Uşşaki tarikatı Lideri Eyüp Fatih Şağban’ın bir kız çocuğunu istismar etmekten tutuklanması tarikat ve cemaatlerin yapılarını yeniden gündeme getirdi. Aydınlık’a konuşan İlahiyatçılar, bu yapıların tasavvuf anlayışıyla alakaları olmadığını, dini istismar ettiklerini vurguladı.
Holdingleşen yapıları, devlette kadrolaşma çalışmaları ve yaşanan sapkınlıklarla tarikat ve cemaatler tartışılmaya devam ediyor. İlahiyatçı Yazar Ayşe Sucu tarikat ve cemaat yapılarını paralel yapılar olarak değerlendirdi. Bu yapıların amaçlarının genellikle devlete sızmak olduğunu vurgulayan Sucu, “Çıkarın, holdingleşmenin, kamu arazilerini ele geçirmenin, siyasetle iç içe görüntü vermenin din ile, tasavvuf ile, dindarlıkla alakası olamayacağını, aklını çalıştıran her insan görür” dedi.
Ayşe Sucu
Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Kolları Kurucu Başkanlığı da yapan Sucu şunları söyledi:
‘CEMAAT VE TARİKATLAR PARALEL YAPILARDIR’
“Öncelikle tartışmaya Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB)’ndan başlamak lazım. Cumhuriyetin en önemli kurumlarından biridir Diyanet. Paralel yapıların dine ve topluma vereceği zararları bertaraf etmesi gereken yapıdır. Lakin görünen o ki, büyük bir kitle kuruma güvenmiyor. Bu Diyanet için büyük bir handikaptır, kurumun bunun üzerinde durması ve problemin üstüne gitmesi gerekir. Zira bu kurum sağlıklı işlemiş olsaydı sürekli tartışmaların odağında olan bu paralel yapılar da kendilerini sigaya çekmek zorunda kalırlardı. Meselenin ikinci boyutu bu paralel yapıların bizim bildiğimiz kadim kültürün tasavvuf anlayışıyla yakından uzaktan ilgisi olmaması. Gerek yapılanmaları, gerek para ile, iktidar ile siyaset ile olan ilişkileri tasavvufun asla kabul etmeyeceği bir durumdur. Şeyh mürşit konumundaki insanlarının yaşam tarzlarına bakın. Çok ciddi bir kokuşma görürsünüz. Klasik kadim kültürün tasavvufu merkeze peygamberi alır. Mahviyeti tercih eder. Bugün hangi tarikat şeyhinin mahfiyet ve mahviyet içinde yaşadığını görmek mümkün?
‘YURTDIŞI BAĞLANTILARI BİLİNİYOR’
“Bu yapıların son tahlilde çıkar odaklı yapılar olduğunu, dini ise araç olarak kullandıklarını çok rahat söyleyebiliriz. Bir kısmının yurtdışı bağlantılarını zaten devlet biliyor. FETÖ olayında da Adnan Oktar yapılanmasında da bunu Türkiye çok net gördü. Diyanetin raporu da bunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla çok katmanlı çok bileşenli bu yapıların çok yönlü tartışılması gerekiyor. Bu yapıların hedefinde devlet mekanizmalarında yer almak var. Neden? Niye devletle uğraşılır? Niye bu kadar makam peşindeler? Siyasi olduklarının temel göstergesidir bu. Dindarlık sadece bir kılıf.
‘MÜRİTLERDEN AKLI RAFA KALDIRMASI İSTENİR’
Kör bir inanç insanı her türlü kötülüğe teşne kılar. Bu yapılarda dayatılar vardır. Aklın rafa kaldırılması istenir müritlerden. Ölçü şudur: Gassalın elinde ölü gibi olacaksın. Şeyhin her dediği vahiydir! Eğer kişiye ‘sen anlamazsın gel bizim cemaate gir’ derseniz o kişiyi aslında davet etmiyor, kendi fikrinizi dayatıyorsunuzdur. Halbuki tasavvuf dediğimiz şey yola çıkmaktır, yolda olmaktır. İman kişinin kendisiyle sürekli hesaplaşmasıdır. Dinamik bir yaşamın adıdır iman. Statik yapı içerisinde insan kokuşur, fikir kokuşur. İman, din kokuşur.
'BU YAPIDA DOKUZ YAŞINDA ÇOCUK EVLENİR'
“Bu paralel yapıların dindarlık anlayışında bu kokuşmanın yansımalarını görüyoruz; dokuz yaşında çocuk evlenir, kadın sesi haramdır, asansörde bir kadınla bir erkek yalnız kalamaz gibi açıklamalar bu kokuşmuşluğun tezahürleridir. Edepsizce dört yaşındaki kız çocuğunuzu kucağınıza almayın, dinen yasaktır, aklınıza başka türlü şeyler gelir’ diyebilir. Demem o ki, İslam güzel ahlaktır. Her bireyin bunu dikkate alması ve din adına kurulan tuzaklara karşı dikkatli olması gerekir”
Hilmi Demir
'TARİKATCEMAAT UZMANLARI YETİŞTİRİLMELİ'
İlahiyatçı Prof. Dr Hilmi Demir, din konusunun bütün dünyada aslında bir güvenlik meselesi olduğunu vurguladı. Tarikat ve cemaat sorununun kapatmakla çözülemeyeceğini savunan Demir, bu yapıları ekonomik, sosyolojik ve psikolojik olarak bilen uzmanlar gerektiğini söyledi. Demir şöyle konuştu:
“Tarikat meselesi sadece bizim meselemiz değil, dünyanın da meselesi. ABD’de tarikatlar yok mu? Modernizmin başlamasından sonra geleneksel yapılar dağıldı. O yapıların kırıntıları moderniteye eklemlenirken birtakım arızalar doğuyor. Bu arızalar da bütün dünyada var. Ama onlar bu meseleyi çok erken süreçte anladılar. Nasıl çözebileceklerine ilişkin bir kamu otoritesinin bu meseleye nasıl yaklaşacağına dair politika geliştirdiler. Biz maalesef bu işi yapamadık. Çünkü bizde birtakım katı, jakoben laikler ‘hepsinin kökünü kazıyın’, öbür tarafta muhafazakar kesim ‘hayır onlar bizim geleneksel değerlerimiz’ diyor. Bu iki bakışla da çözemeyiz. Oturup üzerinde çalışmamız, anlamamız lazım. Türkiye’de bu tür yapıların bir uzmanı var mı? Yok. Bu tür yapıların uzmanı olmak lazım. Bu meseleyi ya gazeteci konuşuyor ya da ilahiyatçı. Hatta bazen ilahiyatçı bile konuşmuyor. Oysa ikisi de çözemez bu sorunu. Bize çok daha farklı bakış açılarına sahip, o psikolojiyi o sosyolojiyi bilen bu grupları bilen uzmanlar lazım. Bu uzmanların devlet içerisinde istihdam edilmesi lazım. Orman yandıktan sonra herkes çıkıyor kınamaya başlıyor. Oysa asıl mesele orman yanmadan bunu görebilmek. Bu problem Türkiye’nin temel sorunu olarak gider. Bu sorun ne bunları kökten kazımakla çözülür ne de bu hastalıkları görmezden gelerek. Din meselesi sadece bir inanç meselesi değildir, bir güvenlik meselesidir. Bu tüm dünyada böyledir.”
Hayri Kırbaşoğlu
'İSTİSMARIN ÖNÜNE GEÇİLMELİ'
İlahiyatçı Yazar Prof. Dr Hayri Kırbaşoğlu tarikat ve cemaatlerle mücadelenin yasaklamayla değil toplumun bilinçlendirilmesiyle olacağını söyledi. Bu yapıların siyasetle ilişkilerine dikkat çeken Kırbaşoğlu şöyle devam etti:
“Din istismarına ve dinin kişisel veya grup veya maddi çıkar için kullanılmasının önüne geçilmesi gerekir. Ancak bunların mevcut iktidara bakan bir yönü var. Bugün bu kokuşmuş yozlaşmış yapıları himaye eden bu mevcut siyasi kültür diyelim. Demirel’den bu yana daima tarikatlar, cemaatler oy deposu olarak görülmüş, bunlarla oturup pazarlıklar yapılmış, bunların oyları blok olarak alınırdı. Ak Parti bunu son sınırına kadar getirdi ve kalıcı bir şekilde bunları iktidara eklemledi. Tarikatları değerlendirip bunların pervasızca pişkince davranmasına yol açan siyasi kültürü değerlendirmemek zor. Mevcut kültür olduğu sürece ne konuşursak konuşalım hiçbir faydası olmayacak. Çok ciddi bir tehditle karşı karşıya ülke. Bunun bu şartlarda çözüleceği kanaatinde değilim. Siyasetin bu gibi dini veya toplum tarafından kutsal kabul edilen değerlerin istismar edilmesini engelleyecek anayasal düzenlemeler gerekir. Batı'da örnekleri var. Kanun mahiyetiyle polisiye tedbirlerle bu sorunu çözmek mümkün değil. Dünyada da örnekleri yok. Onun yerine toplumsal bilinçlenme ve toplumsal uzlaşma gerekiyor.”
Aydınlık