Güçlü kuramsal ve jeopolitik bilgisiyle ufuk açan yazar Hüseyin Vodinalı veryansıntv'de yazdığı yazıda, "Libya'da ne işimiz var", "Fizan çöllerinde felaket var" "Macera" "İntihar" "Piyonluk" diyerek felaket senaryoları çizerek kafalarda soru işaret yaratanların oluşturduğu tüm sorulara doyurucu yanıtlar verdi, işte o yazı:

Aslında macera çok önce başladı.

1950’lerde Türkiye’nin NATO üyeliğiyle “start” aldı.

NATO’cu Menderes hükümeti, Cezayir’de kurtuluş savaşı veren millicilere destek vermek yerine, Fransa’nın yanında yer almayı seçti.

BM’de Cezayir’in aleyhinde tutum alındı.

Bu yılların ‘yeni dış politikası’na göre Türkiye, özellikle Kuzey Afrika ve Batı Asya ülkelerindeki halkların bağımsızlık mücadelelerine karşı bir politika izledi.

Menderes ve Demokrat Partisi, Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi üzerine, İngiltere ve Fransa’nın Mısır’a müdahalesinde, Tunus, Fas ve Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinde, Birleşmiş Milletler’de verdiği oylarla NATO’da müttefiki olan Fransa’nın yanında yer aldı.

Cezayirli direnişçiler göğüslerinde Atatürk ve Türk bayraklarıyla savaşırken, Menderes Paris’te “hizmetlerinden” ötürü Lejyon Donör ödülü alıyordu.

NATO eksenli Türk gazeteleri, Cezayir savaşını Fransız gözlüğünden aktarıyor, direnişçilere “çapulcular” diyordu.

Halbuki o çapulcular ülkelerinin bağımsızlığı için savaşıyordu.

1 milyona yakını da bu uğurda canlarını verdi.

Halbuki Libya, Cezayir ve Mısır, bizim eski topraklarımızdı.

Oralardaki tüm kurtuluş hareketleri Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alıyordu.

NATO’daki karanlık tarihimiz sadece Cezayir ile sınırlı da değil.

1957’de Suriye’de Menderes’in NATO’cu/Amerikancı darbe tezgahı var mesela.

Sovyetler Birliği ile Suriye arasındaki yakınlaşma 1957’de arttı. Ruslar Suriye’ye Mig17 uçakları verdi. Suriye ile Sovyetler Birliği arasındaki yakınlaşmanın devam ettiği günlerde, Menderes Hükümeti’nin  de karıştığı başarısız CIA destekli (meşhur Mc Carthy’ci faşist CIA şefi John Foster Dulles planı) darbe girişimi yaşandı.

Aslen Konyalı olan Suriye Devlet Başkanı Şükrü Kuvvetli’yi devirebilmek için sınıra 50 bin asker bile yığıldı. Ama olmadı.

Suriye ile o gün bugün ilişkiler düzelmedi.

Çünkü, Atatürk’ün bölge merkezli, komşularla iyi geçinme üzerine kurulu siyaseti bırakılıp, ABD’nin anti komünist maşalığına soyunuldu.

Halbuki her ülkenin rejimi kendi halkını ilgilendirir. Doğu siyaset, kimseyi iç işlerine karıştırmamak, kimsenin de iç işine karışmamaktır.

Ama Soğuk Savaş’ta NATO’nun ileri karakolu olursanız, işiniz gücünüz etrafa karışmak ve halkınıza sürekli solcu olmasınlar diye baskı uygulamak olur.

Ve sonuçta yerinizde sayıp, gerilersiniz.

LİBYA’DA NE İŞİMİZ VARDI

2011’de yine NATO başımıza bela oldu.

Önce ‘ne işi var Libya’da’ dediğimiz NATO ve Neocon faşist Hillary Clinton’un operasyonuyla Kaddafi devrilerek linç edildi.

Albay Muammer Kaddafi, 1967’de Libya’da iktidara geldiğinde ülke Afrika’nın en fakirlerindendi.

Yeşil Sosyalizm uygulayarak Libya’nın zengin doğal kaynaklarını halkın yararına kullanan Kaddafi, ülkesini Afrika’nın kişi başına düşen en yüksek gelir ve en uzun ömür ortalamasına çıkarttı.

Kadınlar ise erkeklerle eşit haklara sahip oldu. Üniversitelerde okuyan öğrencilerin yarısı kadındı ve eşit işe eşit ücret uygulaması vardı.

Bir hayali de Afrika Birleşik Devletleri yaratıp, ortak bir para birimi oluşturmaktı.

ABD’ye karşı durduğu için elbette o da, sürekli diktatör ve manyak olarak lanse edildi güzide (NATO’cu) basınımızda.

Bu şimdi düşman cephemizde olan Halife Hafter, Kaddafi’nin silah arkadaşıydı. Ama daha sonra 1980’de CIA ajanı oldu.

Çad ve Sudan’daki savaşlarda bozguna uğradı. Esir düşerek ülkesini ve Kaddafi’yi rezil etti.

Hafter, CIA’nin merkezi Virginia Langley’de uzun yılar yaşadı. Ajanlık eğitimi aldı.

1996’da Kaddafi’yi devirmek için başarısız bir darbe girişiminde bulundu.

Kaddafi’nin Libya’daki en az 70 milyar dolarlık enerji ve inşaat işlerini Çin, Rusya ve Türkiye menşeli müteahhit şirketlere paylaştırması NATO’nun dikkatini çekti.

2011’de iç savaş başlatıp, havadan saldırıya geçtiler.

Ne acıdır ki Türkiye de bu koalisyona katıldı.

İşte bu esnada Hafter, Bingazi’de ABD tarafından oluşturulan El Kaide yanlısı Ensar el Şeria güçleriyle birleşip çakma hükümet kurdu.

Arkasında ABD vardı.

Bu acımasız darbe esnasında Obama’nın Libya merkez bankasındaki (Kaddafi’nin Afrika Merkez Bankası ve Afrika IMF’si kurmak için ayırdığı) 30 milyar dolara el koyduğunu da söylemek lazım.

Hani Ali Babacan’ın uçakla 300 milyon dolar götürüp birilerine dağıttığı o Libya darbesi esnasında yani.

Ardından Hillary’nin “çak” arkadaşı Ahmet Davutoğlu, Libya’daki dinci savaşçıları gemilerle Çeşme’ye getirtti.

Bu elemanlar daha sonra Suriye’ye gitti.

Ne yaptıkları malumunuz.

Meraklılarına İtalyan tarihçi Paolo Sensini’nin “Kaos yaratmak, İnsani Müdahalenin Libya’daki Sonuçları” (Sowing Chaos: Libya in the Wake of Humanitarian Intervention) isimli kitabını tavsiye ederim.

Orada, Bingazi’deki Amerikan Büyükelçisi Christopner Stevens ile Dışişleri Bakanı Hillary Clinton işbirliğinde Kaddafi’nin silahlarının nasıl Türk limanlarına getirilerek, daha sonra Beşar Esad’ı devirmek için Suriye’ye aktarıldığı detaylarıyla anlatılıyor.

HAFTER TÜRKİYE’YE GEL GEL YAPIYOR

Bugüne geldiğimizde Libya’da 2 ayrı cephe savaşıyor.

Bingazi merkezli CIA maşası Hafter ile Trablus merkezli ihvancı Sarrac var iki kutupta.

Güney kesimlerde de Tuareg kabileleri bir güç birliği kurdu.

Şimdilik onları Almanya’dan başkası desteklemiyor.

Hafter’in akrasında Mısır ve Sisi var. BAE, Suudi Arabistan, İsrail, Fransa, ABD ve kısmen Rusya da sayılabilir.

Sarrac ise BM tarafından tanınıyor ama Türkiye dışında pek bir destekçisi yok.

Ama Türkiye için Fayed El Sarrac’ın önemi İhvancı olmasının ötesinde bir büyüklük taşıyor.

Sarrac hükümeti BM tarafından tanınmış bir hükümet olarak Türkiye ile Akdeniz’de kıta sahanlığı anlaşması imzaladı.

Temelini rahmetli Oramiral Özden Örnek, E.Tümamiral Cem Gürdeniz ve Tümamiral Cihat Yaycı’nın attığı bu anlaşma ile Türkiye, Libya ve hatta Mısır ek sahalar kazandı.

Yunanistan ise kaybetti.

Bu anlaşma ile İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimince geçen hafta anlaşmaya bağlanan East Med doğal gaz hattına da kama vurulmuş oluyor.

Bu anlaşmanın geçerli olması için Hafter güçlerinin Trablus’u ele geçirmemesi büyük önem taşıyor.

ABD ve NATO bu işin karşısında.

Türkiye’deki NATO’cu Amerikancı basın da Rusya’yı sanki bu cephedeymiş gibi gösterdi.

Halbuki olay tam olarak öyle değil.

Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme tezkeresini TBMM’den çıkarması, illa oraya güç yığması ve savaşa girmesi anlamına gelmiyor.

Bu tezkere Ankara’nın elini güçlendirecek ve masaya daha güçlü oturmasını sağlayacak.

Ancak burada anahtar kelime masa.

Anahtar fiil de oturmak.

Savaşmak işin yan unsuru.

Türkiye’nin ne Mısır ile, ne Avrupalılarla ve ne de Rusya ile çatışması veya papaz olmasına gerek yok.

8 Ocak Çarşamba günü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Ankara’ya geliyor.

Ruslar Türkiye ile müzakereden yana. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi.

Emekli Büyükelçi Uluç Özülker, Putin – Erdoğan görüşmesinde Libya’da ateşkes için önemli bir adım atılabileceğini söylüyor.

Neticede Türkiye için asıl önemli olan, Libya’da kimin kazandığından çok, LibyaTürkiye kıta sahanlığı anlaşmasının geçerliğini koruması.

Bu mümkün olduğu sürece Libya’da her tür çözüme açık olunmalı.

Bu noktada özellikle şunu da vurgulamam lazım ki, Irak’ta Süleymani’nin ABD tarafından terörist bir saldırıda şehit edilmesi, Rusya’nın bölgedeki önemini azaltmıyor, aksine artırıyor.

O bakımdan Türkiyeİran ve Rusya Astana işbirliği şimdi daha da kritik.

İdlib’de Rusya ve Suriye’nin saldırılarına gözlerini yuman Ankara, Irak, İran ve Libya konularında Moskova ile bir şekilde dayanışmak durumunda.

Bunun kolay olmadığını, Rusya’nın İsrail ile öncelikli ilişkileri olduğunu, Libya’da farklı bir oyun planına sahip olduğunu görsem de bu denge mutlaka kurulmalı.

Rusların Türkiye’ye ihtiyacı var.

Mesela sırf bunun için geleneksel dostluğunun bulunduğu Rumlarla bölgede petrol, doğal gaz arama çıkarma işine girmiyorlar.

Bugün ne kadar eleştirsek de, Ankara en azından Akdeniz’de milli bir plana sahip.

Kıbrıs’ta “Yes be Annem” günlerinden, “Mavi Vatan” bilincine geldik.

Hafter güçlerinin son saldırısı Türkiye’yi çatışma alanına çekmeye yönelik.

Bu saldırının arkasındaki Birleşik Arap Emirlikleri, artık ciddi bir sorun olmaya başladı.

Ama itidal şart.

Libya olayında milli donanmamız, hava kara unsurlarımızla birlikte Akdeniz sahasında bir kez daha ön plana çıkacak.

Mavi Vatan bilinci artık dimağlara oturuyor.

Denizcileşip akılcılaşacağız.

Hiç de azımsanamayacak şanlı bir tarihe sahip diplomasimizin de kendisini gösterme zamanı geliyor.

Tabii NATO eksenli değil milli bir bilinçle.

NATO’nun Libya’da da, Türkiye’de de işi yok artık.

KAYNAKLAR:

https://www.globalresearch.ca/libyafromafricasricheststateundergaddafitofailedstateafternatointervention/5408740