Türkiye, son aylarda giderek artan hayat pahalılığı ve kurdaki aşırı dalgalanmalar nedeniyle ekonomi gündemine kilitlendi. Muhalefet ekonomideki sorunları erken seçim dayatması olarak kullanırken, iktidar cephesi ekonominin ne kadar parlak olduğunu ispatlamakla vakit harcıyor. Bu iki yaklaşımdan ayrışan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, ekonomideki sorunları kabul etmekle birlikte, kurdaki dalgalanmaların rasyonel olmadığını vurguluyor. Aslında finanskapitalin ünlü analisti Robin Brooks da Erdoğan'ı doğruluyor. Brooks yaptığı yorumlarda, Türkiye'nin cari açığındaki kapanma, ihracattaki başarısı ve Merkez Bankası rezervlerindeki toparlanmayı dikkate alarak, TL'nin haddinden çok fazla değer kaybı yaşadığını ve bu durumun ekonomi mantığı çerçevesinden koptuğunu vurguluyor. İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” söylemi, bu noktada anlam kazanıyor.

YENİ KÜRESEL SİSTEM ARAYIŞI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugünkü krizi tarif ederken aslında bir sistem sorgulamasına girişiyor. “Mandacı iktisatçıların reçetelerine itibar etmiyoruz.” diyen Erdoğan, şu tarihi vurguları yapıyor:

“Ülkemizi mandacı iktisatçıların arzuladığı şekilde küçültecek, insanlarımızı açlığa yoksulluğa mahkum edecek politikaları reddediyoruz. Bunun yerine sorunlarımızı kendi çözümlerimizle aşacak adımları atıyoruz. Yeni küresel sistem arayışları ve ülkemizin sahip olduğu güçlü altyapı böyle bir mücadele için bize uygun bir zemin sunmaktadır. Küresel finans çevrelerinin, ülkemizi ekonomik boyunduruk altında tutanların şimşeklerini üzerimize çektiğimizin farkındayız.

“Biz, geçmişte uzunca bir süre denenmiş ama bir türlü sonuç alınamamış yüksek faiz, düşük kur kısır döngüsü yerine üretim, yatırım, istihdam, büyüme odaklı ekonomi politikasında ülkemiz ve milletimiz için en doğrusunu yapmakta kararlıyız.”

EZBERE KONUŞANLAR

Cumhurbaşkanı'nın “dış düşman” vurgusu, “neoliberal klasik iktisatçı” denilen “mandacı iktisatçıları” çıldırtıyor. Günlerdir “dış düşman” olmadığını ispatlamaya çalışan bu güruh, Türkiye'nin piyasanın 300 yıllık kurallarına uymadığı için ekonomik zorluklarla yüzleştiğini ileri sürüyor. Muhalefet partileri üst üste açıklamalar yaparak Erdoğan'a “düşman kim” diye soruyor. Bilindik “faizenflasyon” ilişkisini tekrarlayan pek çok kibirli tip, sorunların temelinde Merkez Bankası'nın bağımsız olmamasını gösteriyor. Onlara göre piyasa rasyonel, denklem basit ve kurallar çok net... Erdoğan ise bunu göremeyecek kadar bilgisiz...

PİYASA VAR MI?

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Mafyokrasi kitabında “serbest piyasa”nın ortadan kalkışını ele alıyor. “Alım satım, 19. yüzyıl kapitalizminde olduğu gibi, eşdeğerlerin değişimi değildir.” diyen Perinçek, “Marx rüyasında görse inanmazdı. Hayali sermaye, dünya üretiminin 17 katına ulaşmıştır. Böylece küreselleşme denen süreçte kapitalizm, kapitalizmi inkâr eden bir aşamaya gelmiştir. Sermayenin verimliliğe göre hareket ettiği piyasa mekanizmasının yerini, ABD’nin silahla dayattığı dolar saltanatı almıştır.” diye devam ediyor. Jürgen Elsässer'in “Ulusal Devletin Yıkımı ve Sol Tavır” başlıklı kitabına da atıf yapan Perinçek, Elsässer'in şu tespitinin altın değerinde olduğunu vurguluyor: “Günümüz kapitalizmi, artı değeri sömürerek değil, artı değer üretimini yıkıma uğratarak varlığını sürdürüyor.”

Elsässer’in “hayali sermaye diktası”nı incelediği o kitapta, bugünkü piyasanın gelişimi ise şöyle anlatılıyor:

 1950'li yıllarda dünyada sermaye hareketleri, Merkez Bankalarının izniyle gerçekleşirdi. 1957 yılında Britanya, dünyanın ilk serbestleştirilmiş finans piyasasını kurdu. İngiltere'ye akan paralar için rezerv tutma zorunluluğu yoktu. Bu para kredi olarak da dağıtılabiliyordu.

 Bu dönemde ABD Doları, İngiltere üzerinden dünyaya aktı. Yurtdışına giden sermayeye vergi koymak isteyen Kennedy ise 1963 yılında 'ortadan kalktı'.

 Vietnam Savaşı'yla borç batağına saplanan Nixon, 1971'de dolaraltın konvertibilitesini çöpe attı.

 Petrolün yüzde 85'ini kontrol eden Seven Sisters ise petrolü dolar karşılığı satmayı garanti ederek Nixon darbesini meşrulaştırdı.

 1989'da Bing Bang, faiz oranları ve kredi üzerindeki devlet denetimini kaldırdı.

 Ardından Clinton, bankalara denetim dışı özel şirket kurma imkanı verdi. Böylece bankalar, vergi cennetlerinde kurdukları firmalara, riski yüksek borçlanma senetleri karşılığında sermaye taşıdı.

4.7 CENT'E 100 DOLAR SATIYOR

Yani Elsässer, kapitalizmin verimlilik ve ilericilik iddiasını kaybettiğini, kâr için üretimin sonuna geldiğimizi, artık bir hayali sermaye diktası olduğunu vurguluyor. Gerçekten de bugün karşılığı olmayan milyarlarca dolar piyasada dolanıyor, kendini finanse eden krediler yaratılıyor. Türev ürünlerin (hayali sermaye) değeri 2008'de 863 trilyon dolardı, bugün kattrilyonu aşıyor. Dünya Bankası'nın hesabına göre, 109 borçlu ülke 198086 arasında 658 milyar dolar faiz ve ana para geri ödemesi yapmış, gerçek borçları ise sadece 430 milyar dolarmış. Finans kuruluşlarının tüm işletmelerin kârı içindeki oranı 1982'de yüzde 5'ken, bugün yüzde 60'ların üzerine çıkmış. Yani ABD hiçbir karşılığı olmadan yalnızca 4.7 cent maliyetle kağıda patates baskı yapıyor, size 100 dolar diye dayatarak bütün emtiamızı çalıyor. Serbest piyasanın kurallarına uyalım diyen mandacı iktisatçılarımız da, aslında bu haraç sistemine savunuyor.

Fakat bildiğimiz tek bir şey var, o da yeni dünyanın çöken Atlantik sistemin kırık finansal tuğlalarıyla değil, üretimle kurulacak olduğudur. Wall Street ya da City of London'ın dünyası değil bu. Yok artık paradan para kazanmak. Sıcak para komisyoncularına, faizcilere, dolar ve borsa vurguncularına duyurulur.


11 Ağustos 1989 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Kararname, yabancı paraların yurt içinde alınıp satılması, serbestçe dolaşıma tabi olması ve bankalarda açılan mevduat hesaplarında serbestçe değerlendirilmesi rejimini getirdi. Bu düzenleme sonucu özelikle Amerikan Doları ve başta Avro olmak üzere Batı Avrupa para birimleri piyasalarımızı işgal etti ve Türk Lirası'nı kenarlara sürdü.