Milliyetçilik toplumsal reflektif tepkilerin çok ötesinde proaktif kültürelekonomik dinamiklere ve kodlara sahip bir ideolojidir.
Reaktif bir düzlemde doğru ve gerçekçi olarak algılanması ve de anlaşılması imkansız olan bir aydın hareketidir.
Milliyetçilik İsmail Gaspıralı'dan, Yusuf Akçura'ya, Mollanur Vahidov'dan, Mir Sultan Galiev'e, Mustafa Kemal‘den, Ziya Gökalp’e Mustafa Suphi'den, Şevket Süreyya'ya Türk Milleti‘nin tam bağımsızlıkçı antiemperyalist cephesidir.
Sömürüyü ve köleliği kutsayan feodalizm ve de onun rahminden düşüp ona karşı düşman olduğu savını ileri sürerek yüzyıllardır feodal sınıfla savaştığını iddia eden; tüketimi, kapitalist sömürüyü kutsayan diğer bir sömürgeci örgütlenme olan burjuvazi...
Ve de bu iki sömürü sisteminin etrafında serseri bir mayın gibi dolaşan bir "MİLLİYETÇİLİK"!
Bir yandan feodalizme öykünen diğer yandan da burjuvaziye öykünen arada kalmış, tarihsel köklerinden koparılmış bir "MİLLİYETÇİLİK"!
Türk Milliyetçiliği feodalizmi de burjuvaziyi de reddeder; çünkü Türk Milliyetçiliği'nin ruhunda ve genetik kodlarında toplumculuk ve antikapitalizm vardır.
Türkiye’deki milliyetçilerin en büyük yanılgısı "MİLLİYETÇİLİK" kavramının toplumculuktan uzak bir kavram olduğu anlayışıdır.
Küresel emperyalizm ile uzlaşan ve işbirliği içerisinde olan"MİLLİYETÇİLİK" emperyalist ve siyonist merkezlerin dayattığı hormonlu bir milliyetçiliktir.
Hegel’in diyalektik (tez antitez sentez) felsefesinde dile getirdiği efendi köle önermesine "MİLLİYETÇİLİK" olgusu üzerinden bir katkıda bulunalım:
Efendi ve köle sınıfsal kimliğinin temel ortak yönü her iki kimlikte de vatan bilincinin örselenmiş ve yitirilmiş olmasıdır.
Kapital düzenin inşa ettiği efendi ve köle kimlikleri için vatan ve milliyet mefhumlarının hiçbir önemi yoktur.
Kapital sömürü düzeninin hakim olduğu yani efendi ve kölenin düzenden nemalandığı her bir toprak parçası onların anavatanıdır.
Bu bağlamda bugün Türkiye'de genel manada hakim olan ve sermayeden beslenen milliyetçilik anlayışını kuvvetli suç şüphesi ile sorgulamak zaruridir.
Tarih ve toplum huzurunda şunu yürekten söylemek gerekir ki vahşi liberal kapitalizm karşısında konumlanmayan ya da emperyalizme savaş açmayan bir milliyetçilik algısı sakat ve gerçeklerden uzak bir milliyetçilik anlayışıdır.
Böyle bir milliyetçilik anlayışı toplum içerisinde yaşayan bireylerin tüm çaba ve gayretlerini milletin çıkarlarına doğru değil kendi çıkarlarına doğru evirir.
Kimse kimseyi kandırmasın!!!
Kapitalist emperyal düzene göre kendini konumlandırmış hiçbir düşünce hiçbir ideoloji özgün değildir sadece firavunlaşmış efendilerin kölelerini yönlendirdiği ve şekillendirdiği bir araçtır.
Kapitalist düzenin dayattığı yaşam biçimini benimseyen bir kitle asla ve asla ne milliyetçi ne de milli olabilir çünkü küresel kapitalist emperyal odakların rahminden düşen hiçbir hareket milli olamadığı gibi bu şekilde doğan sözde milliyetçi yapılar sadece milliyetçilik adına milliyetçiliği denetim altına alıp istediği gibi şekillendirir ve gerçek milli hareketlerin doğuşunu ve gelişimini engeller.
Diğer önemli bir konu ise son günlerde Milliyetçilik kavramı ile Monarşinin aynı düzlemde değerlendirilmesi sorunudur:
1) MİLLİYETÇİLİK bir cumhuriyet ideolojisidir.
2) Monarşilerde milliyetçilik olamaz çünkü ortada millet olgusu yoktur.
3)Monarşilerde iradesi ellerinden alınmış teba ve kul kavramları vardır.
4)Monarşilerde kula kulluk varken cumhuriyette sadece Allah’a kulluk vardır.
Bu bağlamda Allah Resulü'nün Mekke' de kurduğu İslam Devleti Kuran'ın temel ilkelerinden olan özgür irade ve şûra ilkeleri üzerine inşa edilmiş bir cumhur devletiydi.
Resulün vefatından sonra göreve gelen 4 devlet yöneticisi de bu ilkeler ışığında seçildiler. Ne zamana kadar? Emevilere yani ümmeti Muaviye'ye kadar...
Sonra ise Kuran'ın açık emir ve ilkelerine rağmen cumhuriyetin yerini babadan oğula geçen saltanat ideolojisi yani Monarşiye bıraktı.
Ez cümle bir taraftan milliyetçi olduğunu iddia etmek diğer taraftan insanı kula kul eden monarşiye öykünmek büyük bir çelişki, bilgi kirliliği ve kafa karışıklığının sonucudur.
Saygılarımla...