Geçenlerde bir fotoğraf görmüştüm. Bir hastane pankartı. Altında Arapçası da yazıyordu. Bir gencimiz de üzerini kapatıyor. Türkiye’de Türkçe kullanılır gibi bir şey yazılı bandı üzerine yapıştırıyor.
Orada İngilizce ya da Almanca hatta Yunanca (olay İzmir’de olduğu için o da mümkündü) yazsa üstü böyle kapanır mıydı…
Yıllardır Almanya’ya, İngiltere’ye, İsviçre’ye giderim… Oralardaki vatandaşlarımızın sorunları bizim de derdimizdir. Bizim derdimiz, gelseler de gelmeseler de onların derdidir. Türk insanı anavatanına düşkündür.
ABD’de bile. ABD uzaktır. Gelmek gitmek zordur. Türkçeleri yavaş yavaş gider. Ama yüreklerinden vatan aşkı gitmez.
Bir keresinde bine yakın kişiye Washington’da konuşma yapmıştım. Bütün davetliler heyecana kapılıp ayağa fırladılar. Salonu “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye çın çın çınlattılar.

SARI KAFA MAVİ GÖZ

Oralara gittiğimde sınırlarından geçerken bin beter pişman olurdum. Onlara benziyorum, onların dilini konuşuyorum diye…
Pasaportumun rengini görünce “A... aa siz de mi Türksünüz…” lafını işitmekten nefret ettim. Keşke kıvırcık kafa olaydım. Keşke simsiyah upuzun saçlı olaydım.
Bu lafı işitmeyeydim…
Yıllar geçti.
İkinci, üçüncü kuşak geldi.
Çok başarılı oldular.
Hem de o “sarı kafalardan” çok daha fazla.
Ama hep “göçmen”diler… hep “yabancı”…
İkinci sınıfı geçemediler.
Geçen hafta Yeni Ufuklar programımızda İsveç’i konuştuk. Nedir ne değildir öylesine güzel çıktı ki… 40 yıldır orada yaşayan Dr. Tülin Uygur da söyledi. Bakan bile olsak göçmeniz diye…
Güya çok demokratlar.
Ama bize gelince sınır var.
Çok eleştirdik.
Çok ayıpladık.
Şimdi bizde bir kışkırtma var.
Bilinçli. Planlı. Adım adım tırmandırılıyor.
Bu siyasi yönü. Nedeni belli. Yapanlar görev yerine getiriyor, diyelim.
Ama ötekisi bize yakışıyor mu?
Bir Arap aşağılaması.
Ayrımcılık.
Ne geleneğimizde var, ne tarihimizde.
Atatürk diyorsunuz da… şu kadarcık bile tanımıyorsunuz. Rotası emperyalizme karşıydı. O adalet terazisini hiç elinden bırakmadı. Suriye Başbakanı Cemal Mardam’la görüşmesini Atatürk’ün Bütün Eserleri’nden okuyun. Nasıl ayırt eder Suriyelilerle Fransızları…

Fethiye’de Barlar sokağında şükür ki Araplar yok (!)

İNGİLİZE VAR, ARABA YOK

Turizm diyorsun.
Araplar geldiklerinde, satın aldıklarında işgal ediyorlar diye bas bas bağırıyorsun.
Her taraf İngilizce tabela dolu.
Bütün menüler yıllardır çift dil.
Hatta kırk yıllık Taksim’e bile Taxim diye ad koyduğumuz oluyor.
Türkçemizi kirlettiniz.
Bir keresinde “Seven” adlı bir firmanın adını İngilizce “yedi” anlamına gelen “seven” gibi okumuştum da utancından ömrü billah kurtulamadım. Beni bile ne hale düşürdünüz diye hesap sordum. Yıllardır bas bas yazıyoruz. Sizde ses yoktu.
Arapça görünce üstünü kapatıyorsun.
Çünkü Araplar ikinci sınıf öyle mi?
Tıpkı o emperyalistlerin Türkçemizi, dünyada en çok konuşulan dillerinden olmasına karşın, resmen dünya dillerinden saymaması gibi.
Akdeniz kıyısında birçok ilçemizde belediye seçimlerinde aday gösterseler neredeyse kazanacak kadar İngilizler, Almanlar çoğunluktalar… en güzel koylarımıza el koyuyorlar, satın alıp geçip kuruluyorlar… kih kih gülüyorsun… hoşuna bile gidiyor.
Bizim memleketimizi beğeniyorlar ya; boyumuz bir karış büyüyor. Lütfedip daha çok beğensinler diye kırk takla atasımız geliyor. Gerçekten onların bilmedikleri ya da bir zamanlar onların da bilip de çoktan unuttukları ne kadar ne marifetimiz varsa göstermek için çırpınıyoruz…
Onların içip içip nara atmaları, kimseyi adam yerine koymayıp, kendi memleketlerinde asla yapmayacakları saygısızlıkları yapmalarını büyük hoşgörüyle karşılıyoruz.
Neden çünkü onlar “sarışın ve mavi gözlüler”!
Ayıp!
Hem de çok ayıp!
Konukseverlikte böyle bir ayrım yapmak bizim iki yüzyıllık devrim tarihimize hakarettir.
Emeğimize, verdiğimiz canlarımıza, şehitlerimize saygısızlıktır.
Sakın ola ki Atatürk’ün adını ağzınıza almayınız…
Ha, bir de yazın bir kenara.
Göreceksiniz bundan sonra tabelalarımızda Arapça, Çince, Rusça, Kazakça, Özbekçe, … daha çok göreceksiniz… Sizlere de oralara gitmenizi öneririm. Ortak zenginliklerimizin gururunu yaşayın.
İşte o zaman başımız göğe erecektir.
Kimse eğdiremeyecektir.


SELANİK SAVUNMASI NEREDEN BAŞLIYOR

ABD Atina Büyükelçiliği, Selanik’te EDA programı çerçevesinde 130 M1117 ASV alan “Hellen Ordusu”yla ortak uyum eğitimi yaptıklarını açıkladı. Her geçen gün “savunma ilişkilerinin güçlendiğini” de vurguluyorlar. (@USEmbassyAthens)
Kime karşı savunma, ortaklık gibi sorular sormuyoruz artık. Biliyoruz.
Çünkü adı geçmese de, NATO nedir onu da biliyoruz...
Belli ki önemli antiemperyalist geleneği olan Yunan milleti de artık farkında...
“Dim Giannakos @digianak” bu haberin altına şöyle bir not düşmüş:
“Çok teşekkürler. ABD çıkarlarına hizmet etmek bizim için büyük şeref. Her zaman ve her yerde emrinizdeyiz.”


ERMENİSTAN’DA TÜRK OLMAK

Her yerde bu tür Zkuşağı vardır… Mezuniyeti ve bedeni vatanında olsa da beyni göç etmiş.
Ermenistan’da üniversitede mezuniyet töreninde “Türksüz Ermenistan” yazılı balonlar uçurmuşlar. “Türk” dedikleri de Paşinyan gibi Türkiye ve Azerbaycan’la ilişkileri normalleştirme çabası içinde olan, bölgede ABD siyasetlerine göre değil de kendi memleketlerinin menfaatine göre hareket edenler… (@MehmetPerincek)


DİKKAT! SİLAHSIZLANDIRMA DEĞİL ASKERSİZLEŞTİRME

“Ege’de isimleri antlaşmalarla sayılmış adaların statüsünden söz ederken “silahsızlandırılmış” demek yanlıştır. 1923 Lozan ve 1947 Paris Antlaşmalarıyla “emredici” bir dille belirlenmiş olan statü “silahsızlandırma” değil daha geniş bir kavram olan “askersizleştirmedir”. (@TugayUlucevik)


Şule Perinçek/Aydınlık