Ülkemizi çevreleyen üç denizde de sular ısınıyor ve jeopolitik tehditler kabarıyor. Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin PKKYPG eliyle bir ‘İkinci İsrail’ kurma girişimine karşı mücadele bir eşiğe dayandı. Fırat’ın doğusu için ABD’yle namlularımız karşılıklı duruyoruz.
Akdeniz, keşfedilen petrol ve doğalgaz rezervleri nedeniyle adeta bir ‘kurtlar sofrası’na döndü. Şu anda 12 ülkenin 60 savaş gemisi, Akdeniz sularında ‘mıntıka savaşı’ veriyor.(1)
Amiral Cem Gürdeniz’in ifadesiyle “yavru vatan değil, anavatanın parçası” olan Kıbrıs (2), Ortadoğu’ya yakınlığı ve rezerv adası olmasıyla, Akdeniz’deki ‘sessiz fırtınanın’ kalbinde. Güney Kıbrıs’ın provokatif hamleleri de, Ada’da gerginliği artırmaya devam ediyor.
Akdeniz’de yüzen Atlantik filolarından cesaret bulan Yunanistan, Ege’de Türk adalarına işgalini genişlettiği yetmezmiş gibi, bunu küstahça meşrulaştırma çabası içerisinde.
KUKLA TİYATROSU
Türkiye’nin enerji güvenliğine ve egemenliğine yönelen bu jeopolitik tehdit kuşağının görünür yüzü Yunanistan ve Güney Kıbrıs. Fakat bu kuşatmanın arkasında ABD ve onun iki koluna aldığı İsrail ve Suudi Arabistan var. Bu emperyalist şer ittifakı, Güney Kıbrıs ve Yunanistan gibi ülkeler üzerinden tabiri caizse bir ‘kukla tiyatrosu’ sahneliyor.
Şimdi bu kuşatmanın ‘kuzey cephesi’ de üç gün önce Ukrayna’da yaşanan olaylarla birlikte açılmış oldu.
Karadeniz’de yer alan Kerç Boğazı’nda patlak veren krizin koordinatlarını doğru saptamak için Türkiye’yi ve bölge ülkelerini saran jeopolitik kuşatmaya bakmamız gerekiyor.
NEDEN UKRAYNA?
Öncelikle Ukrayna’nın neden küresel bir ‘parlama noktası’ haline geldiğini ve dünya gündeminde bu denli ciddi bir ağırlığa sahip olduğunu anlamamız gerekli.
Ukrayna’nın temel jeopolitik önemi, Rusya’dan Avrupa’ya uzanan, Sovyetler döneminde inşa edilmiş bütün boru hatlarının üzerinde oturmasıydı. Ukrayna 1991’e kadar SSCB’nin bir parçası olduğu için, o dönem enerji yollarını çeşitlendirme ihtiyacı duyulmamıştı.
Fakat Sovyetler’in dağılmasından sonra işler değişti. ABD’nin tek kutuplu “Yeni Dünya Düzeni” mimarları Ukrayna’daki ‘jeopolitik madeni’ hemen keşfettiler ve Batı’nın eski Sovyet Cumhuriyetleri içinde en fazla yatırım yaptığı ülkelerden biri Ukrayna oldu.
Sovyetsonrası Rusya Cumhuriyeti, özellikle Putin dönemiyle beraber, bu duruma karşı önlemler aldı ve Rusya’dan Avrupa’ya çok sayıda alternatif boru hattı inşa etmeye başladı.
2008 KRİZİ VE ENERJİ EKONOMİ POLİTİĞİ
Başta ABD olmak üzere bütün dünya ekonomilerini derinden sarsan 2008 finansal krizi, Avrupa’daki enerji ekonomi politiğinde de bir kaymaya yol açtı. Gelişmiş kapitalist ülkelerin krizi en çok hissettiği alanlardan biri, modern ekonominin can damarı olan enerjiydi. Petrol ve doğalgaz ithalatına bağımlı olan Avrupa için enerji maliyetlerinin hafifletilmesi, krizin aşılması için en önemli başlıklardan biriydi.
Daha önce her krizde Avrupa’nın imdadına yetişen ABD, şimdi boğazına kadar battığı trilyonlarca dolarlık kamu borcuyla ve kitlesel iflaslarla boğuşuyordu. Bu durumun sonucu, Avrupa ülkelerinin enerji politikasının giderek Rusya’yla bütünleşmesi oldu. Bu bir tercih değil, hayatın dayatmasıydı. ABD’nin yapabileceği fazla bir şey yoktu.
UKRAYNA KRİZİ, SOROS VE ABD
“Ukrayna krizi” Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına kadar uzansa da, bugünkü kriz 2014 yılında Ukrayna’da yaşanan iç karışıklıklar ve Kırım’ın bir halkoylaması sonucu Rusya’ya iltihak etmesiyle birlikte ortaya çıktı. Batı ülkeleri hâlâ daha Kırım’ı Rusya’nın bir parçası olarak tanımıyorlar. Türkiye de bu konuda Batı kervanındaki yerini koruyor.
George Soros’un Ukrayna’da iç kargaşanın tezgâhlanmasında ve ardından Rusya karşıtı hükümetin şekillendirilmesinde ABD Büyükelçiliği ile birlikte nasıl bir rol oynadığı, “DC Leaks” adı verilen belge sızıntısıyla ortaya çıktı.(3) Planlar haftalar önce yapılmıştı.
ABD, Rusya’ya karşı kapsamlı yaptırımlarını bu krizin üzerine uyguladı. O tarihten itibaren Rusya, ABD’de durmadan şeytanlaştırıldı. Esas mesele, Rusya’nın ABD’nin bölgesel planlarını bozması ve Avrupa Birliği’ni enerji üzerinden kendisine yaklaştırmasıydı.
ŞAM’DAN VE ANKARA’DAN DÖNEN HESAP
ABD hesapta 2011’de başlattığı Suriye Savaşı sonucu önce Beşar Esad’ı devirecek, sonra Suriye’nin kuzeyinde kurduğu ‘kukla devletini’ Akdeniz’e açacak ve böylece hamiliğini yaptığı Körfez petrolünü Avrupa’ya ulaştırarak kıtayı Rus enerjisine bağımlılıktan kurtaracaktı.
Fakat Washington’daki hesap Şam’dan döndü. Bu hesabın dönmesinde en belirleyici etken Beşar Esad liderliğinde Suriye’nin kahramanca direnişi ise, diğer belirleyici etken de Türkiye’nin ABD’nin dayatmalarına rağmen BOP kapsamında Suriye’ye girmemesidir.
Obama’nın görevi Trump’a devrettiği dönemde verdiği bir röportajda, Erdoğan’a neden cephe aldıklarını “Güçlü Türk ordusunu Suriye’ye sokmaktan kaçınması”yla açıklaması bundandır.(4) Türkiye’nin milli dinamikleri, ülkemiz için intihar olan bu yoldan hükümeti döndürdü.
2014’ten itibaren giderek artan Türkiye’nin jeopolitik kuşatılması da, doğrudan ABD’nin Batı Asya planlarının (özelde Suriye’nin bölünmesi planının) bozulmasıyla ilgilidir. Bu anlamda, hesap yalnızca Şam’dan değil, Ankara’dan da dönmüştür.
Türkiye, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla Amerikan Koridoru’nun Akdeniz’e ulaşması önlenmiş ve bu saatten sonra, ABD’nin milyarlarca dolar gömdüğü ‘vekalet savaşları’ ile girişmiş olduğu ‘Suriye seferi’ bir bozguna dönüşmüştür.
TÜRKAKIM VE KUŞATMANIN YARILMASI
Geçen üç yılda yaşanan bütün gelişmeler, Astana ve Soçi Zirveleri, bölge ülkelerinin emperyalist kuşatmaya karşı birleşmesinin uğraklarıdır. Amerikancı unsurların Türkiye’nin Rusya, İran ve Irak’la arasını açma girişimleri her defasında bertaraf edilmiştir. Çünkü bu ülkelerle siyasi, askeri ve iktisadi işbirliği, ulusal çıkarlarımız açısından yaşamsaldır.
Tarihimizde 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında yüzleştiğimiz bir silah ambargosu var. Son yıllarda yapılan atılımlarla milli savunma sanayimizin dışa bağımlılığının yüzde 80’den yüzde 40’a düşürülmesi, bu tarihi tecrübeden ders çıkarılmış olmasındandır.(5) Rusya’dan S400 füzelerinin alınması da bu kapsamdadır ve Atlantik sisteminden kopuşun nişanelerinden birisidir.
Rusya’yla işbirliğinin askeri teknolojiyle sınırlı kalmaması önemlidir. Cepheleşmenin ana eksenlerinden birini oluşturan enerji alanında da Türkiye ve Rusya tarihi bir adım attılar: TürkAkım Projesi. Böylece hem Türkiye enerji güvenliğini artırmış oldu, hem de Rus petrolünün Avrupa’ya açılması için bir ‘enerji arteri’ durumuna geldi.
Bu anlaşma, iktisadi açıdan moda deyimle bir ‘kazankazan’ (winwin) hamlesi olmasının yanında, Atlantik sisteminin kuşatmasını yarmak için bütün dünyaya bir model sunmaktadır.
KERÇ BOĞAZI PROVOKASYONU
Kerç Boğazı’nda ortaya çıkan krizin ayrıntıları olayın bir ‘ABDUkrayna provokasyonu’ olduğuna işaret etmektedir. Ukrayna’nın askeri gemilerinin önden yapılan bildirime, uyarı ateşine rağmen durmamasının başka bir anlamı yoktur.(6)
Üzerinde durulması gereken önemli bir nokta da, bu krizin zamanlamasıdır. Kerç Boğazı, 2014’ten beri çekişmeli bir bölge... Fakat provokasyon, TürkAkım Projesinin açık deniz kesiminin 18 kasımda tamamlanmasından tam bir hafta sonra, 25 kasımda yapılmıştır.
Bu provokasyonu açıklayan en önemli gelişme, 16 Kasım’da gerçekleşen ABD ve Ukrayna Dışişleri Bakanlarının Washington zirvesidir. Bu buluşmanın “acı meyvesi” olan ABDUkrayna Stratejik Ortaklığı Ortak Açıklaması (Joint Statement on U.S.Ukraine Strategic Partnership), 27 kasımda ABD Dışişleri Bakanlığı sitesinde yayınlanmıştır.(7)
ABD iki ülkenin “TürkAkım’ın Avrupa’ya yayılmasını durdurmak için sürekli eşgüdümde bulunacaklarını” resmen ilan etti. Bu açıkça bir düşmanlık ilanıdır! Aslında bu malumun ilanıdır ve hâlâ uykuda olanları ‘Atlantik rüyasından’ uyandıracak niteliktedir.
TÜRKİYE’NİN STRATEJİ İHTİYACI
Bu provokasyon, Rusya’yı sıkıştırma amacının yanında, Türkiye ve Rusya’nın TürkAkım’da somutlaşan stratejik işbirliği hamlelerine yönelik bir sabotaj girişimidir. Daha ilk anda Kerç Boğazı’nın buzlu sularını boylamıştır. Bu türden girişimlerin kaderi de bundan farksız olacaktır.
ABD’nin güç erozyonunu durdurmak için saldırmaktan başka çaresi yoktur ve her saldırısında “ne koparsam kârdır” mantığını takip etmektedir. Türkiye’nin bu saatten sonra bu manevralar karşısında geri adım atmayacağı açığa çıkmıştır. Fakat kuşatmanın boyutu, saldırıları püskürtecek bütüncül bir stratejiyi zorunlu kılmaktadır.
El yordamıyla bulunan çareler, “sonunu düşünen kahraman olamaz” duygusuyla atılan adımlar bizi buraya kadar getirmiş olabilir. Fakat kuşatma çemberinin daralmasının gösterdiği üzere, bundan sonra içinde bulunduğumuz ‘Vatan Savaşı’ daha da çetinleşecektir. Üstelik bütün bu gelişmelere kapımıza dayanan derin iktisadi kriz eşlik etmektedir.
Türkiye’nin tarihsel deneyimi, devlet geleneği, beşeri birikimi, bu cendereden aydınlıklara çıkmamız için muhtaç olduğumuz kudreti içinde barındırmaktadır. Mesele, bu dağınık gücü seferber edecek bir siyasi iradenin ortaya çıkarılmasıdır.
Bu nedenle, Türkiye’yi yönetenlerin ve bütün siyasal kesimlerin önünde, milletin tüm kesimlerini temsil eden bir hükümet ve ‘milli direnme stratejisi’ oluşturmak durmaktadır.
Vatan Partisi, bu süreci başarıya ulaştıracak stratejinin ana hatlarını çizmiş, kurmay karargâhını yaratmıştır ve bütün milli güçleri göreve çağırmaktadır.
Kaynaklar:
(1) “12 ülkeden 60 savaş gemisi Akdeniz’de!”, Aydınlık, 29.11.2018.
(2) “Doğu Akdeniz Meselesi Üzerine Cem Gürdeniz ile 3 Soru 3 Cevap”, TGB Youtube sayfası, 29.11.2018.
(3) “Leaked memo proves George Soros ruled Ukraine in 2014, minutes from ‘Breakfast with US Ambassador Geoffrey Pyatt’” [Sızıntı görüşme kaydı George Soros’un 2014’te Ukrayna’da hüküm sürdüğünü kanıtlıyor, “ABD Büyükelçisi Geoffrey Pyatt ile Kahvaltıdan” Tutanaklar], The Duran, 20.08.2016.
(4) “Obama’dan Erdoğan’a ağır sözler”, Sözcü, 11.04.2016.
(5) “Savunmada bağımsızlık oranı %60”, Hürriyet, 28.01.2018.
(6) “Ukraynalı denizci Rus gemilere ateş açma emrini ifşa etti”, Sputnik Türkiye, 28.11.2018,
(7) Doğu Perinçek, “Karadeniz cephesi”, Aydınlık, 30.11.2018.
Işıkgün AKFIRAT Vatan Partisi Öncü Gençlik MYK Üyesi
Aydınlık