Kırk yılı aşkın zamandır İslamcı yapıların ve radikal eğilimli grupların içerisinde bulundum ve en sonunda, Atatürk ve laiklik olmadığı takdirde dinin de ayakta kalamayacağını fark ederek yönümü muasır medeniyet cenahına çevirdim. Ne vakittir inancımızı sömüren tarikat ve cemaat gibi dinci asalakları deşifre etmekle meşgulüm.
Şimdiye kadar hiç kimsenin ve hiçbir inanç ile kanaatin aleyhinde yalan söylemedim, iftira atmadım ve hakarette bulunmadım, sadece net ifadeli bir dil kullanmayı tercih ettim, hepsi o kadar.
İstihbaratçı değilim, istihbarat kaynaklarından anlamam.
Komplo teorisyeni değilim, senaryolar uyduramam.
Üstelik son bir aydır "CHP’li bir kişi Saray’a gidip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile gizli görüşme yaptı" haberi sansasyonel tepkiler doğurduğu ve CHP’ye karşı operasyon mu düzenleniyor gibisinden endişelerin ayyuka çıktığı hengâmede abartılı ve sahte dil kullanamam.
Siyaseti dizayn da edemem, çünkü öyle bir kudretim, etkim ve amacım yok.
Lakin din adına yapılan ve bilhassa siyasetin dine yapışıp onu emdiği yıprattığı veya kutsallarına halel getirdiği durumlarda dilsiz şeytan olmayı kabullenemem ve sesimi en gür şekilde yükseltirim.
Şimdiye kadar genellikle sağcı/ muhafazakâr etiketli partilerin dinci yapılar ile organizasyonlara yanaşıp oy devşirme çalışmalarına çekinmeksizin karşı çıktım.
Örneğin, Adnan Menderes ile Süleyman Demirel’in Nurcuların lehine icraatlarına gözümü yummadan ve belgeleriyle bilginize sundum.
Örneğin, Bülent Ecevit’in ne yetmişli yıllarda bir miting sırasında yanına sarıklı cübbeli bir din adamını alarak halka seslenmesini ne de Fethullah Gülen’e toleranslı yaklaşımlarını doğru buldum, bunu kitap ve yazılarımda işledim.
Örneğin, Necmettin Erbakan’ın Başbakanlık konutuna tarikat şeyhlerini, müritlerini, dervişlerini davet etmesine ve "O bir iftar yemeğiydi" bahanesine bigâne kalmadan muhalefet ettim.
Örneğin, Turgut Özal’ın İskenderpaşa cemaatini öven ve ön plana çıkaran methiyelerine kulaklarımı tıkamadım, Halidiye kolundan gelen tehlikeli tekkenin İslamcı siyasete nasıl önderlik ettiğini ihbar ettim.
Örneğin, Recep Tayyip Erdoğan’ın Afgan asıllı radikal dinci Gulbeddin Hikmetyar’ın dizinin dibinde oturmasına hoşgörülü bakmadım, eleştirdim.
Örneğin, 2019 yılında "Darbeci bir Mehdi çıkacak" kehanetinde ve hezeyanında bulunan tüm cemaat ve tarikatların sahtekârlıklarını yüzlerine vurup onların hain planlarını akim bıraktım, hatta bu uğurda katliamcı Hizbullah tarafından ölümle tehdit edildim.
Fakat ben hak bildiğim yoldan ve haklı eleştirilerimden geri adım atmadım.
Bu tür örnekler uzar gider...
Ele aldığım ve siyasal İslamcılarla birlikte faaliyet gösterdiklerini deşifre ettiğim tarikat ve cemaatlerin hepsi Sünni ekolden geliyordu.
Derdimiz SünniAlevi ayrımı ve meselesi değil ama şimdi ele alacağım kişilerden biri Aleviliğin tasavvuf ekolünü temsil ettiğini ileri süren bir tarikat lideri; onunla aynı fotoğraf karesini paylaşan diğer kişi ise yine Alevi kültüründen gelen CHP’nin lideri.
Şimdi meraklanacaksınız belki, "Burada yanlış olan şey nedir" diye...
Genel hatlarıyla aşağıda bu soruya yanıt vereceğim.
ALEVİ TARİKAT ŞEYHİNİN GÜLEN İLE BENZERLİKLERİ
Bu dosyamda Kemal Kılıçdaroğlu ile fotoğraflanan kadının adı, Pir Zöhre Ana...
Bu onun tarikat içindeki adı.
Hanımefendi, bir Alevi tarikatının kadın lideri/dedesi konumunda...
Geçenlerde gundemotuzbes.com sitesinde Derya Çelebi’nin gündeme getirdiği fotoğrafa rastladım.
Muhtemelen bana soracaksınız...
"Peki kimdir bu Pir Zöhre Ana denen kişi" diye...
Pir Zöhre Ana’nın asıl adı, Süheyla olup, 15 Haziran 1957 yılında Yozgat’ın Köçekkömü köyünde doğmuş.
Sade bir vatandaşın hayatı gibi normal bir yaşam serüveni süren Süheyla Hanım, yazdığı "Cemden Gelen Nefesler" adlı kitabında belirttiği üzere, 1982’de tuhaf vizyonlar görme seanslarıyla ve parapsikolojik diye vermeye çalıştığı ruhsal deneyimlerle değişime uğramış.
İnternet arama motorlarında Pir Zöhre Ana ismini soruşturduğunuzda karşınıza, CHP rozetini Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun taktığı fotoğraflara ve video görüntülerine rastlarsınız.
Fakat bu kadının yaşam öyküsünü okuduğunuzda ve söylemlerine dikkat ettiğinizde dehşete düşersiniz.
Gerçi ben kendisinden bir kitabımda "Ankara’daki Alevi maneviyat tüccarı Zöhre Ana" şeklinde söz etmiştim ama detayını vermemiştim.
Bu tarikat dedesi kadının, bir başka tarikat lideri olan Fethullah Gülen ile benzerliklerinin bizi kaygılandıracak ve korkutacak boyutta olduğunu kesinlikle söyleyebilirim.
Mesela, Fethullah gibi, Pir Zöhre Ana’nın da soyadı "Gülen"...
Mesela, Fethullah gibi, Zöhre Ana da ilkokul mezunu...
Ama her ikisinin de peşinde coşkun güruhlar bulunuyor...
İlkokul diplomalı olması kimse için bir suç ya da utanç vesilesi değildir ama toplumun inanç mühendisliğini yapma iddiasındaki kişilerin akademik donanımdan yoksun olması tam bir ibretlik hadisedir ve üzerine tezlerin yapılması gereken ilginç bir olgudur...
Mesela, Fethullah hakkında birçok kerametler, ilahi kahramanlığa ve dinsel hero pozisyonuna dair inanılması güç rivayetler olduğu gibi, Pir Zöhre Ana için de mucizevi taraflarının olduğuna ilişkin söylentiler ayyuka çıkmıştır...
Mesela, Fethullah Gülen doğduğu gün olarak 10 Kasım’ı vermeye çalıştığı gibi, Pir Zöhre Ana’nın manevi doğumu da 1982’nin 10 Kasım’ında gerçekleşmiştir...
Demek oluyor ki, ister Sünni orijinli, ister Alevi kökenli bütün dinci yapılarda cehalet ve mistik hezeyan paylaşımı zirvededir. Zaten inanç topluluklarını, ait oldukları gruplardan ziyade, taşıdıkları bilimsel akıl ile vicdandan kaynaklı doğal ahlak erdemli kılabilmektedir.
TARİKAT YUVALARINA GİTMENİN SAKINCALARI
Türbelerin ve kimi din büyüklerinin mezarlarının/ makamlarının, şayet ölümden ibret alınacaksa ve hurafelerle, batıl itikatlarla ve şirke götüren zihniyetlerle hareket edilmediği sürece ziyaret edilmesinde dinî yönden bir sakınca yoktur.
Evet, türbelere gidilmesinde sakınca yoktur ama tekke ve zaviyeler ile tarikat büyüğü olarak kabul edilen kimseleri ziyaret etmek hem halktan kişiler için, hem de siyasetçiler için büyük problemlere kapı açar.
Halktan bir kişinin mazereti masum gerekçelere dayanabilse de, politikacıların bu inanç baronluğu merkezlerine gitmelerinin, hele ki orada görevli şahıslarla poz vermelerinin ikna edici açıklaması olanaksızdır.
Üstelik tarikat liderlerine ziyarette bulunanlar, çağdaş uygarlık hedefi olan, laikliği benimseyen ve din simsarlarına karşı mücadeleyi ideallerinde dillendiren bir siyasal partinin, hem de Atatürk’ün kurduğu bir partinin lideri ve lider kadrosundaki kişiler olduğunda, durum çok daha vahim manzara arz etmektedir.
Meral Akşener Hanımın Hacı Bayram Veli türbesini, Recep Tayyip Erdoğan’ın Mevlana Celaleddin Rumi’nin mezarını ya da Muharrem İnce’nin Eyüpsultan’ın kabrini ve civarındaki hazireyi ziyaret etmelerinde, din ve mantık dışılık yoksa çokça eleştirilecek bir tarafı bulunmamaktadır. Her ne kadar bu ziyaretlerde bir oy devşirme hesabı olabileceği akıldan uzak tutulamaz ama safiyane duygularla da yapılma ihtimali daima vardır.
Şimdiki mevzu ise CHP Genel Başkanlığı makamında oturan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir camiyi, cemevini, havrayı, sinagogu, kiliseyi, yani herhangi bir dine ya da folklorik özellikli kültür merkezine uğraması değil hakkında türlü türlü dinî mistik ve mitolojik inanışların yoğunlaştığı bir tarikat liderine, (belki yanlış bir kullanımla) Alevi dedesi unvanlı, bir nevi şeyhlik postuna sahip şahsı ziyaret etmesidir. İsterse bu ziyaret bir nezaket ziyareti veya samimi dostların buluştuğu bir oturum olsun, durum değişmez.
İşin özeti...
CHP’nin lideri, yani Kemal Kılıçdaroğlu’na ait bir fotoğrafı gördüğümde doğrusu dehşete düştüm. Belli ki bu fotoğraf, CHP içerisindeki çok kişinin albümünde zaten vardı, yani özel yaşama ait değildi, ama üzerine konuşan kimse yoktu. Konuşanlar da ya bam telini kaçırmıştır ya da sesleri medyada gereği gibi duyurulmamıştır. Şu anda muhtemelen benim de konuşmamı istemiyorlar ve böylesi bir yazıyı kaleme almamı tercih etmiyorlardır. Ama öyle yağma yok!..
CHP’nin gitgide mezhepçi anlayışa yanaştığı çok kişi tarafından seslendiriliyor ve eleştiriliyordu ama nedense bu manzaralar karşısında niçin "etkili" yorum yapan hemen hiç kimse olmamıştı diye düşünmeden edemedim.
Fotoğrafta; CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile bir Alevi dedesi ya da Alevi iddialı bir medyum veya Aleviliği merkeze koyan bir tarikat şeyhi unvanını ve adını siz koyun Pir Zöhre Ana vardı.
PİR ZÖHRE ANA İLE KEMAL KILIÇDAROĞLU
Eğer bu fotoğraf, bir tarikat liderini ziyaret ise bu durum, zaman zaman AKP’nin dinci gruplarla temaslarını ve Diyanet İşleri Başkanının "Fesli Yunan muhibbi" çakma tarihçiyi Kadir Mısıroğlu’nu resmi cüppesiyle ziyaret etmesini eleştiren bir parti ve ona gönül veren CHP tabanı adına çok vahimdir.
Ayrıca fotoğraftaki poza dikkat edildiğinde, bir tarikat şeyhinin, sosyal demokrat nitelikli olduğu bilinen bir parti liderinin omzunu tutuş pozisyonu, ikinci vahamettir. Sanki kendine intisap edip bağlanmış bir tarikat mensubunu takdis edip kutsar gibi veya şövalyesini taltif eden bir Batılı asilzade derebeyinin tavrı gibi algının oluşması düşündürücüdür. Söz konusu poz vermeyi, "samimi ortamın gereği" veya "Kemal Bey’in mütevazılığı" olarak tevil etmenin de inandırıcılığı tartışmalıdır.
Tekrar etmem gerekirse, bende ne Sünni ne Alevi ne de diğer mezhep ve ekollerin bağnazlığı olmadığı gibi, hiçbir partinin, hiçbir tarikatın ve hiçbir cemaatin savunuculuğunu yapma gafletine kapılma hakkı da yoktur.
Bu yazıyı hazırlarken kullanmam gereken dilin nasıl olması gerektiğini çok düşündüm. Elimden geldiğince yine samimi duygu ve yorumlarımla durum tespiti yapmayı uygun gördüm.
Aklıma gelmişken söyleyeyim, din siyaseti yapan partilerin sakallı, cüppeli ve sarıklı çağdışı tiplerle poz vermesine tepki gösterildiği halde, modern giyimli bir hanımın şık görüntüsünden dolayı onu ziyaret edenler masum addedilirse, bu anlayışı tam anlamıyla ikiyüzlülük ve şekilperestlik olarak yorumlarım.
Sağcı partiler için "Sünni politika güdüyor" iddiasının seslendirildiği bu zamanda, CHP için "Alevi yanlısı yapılanmaya gidiyor" türünden sloganlar üretildiğinde, bu söylemlere kimse kızmamalı ve şaşırmamalıdır.
Haber ve hatırlatma benden, takdir sizden...
Aydınlık