Hükümet Konağı'na bayrak asanlardan Teğmen Ali Rıza Akıncı izinli olmasına rağmen, İzmir'e girmek için hasta yatağından kalkıp gelen askerlerin bulunduğunu belirterek, o askerin kendisine ‘Efendim, ben yıllarca bu düğünü bekledim. Bu şerefli günü görmekte benim hakkım yok mu?’ dediğini aktarır ERCAN DOLAPÇI
30 Ağustos 1922 günü Afyon önlerinde bozguna uğratılan Yunan ordusu, 9 Eylül günü İzmir'de denize döküldü. Şehrin kurtuluşuyla da İstiklâl Savaşımız taçlanmış oldu. İzmir Millî Mücadelenin sembolü olmuştu. Herkes onun kurtuluşu için ant içmişti. Uğruna nice şehitler verdiğimiz şehir için, İslâm dünyasında da ödüller konuldu. Şehre ilk giren Yüzbaşı Şerafettin Bey 'İzmir Fatihi' ilan edilerek, Buhara Emiri tarafından 'Üçüncü Kılıç' nişanı verildi. Atatürk tarafından da 1934 yılında soy ismi olarak 'İzmir' verildi.
‘İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ’
Afyon önlerinde bozguna uğrayan Yunan ordusu çil yavrusu gibi dağılmaya ve kaçmaya başladı. Türk ordusu ise yaklaşık 400 km'lik yolu teri kurumadan aştı ve şehre girdi. Mustafa Kemal Paşa, Türk ordusunun İzmir’e girişini 9 Eylül günü şu mesajla bildirir: “İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta orduların gösterdiği gayret ve fedakârlığı hürmet ve takdir ile yâd ederim.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri ATABE, c.13, Kaynak Yayınları, s.268.)
Müjdeli haberi ise TBMM’ye şöyle duyurur: “Kıtalarımız, İzmir doğu sırtlarında düşmanın son mukavemetini kırdıktan sonra bugün 9 Eylül 22’de mağlup düşmanla beraber İzmir’imize muzafferen girdi.” (Age, s.269.)
12 Eylül günü millete yayımladığı beyannamede ise şunları dile getirir: “Akdeniz, askerlerimizin zafer teraneleriyle dalgalanıyor. Asya imparatorluğuna yeltenen küstah bir düşmanın muharebe meydanlarına gelmek cesaretinde bulunan ordu kumandanları ile kumanda heyetleri, günlerden beri Türkiya Büyük Millet Meclisi hükümetinin harp esiri bulunuyorlar. Düşmanın başkumandan tayin ettiği General "Trikopis" birçok gece ve gündüz ümitsizce muharebelerden ve her kurtuluş çaresini tecrübe ettikten sonra nihayet maiyetindeki generaller ve erkânıharbiyeleri ve kumanda ettiği ordunun elinde kalabilen kalıntılarıyla teslimiyet arz eyledi. Eğer Yunan Kralı da bugün esirlerimiz arasında bulunmuyorsa, bu, tacidarların şiarı esasen yalnız milletlerinin sefalarına iştirak etmek olduğundan, muharebe meydanlarının felaketli günlerinde onların saraylarından başka bir şey düşünmemek tabiatlarındandır. (…)
Gazi Paşa, askerleri durduramadığını ise 15 Eylül günü İleri gazetesi yazarı Celâl Nuri Bey’e şu sözlerle anlatır: “Askere istirahat emrediyorum. Asker dinlemiyor, ‘İzmir’de istirahat ederiz’ karşılığını cenk ediyorlar!” (Age, s.291.) İzmir’e gelene kadar düşmanın 100 bin (35 bin ölü, 45 bin yaralı ve 20 bin esir), bizim ise 10 bin kaybımız vardır… Paşa, 18 Eylül günü ise şunları söyler: “Milli ordu, Misakı Millî’yi tamamen kabul ettirinceye kadar süngüsünü yerine koymamaya yemin etmiştir. Hepimiz bu yemini tutacağız.” (Age, s.306.)
11 Ekim 1922 günü imzalanan Mudanya Mütarekesine ise İzmir’den gidilir…
ŞEREFİN ÖNCÜLERİ
İzmir'e ilk giren ise Fahrettin Altay Paşa'nın 5. Süvari Kolordusuna bağlı atlı birlikleriydi. Nal sesleri şehri inletirken, birliklerin en büyük arzusu da Yunan karargâhlarına girerek Türk bayrağını dikmektir...
İzmir'e ilk olarak şu birlikler girerek bayrak astı: Albay Mürsel Bakü komutasında Birinci Süvari Tümeni Kadifekale'ye, Kurmay Yarbay Zeki Soydemir komutasındaki İkinci Süvari birlikleri BornovaMersinli Konak arasındaki bölgeden kente girdi ve başlarında Yüzbaşı Şerafettin Bey komutasında Teğmen Ali Rıza Akıncı ve Teğmen Hamdi Yurteri Hükümet Konağı balkonuna çıkarak Türk bayrağını dikme şerefine ulaştı. Yaralı halde bayrak değiştiren Yüzbaşı Şerafettin Bey, o dakikaları, “Yaraları kim düşünür, ölsem ne gam. İzmir'i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk'” diye anlatır. Kendisine Atatürk tarafından 'İzmir' soy ismi verildi. İsmi bugün park ve caddelerde yaşıyor...
Kurmay Yarbay Suphi Kula komutasındaki 14. Süvari Tümenine bağlı birlikler Menemen ve Karşıyaka'yı kurtararak Binbaşı Zekai Kaur, Teğmen Zühtü Işıl (1912'de Karşıyaka Spor Kulübünü kurmuştu), Bombacı Ali Çavuş (gerilla savaşı yönetti) gibi kahramanlar buralarda bayrak diktiler. Bunların içinde Kara Fatma da vardı. Üsteğmen Zekai Bey, Aydın'da Yörük Ali Efe'yi ikna edip Millî Mücadeleye katan askerdi. 'Galip Hoca' lakaplı Celal Bayar'ın da sağ koluydu.
DÜŞMAN KATLİAM YAPAR DİYE
İlk giren ve bayrak asanlardan birisi de Ali oğlu Musa'dır. Bu arada Yüzbaşı Zeki Bey komutasındaki süvari birliği de Sarıkışla'ya, Üsteğmen Arif ve Takım Komutanı Celal Bey ile Yedek Subay Besim Efendi de Kadifekale'ye bayrak çekerler. Sarıkışla'ya bayrak çekenlerden Üsteğmen Fikret Bey, işgali yaşamış biridir. Kurtuluşa koşarken de 4 yarası vardır... Aynı kışlada bayrak dikme şerefine katılan Milis Yüzbaşı Abdurrahman Bey de Sarıkışla'da görevliyken, işgali yaşadı ve teslim olmayarak Aydın'da direnişi örgütledi. Bütün bu gelişmeler, dakika dakika cephe komutanlığına bildirilir.
İzmir'i ilk gören subay ise 20. Alay'ın 3. Keşif Bölük Komutanı Teğmen Enver Bey'dir. Yüzbaşı Zeki Doğan Bey o anları şöyle anlatır: “İzmir ve deniz. Askerler, böyle bağırmaktan kendilerini alamıyorlardı. Bu ikiz hemşire mefkûresi, güzellik ve çıplaklıklarıyla, ‘Artık geliniz’ diyorlardı. Düşman katliama başladığı düşüncesiyle İzmir'e bir an önce girmek istiyorduk.” (Aksoy, s.20.)
‘YILLARCA BU ANI BEKLİYORUM’
Hükümet Konağı'na bayrak asanlardan Teğmen Ali Rıza Akıncı ise birliğinde izinli olmasına rağmen, İzmir'e girmek için hasta yatağından kalkıp gelen askerlerin bulunduğunu belirterek, o askerin kendisine “Efendim, ben yıllarca bu düğünü bekledim. Bu şerefli günü görmekte benim hakkım yok mu?” diye cevap aldığını aktarır. Akıncı şehre girdiğinde kendisine çiçek veren Melihat Hanım'la daha sonra evlenir. İlk şehitler de onun takımındandır...
İZMİR'İN İLK ŞEHİTLERİ
Halkapınar Köprüsü yakınlarında Tuzakoğlu fabrikası önünde, 50 kişilik Yunan askeri pusu kurar ve buradan şehre girmek üzere ilerleyen askerlerimizin üzerine ateş açar. Bu sırada Mehmet Çavuş, Antalyalı Hakkı Çavuş ve Avanozlu Ahmet vurularak şehit olur. Bunlara hastanede hayatını kaybeden bir süvari nefer daha katılır. İzmir'in simge şehitleri Halkapınar'da yapılan şehitliğe defnedilir. Anıtta şu satırlar yazılıdır: Vatan ve namus! (Yaşar Aksoy, 9 Eylül'de Bayrak Çeken Kahramanlar, Etki Yayınları, 2012.)
FAHRETTİN ALTAY PAŞA: ‘AT NALLARININ SESİ DENİZİN DALGALARINA KARIŞTI’
İzmir’e girerken şehit olan askerler hakkında 5. Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin (Altay) Paşa şunları anlatır: “Bu yavrucakların mübarek cesetleri önümüzde birer ok gibi, başları İzmir'e doğru yatıyor ve sanki bize durmayın, ilerleyin diyordu.
“Öncü alayı İzmir rıhtımından geçerken, parke taşlarının çıkardığı nal sesleri Akdeniz'in bu taşlara çarparak çıkardığı hafif dalga seslerine karışıyor, bir zafer marşı gibi nağmeleniyordu. Bazı pencerelerden atılan çiçekler de süvarilerimizin başlarına konuyor ve onlara bir zafer taçı oluyor. Bu hal heyecanı arttırıyor, yürüyüşteki sürat gitgide artıyor, bir oluktan akan su gibi süvariler hükümete doğru akmağa başlıyor. Pasaport yanından geçerken bir manga kadar İngiliz deniz askeri tarafından selâmlanan öncü bölükleri az ileride sivil bir şahsın attığı el bombası ile karşılaşıyor. Yüzbaşı Şeref’le birkaç er hafifçe yaralanıyorlar. Fakat aldırış etmeyerek soluğu hükümet kapılarında alıyorlar.
Yunanlılar hükümeti kapamış ve kaçmışlar; bir odacı kadın kapıları açıyor. Şeref birkaç erle hemen balkona çıkıyor şanlı sancağımızı öperek direğine çekiyor ve selâmlıyor. Sancak yükselirken Ay yıldızının bir kısmına yüzündeki yaranın kanının bulaştığını görüyor ve bu saadete ermekten taşan heyecanını gözlerinden boşaltıyor. Hıçkırıklarını tutamıyor. Biran sonra kendisini topluyor, yanındakilere, ‘Arkadaşlar vazifemiz bitmemiştir. Millet bizden daha çok şeyler bekliyor’ diyerek aşağıya iniyorlar. Bu defa da oraya toplanan İzmirlilerin coşkun alkışları arasında kucaklanıyor, öpülüyor öpülüyor...” (Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası, İnsel Yayınları, İstanbul, 1970, s.352353.)
ZAFERDEN SONRA ANNESİNE KOŞTU
Paşa, İzmir’de bulunan annesinin yanına gidişini ise şöyle anlatır:
“Karşıyaka’da yalılar boyunda küçük bir evde oturan ihtiyar annemle teyzemi görmek için oraya doğru gittim. İhtiyar babam ve tüccar olan kardeşim Rodos’a kaçmak zorunda kalmışlardı. İzmir’de kalan teyzemin kocası Eczacı Yüzbaşısı Ahmet’i Yunanlılar işgal günü şehit etmişler, böylece iki ihtiyar kadın yalnız başlarına ev bekçisi kalmışlar.
Savaş sırasında zaman zaman gözlerimin önüne gelen evimize yaklaştığım sırada çarşaflı ve uzun boylu ile eğile eğile gelmekte olan anamı tanıdım. Bilmiyorum nasıl bir duygu içindeydim o anda. Atımı insiyaki bir şekilde ona doğru sürdüm ve önünde atımdan atlayıp ellerine sarıldım. Annem belki de o anda dünyanın en mutlu insanlarından birisiydi. Önce vatanı kurtulmuştu. Sonra ben onun oğlu muzaffer ordumuzun generallerinden birisi olarak İzmir’e ilk giren süvari birliklerinin kumandanıydım...
Ve her şeyden önce beni sağ salim karşısında bulmuştu... İşte ihtiyar anacığım çeşitli heyecanlar içinde geçen ömründe bu yeni heyecanın ağırlığına dayanamadı ve “Vay Fahrim!” diyerek düşüp kaldı. Arkadaşlarım onu kucakladılar ve evimize götürdüler. Yaşlı anacığım askerlerimizden benim hakkımda bir bilgi alabilir miyim diye dışarı çıkmış imiş...
Evde biraz oturdum teyzem küçük bir tepsi içinde bir dilim ekmekle biraz tuz ve kara biber ikram etti. “Hayrola...” diye sorduğum vakit aldığım cevap şu oldu: “İşte evladım son günlerde buna kalmıştık...”
Hasretimi bir parça olsun gidermiş, bu akşam işlerimin çok olduğunu bu sebeple gelemeyeceğimi ancak ertesi gün öğle vakti yemeğe gelebileceğimi söyledikten sonra tekrar ellerini öpmüş ve görevimin başına dönmüştüm. Yapılacak işimiz o kadar çoktu ki anamıza doya doya bakmamıza bile vaktimiz yoktu.” (Altay, Age, s.355356.)
İZZETTİN PAŞA : ‘RUMLAR ZİTO MUSTAFA KEMAL PAŞA DİYE BAĞIRDI’
İzmir’e giren 1. Kolordu Komutanı İzzettin Paşa, o sıcak anları anılarında şöyle anlatır: “İzmir şehri Yunan subay ve asker esirleriyle dolmuştu. Firari Rumlar en büyük izdiham sebebiydi. 4 sene önce bunlar İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinde İzmir’in Kordon’unda “Zito Yunanistan, zito Venizelos” diye bağırıyorlardı. Bugün de “Zito Mustafa Kemal, zito Türkiye” diye bağırıyorlardı.
Şehirde en önemli sorun asayişin tamamen tesisi ve özellikle 9 Eylül’den beri başlayan yağmanın önüne geçmekti. Bu yağma başıbozuk ve dışarıdan İzmir’e gelenlerin işiydi. Askere de sıçradı. Çok şiddetli tedbirler ve kesintisiz tembih ve teftişlerle yağmanın önüne geçiliyordu. Daha ilk günden asıl İzmir Rum halkının oturdukları yerleri gezdim. Buralar çok tenhaydı. Bütün İzmir Rumları evlerinde gizlenmiş oturuyorlardı. Yalnız pencerelerinden ve balkonlarından alkışa iştirak ediyorlardı. (…)
İzmir 150 bin nüfuslu büyük bir şehirdi. Dışarıdan gelen Türk ve Rum halkıyla beraber bir misli daha kalabalık olmuştu. Rumların sevki Türklerin iskanı için çok çalışmaya ve zamana ihtiyaç göstermekle beraber savaşla girilmiş bir yer olması sebebiyle olağanüstü önemi olan bir yerdi. Fakat Türklerin yaradılışındaki merhamet ve lütufkârlık aman dileyenlere karşı yumuşak davranma hasleti, Rumlar ve Yunanlılar açısından büyük faciaları engellemişti. Şehir içinde kimsenin burnu kanamadı. Yüzbinlerce Rum rahatlıkla vapurlara bindirildi. Hatta iki gün sonra başlayan yangınlar nedeniyle asayiş durumu çok daha zorlu bir şekle girmişken icraatımız ve sonuç bütün dünyanın gözü önünde temiz bir durum arz etti. Afyonkarahisar’dan İzmir’e kadar Yunan ordusunun ve yerli Rumların Türk köy ve kasabalarına yaptıkları mezalim ve ateşler içinde yürüyerek İzmir’e gelen muzaffer Türk ordusu gerçekten emsalsiz bir sabır ve metanetle sahip olduğu en yüksek medeniyeti göstermişti. Dünyanın herhangi bir medeni ordusu olsaydı, bu facia içinde İzmir kordonlarında biriken yüzbinlerce suçluyu kılıçtan geçirir, denizde boğardı.” (Orgeneral İzzettin Çalışlar, İstiklâl Harbi Hatıraları, 5. Kısım, Sakarya’dan İzmir’e Kadar 1. Kolordu, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara, 2007, s.103104.)
Aydınlık