Devlet Bahçeli, İyi Parti’nin 2019’daki kurultayından önce, oradaki “dava arkadaşlarını” tekrar MHP’ye dönmeye davet etmişti. Bahçeli’nin bu sözlerine İyi Parti’den alaycı karşılıklar gelmiş, Akşener, Bahçeli’ye “laf çakmalı” bir tivit atarken, İyi Parti’nin resmi hesabından Akşener’in kahkahalar attığı bir kısa video paylaşılmıştı.
O kongreden bugüne dek yaşananlar adeta “son gülen iyi güler” sözünü doğrular nitelikte oldu. İlçe örgütleri düzeyinde başlayan istifa dalgası, milletvekillerini, genel başkan yardımcılarını içine alarak büyüdü, son kongre ile beraber kirli ilişkilerin ilk ağızdan aktarıldığı bir skandala dönüştü.
BİLİNÇLİ BİR KADRO POLİTİKASI
İyi Parti’nin kuruluş iddiası Türk milliyetçilerinin çatısı olmaktı. Şimdi ise parti, daha çok FETÖ’cüleri, NATO’cuları bir araya toplamış gibi duruyor. Şaibeli isimlerin çokluğu ve işgal ettikleri pozisyonlar, bunun arızi bir durum olmadığını, bilinçli bir kadro politikasından kaynaklandığını işaret ediyor.
Her örgüt gibi İyi Parti’nin de kuruluş döneminde uyguladığı, kurucuların tercihleri ile şekillenmiş bir kadro politikası olmalı. O politikanın, klasik anlamda “ülkücü” denilebilecek insanlara “etkisiz kademeler” dışında pek yer vermediğini anlıyoruz.
Kuruluştaki kadro politikasının mantığına dair elimizde ilginç bir belge var. Bu, geçen yıl partiden istifa eden Bahadırhan Dinçaslan’a ait bir veda yazısı. Dinçaslan, siyaseten ağır bir figür değil belki ama, İyi Parti’nin söylemini ve fikri teşebbüsünü göstermesi bakımından önemli. Kendisi Meral Hanım’ın “prenslerinden” biriydi ve söylenene göre, o “laf çakmalı” konuşmalarının da yazarıydı.
Dinçaslan, NATO’nun gençlere yönelik sivil propaganda teşkilatı YATA’nın yöneticiliğini yapmış bir isim. Soros ve ABD devleti tarafından fonlanan Euromaidan Press’in sürekli yazarlarından. 15 Temmuz gecesi FETÖ’ye verdiği destek ve Muhsin Yazıcıoğlu’na yönelik hakaretleri ile de bilinen bu genç Sorosçu, İyi Parti’nin “ideolojisini” kurma görevini de üstlenmiş, “seküler milliyetçilik” adında bir kitap yazmış.
BİR TUHAF KADRO SEÇME HİKAYESİ
Dinçaslan’ın partiden ayrılırken kişisel blogunda yayınladığı yazıdaki siyasi kısımlar tanıdık hayıflanmalardan ibaret. Ancak, Meral Akşener ile tanışmalarına dair anlattıkları gerçekten önemli. Bu tuhaf hikaye abartmadan aktarıyorum aynen şöyle:
Blogundaki bir yazısından sonra Meral Hanım kendisini arayıp selam sabahtan önce “ulan ne gıcık adamsın sen” demiş, daha sonra bir şarkı paylaştığında yine arayıp duygularını paylaşmış. İşte böyle böyle, Dinçaslan’ın internette paylaştığı şarkılardan falan etkilenen Akşener, onu partinin en önemli makamlarından birine oturtmuş!
Dikkat buyurun, Ülkücülere çatı olma iddiasındaki bir partiden söz ediyoruz. Ülkücülük, Türkiye’nin en geniş kadro kaynaklarına sahip hareketlerinden biri. Hayatın her alanında bunca yetişmiş insanları varken, kritik kadroların genç Sorosçular arasından, hem de hiçbir protokol olmaksızın, Feysbuk arkadaşı seçer gibi seçilmesi hayli tuhaf. Bu şekilde “seçilen” insanlara ideoloji üretiminin teslim edilmesi ise tuhaftan da öte bir garabet.
SALT SÖYLEMLE İDEOLOJİ KURULUR MU?
Dinçaslan gibi isimler NATO’cu oldukları için mi tercih edildiler, yoksa tercih edildikleri için mi NATO’cu yapıldılar bunu bilemiyoruz. Ama, “kentli milliyetçi” bir hareket kurmak isteyen Akşener’in bu arzusunun yanlış bir analize kurban gittiğini anlıyoruz. Belli ki Akşener, şehirli seküler kesimin düşünce yapısını, sınıfsal pozisyonunu ve nereye kadar milliyetçiliğe yaklaşabileceğini okumak yerine onların diline odaklanmış. Bahçeli’ye verdiği “alaycı” yanıtlar da aslen bu yaklaşıma dayanıyor.
Özellikle sosyal medyada kolayca yeniden üretilebilen bu dil, anlık bir polemik vasıtası olarak etkili olsa da somut gerçekliğe çarptığında eridiğini görüyoruz. Çünkü “gerçek” hayat, daha karmaşık ve daha derin bir ilişkiler kümesi üzerine yükseliyor. Sosyal medyanın “afacanlıkları”, uzay boşluğunda yanıp sönen ışıklar gibi ortaya çıktıkları “o anın” ötesinde bir anlam ifade etmiyor.
Şehirlilerin günlük diline odaklı tercihlerin sebebi, belki de bir ayağı FETÖ’ye bir ayağı NATO’ya basan “seküler milliyetçilik” fikrini kurma aruzusu idi. CHPHDP yakınlaşmasından rahatsız olan, ama MHP’ye de gitmeyecek kadar “Batılı” bir yaşam biçimini benimsemiş kitleler için makul bir alternatif olarak tasarlanmıştı. Bu tasarımın söylemden öteye geçemediğini, başarısız olduğunu görüyoruz. Çünkü, ne geleneksel Türk milliyetçiliğinin kodları ile örtüşüyor, ne de onu aşacak, geleceğe dair bir perspektif sunuyor. Milletin gerçekliğinden kopuk bir milliyetçilik olamayacağına göre, baştan sakat bir fanteziye dönüşüyor.
İyi Parti’nin siyasi istikbali pek parlak görünmüyor. Ancak, yükselen yeni tür milliyetçi taleplere bir cevap girişimi olarak mutlaka incelenmeyi hak ediyor.
Gaffar Yakınca
Aydınlık