CHP sözcüleri HDP’nin kapatılmasına bu partinin meşru bir parti olduğu, genel özgürlükler ve parti kapatmanın işe yaramaması gibi nedenlerle karşı çıksalar da, dillendirmedikleri iki gerçek daha var. Birincisi, ABD’nin başını çektiği küresel güç sisteminin Türkiye’deki siyasal sistemden beklentileri. Diğer batıcı güçler gibi CHP de, ABD’nin HDP’yi siyasal sistemin bütünleyici bir unsuru olarak gördüğünü biliyor. Bu nedenle sistem içi bütün kuvvetler, birbirlerinin doğal müttefiki oluyorlar.
İkincisi, oy dengeleri ile ilgili. Herkes farkında ki, HDP kapatılırsa, oyları CHP’ye gitmeyecek. Mevcut haliyle HDP, AK Parti’nin zayıflatılmasında rol oynuyor. Bu koşullarda tam bağımsızlık teferruata, sistem içi oy dengeleri ise Faustvari bir pazarlığın konusuna dönüşüyor.
HDP’nin kapatılması halinde oylarının CHP’ye gitmeyecek olması, CHP’nin iktidar stratejisi açısından HDP’nin varlığını korumayı gerektiriyor. Peki, HDP kapatılırsa en güçlü olduğu güneydoğuda neden seçmen CHP’ye yönelmez? Bunun temel nedeni, CHP’nin güneydoğudaki algılanışı ile ilişkili.
CHP’nin Kürt seçmen arasında gerileyişi SHP döneminde başladı. O günden sonra kararlılık kazanan bir seyir izledi. Bu kararlılık, bölgede Kürt milliyetçiliğinin gücünden çok, CHP’nin inisiyatifsizliğinin bir sonucu oldu. CHP, PKK tarafından yerel liderleri katledilen partilerden biri olmadığı, yani bölgeden zorla sürülmediği halde, seküler Kürt milliyetçiliğine doğru kan kaybetti.
Bunun nedenlerini anlamakta sosyolog Devrim Ertürk’ün Güneydoğu’da CHP Algısı adlı kitabındaki bazı veriler bize yardımcı olabilir. Gaziantep, Mardin ve Diyarbakır’da yapılmış saha araştırmasının verilerine göre, CHP’den ayrılanların yarıya yakını başka bir partide siyaset yapmaya yönelmemiş. Yani otomatik olarak Kürt milliyetçiliğine gitmemiş. Ama CHP’den umudunu kesmiş. Çünkü partinin yönetici ve üye kitlesi seçmenlere genel yolsuzluk karşıtı argümanlar dışında hiçbir şey söyleyemiyor. Atatürkçülük, sosyal demokrasi, Cumhuriyet’in Kürt politikası, uluslaşma vb. konularında Kürt milliyetçiliğinden gelen eleştirilere karşı kolu kanadı kırık. Hatta kendi partilerini, özellikle Baykal dönemini, fazla Atatürkçü; Atatürkçülüğü ise fazla antidemokratik bulan bir zaaf içindeler. Şöyle de söyleyebiliriz: sosyal demokratlar, ortanın solu adıyla başlattıkları sağcılaşma sürecinin sonunda, sadece muhafazakâr sağ karşısında değil, Kürt milliyetçiliğinin üniter yapı, ulus devlet ve uluslaşma konusuna yönelttikleri eleştiriler karşısında da inisiyatifsiz hale gelmiş ve Kürt milliyetçiliğinin ideolojik hegemonyasına meydan okuyamaz duruma düşmüş haldeler. CHP’liler kendi partilerine inanmıyorlar, parti sadakati esas olarak geleneksel aile bağlarına sadakatle birleşmiş durumda.
SHP 1989’da Paris Kürt Konferansı’na genel başkan Erdal İnönü’nün uyarısına rağmen katılan milletvekillerini ihraç etmeyle başlayan krizi yönetemedi. Yaygın istifalarla kan kaybettikten sonra 1991’de Halkın Emek Partisi ile seçim ittifakı yapıldı. Ancak bu kez de TBMM’deki Kürtçe yemin krizi yönetilemedi. Bütün bu süreçte sosyal demokratlar, Kürtlerin demokratik haklarını savunan ama Türkle Kürdü milli kimlik etrafında birleştiren, bu anlamda Kürt milliyetçiliğine ideolojik tavır alabilen bir tutum oluşturamadı. Partinin parlamentarist ve popülist kimliği, böyle kararlı bir ideolojik hat çizmeye izin vermiyordu. Bu ideolojik yüzeysellik güneydoğuyu Kürt milliyetçilerine terk etmelerine neden oldu.
CHP’nin Türk yurttaşlığı etrafında HEP ve ardılı olan bölücü etnisisizme tavır alamayışında, 1960’ların ortalarından itibaren solculaşma adına Kemalizm’in mirasından kurtulma arayışının etkileri büyük rol oynadı. Zaten kurtulmak istediğiniz bir siyasi mirası, soldan yorumlayarak aşmak ve bu sayede günün koşullarına uygun bir ideolojik parti omurgası yaratmak, CHP kurmaylarının ve ideologlarının yeteneklerini aşmaktaydı. Kemalizm’in sağdan aşılması olan reddi miras süreci, etnik milliyetçilik karşısında milli kimliği demokratik kültürel haklar ile birlikte ele alabilen bir duruşu imkânsız kılmaktaydı.
Partinin bölücü milliyetçilik karşısındaki inisiyatifsizliği, askeri çözümden başka bir perspektifi olmayan sağ partiler karşısında da pısırıklığa dönüştü. Kürt sorununda ne dediği belli olmayan, yerel örgütlerin önüne siyaset yapabilecekleri derli toplu ve köşeli argümanlar koyamayan CHP, Kılıçdaroğlu döneminde, inisiyatifsizliği mantıksal sınırlarına dayadı ve HDP ile program birliği çizgisine geldi. İşe bir özeleştiri yapıp, “kusur bizde, gelmedik, gitmedik” diye başlayan Kılıçdaroğlu, partisini artık Kürt seçmene gitmesine hiç gerek kalmayacak bir noktaya taşıdı.
CHP’nin HDP’nin kapatılmasına karşı konumlanışı bir özgürlük meselesi değil program birliği meselesi. Program birliği yapanlar kader birliği de yapıyorlar.
Atakan Hatipoğlu
Aydınlık