilebilir mi? Biliyorum ki Sayın Perinçek de benim gibi düşünüyor ama o terimi niçin öyle kullandığını da merak ediyorum.
Aydınlık