Özden GÜNGÖR / Başkan / TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası
Osman Nuri Koçtürk’ün Gıda Emperyalizmi kitabı uzun bir aradan sonra Alaca Yayınları tarafından yeniden yayımlandı. Kitabın önemi yaşadığımız bu kriz dönemlerinde çok daha iyi anlaşılacaktır.
2000’li yılların ilk çeyreğinin tanığı olduğumuz bugünlerde, ”ülkeleri yönetmek için petrol, insanları yönetmek için gıda kaynaklarını kontrol etmenin gerekli olduğu” tezine artık pek az insan şüpheyle bakıyor.
Çünkü ’modern insan’ın belleğinde, bu tezi kanıtlayacak bir yığın anı – veri birikti.
Kitlesel saldırılar için yeter derecede kimyasal silaha sahip olduğu iddiası ile işgal edilen Irak’ta, bu iddianın ve bunun yanında Irak’a demokrasi götürme savının bir yalandan ibaret ve asıl amacın Irak petrollerini kontrol etme olduğu konusunda hemen herkes hemfikir.
Aynı şekilde, gıda yardımlarının korunan pazarlara giriş ve bu bölgelerin tarım yapılarını denetleme ve yönlendirmede bir araç olduğu, Amerikan Kongresi’nde yapılan konuşmalarla çoktan açığa çıkmış durumda.
Dünya Ticaret Örgütü – IMF – Dünya Bankası patentli politikaların, tarım ve gıda sektörünü nasıl çökerttiğine ilişkin haberler, dünyanın dört bir yanından akıyor… Kısacası, milattan sonra 2 bininci yıllarını yaşayan yaşlı yerkürede, ’küreselleşme’ sözcüğüyle üstü örtülmeye çalışılan emperyalizmin işleri, bilinmeyen olmaktan çıkmış durumda.
Ancak 1960’lı yıllarda durum böyle değildi.
Amerikan yardımı süttozu ve un torbalarının üzerinde görülen sıkışan eller figürü, okyanus ötesinden bize yardım eden beyaz adam etkisini uyandırıyordu.
Politikacısından ilkokul çocuğuna herkes bu yardımlar için müteşekkir, karnını doyurduğuna şükreden bir sosyolojik zemin üzerinde, iktisadi ve politik anlamda giderek bağımlılaşan bir Türkiye portresini çiziyorlardı.
Üstelik yürütülen sessiz savaş aracılığıyla gıda emperyalizminin nesnesi olan ve açlık korkusu yaşayan ülke, bugünün yarısından az, yalnızca 32 milyonluk bir nüfusa sahipti.
İşte tam da bu dönemde, Osman N. Koçtürk adlı bir bilim insanı, tüm gücüyle bu düzeni deşifre etmeye, kamuoyunu uyarmaya çalışıyordu.
Bu yazının sahibi ilkokulda Amerikan süttozlarından yapılmış kötü tatlı ürünleri adeta zorla tükettiği yıllarda, Osman N. Koçtürk durumu şöyle özetliyordu;
”Bu yıl yabandan borçlanarak 850 bin ton buğday satın alacak ve eğer doyurabilirsek karnımızı bununla doyuracağız. Geçen yıl 350 bin ton buğdayı satın alabilmek için 40 yıl vadeli bir borç senedi imzalamıştık. Bugün yediğimiz ekmeğin parasını, torunlarımız ödeyecek ve bize hayır dua etmeyeceklerdir. İlkokullarımızdaki yavrularımızdan sonra ortaokullar ve liselerdeki yavrularımız, işçilerimiz, köylülerimiz de FAO aracılığı ile Türkiye’ye verilen üretim artığı kalitesiz besinlerle beslenecekler”
Ne kadar benzer şeyler yaşanmış, ne kadar benzer sorunlarla karşılaşılmıştı.
Zeytinyağı cenneti olan Türkiye’ye margarin yağlarını sokmak için çalışan lobiler, margarin yağlarını öven sözde bilim insanları.
Yerli çeşitlerimizi yok eden bir tohum hegemonyasının kurulma süreçleri.
Türkiye’nin tarımda bağımlılaştırılması, insanlarının kobay yerine konulması. İyi beslenemeyen, sağlığını kaybeden bir toplum…
Bütün bunları halka anlatmaya çalışanların karşılaştıkları saldırgan tutumlar…
50 yıl sonra, Türkiye’de değişen bir şeyin olmadığını görmek kahredici.
Yabancı bankaların ipotekli kredileriyle üretim araçlarını kaybeden, giderek artan girdi fiyatları nedeniyle üretim yapamayan, üretimden bağlantısız doğrudan desteklerle üretimden koparılan; yoksullaştırılan, bağımlılaştırılan, istismar edilen bir köylü tipolojisi.
Tohumdan gübreye, ilaca kadar bağımlılaşan bir girdi yapısı.
Özelleştirmeler ve küçülmelerle kamunun tarımdan çekilişi, Anadolu köylüsünün yabancı şirketlerin adeta esiri haline getirilişi.
Rant uğruna biyoçeşitliliğin ve tarım topraklarının katledilmesi, genetiği değiştirilmiş tarım ürünlerinin yıllardır ülkeye kontrolsüz girişi, şimdide GDO’lu ürünlerin temiz topraklarımıza ekilme çabaları.
Kır ve kent yoksulu milyonlarca yurttaşımızın yeterli ve dengeli beslenmeden uzak bir yaşam sürmesi…
Bu süreç kuşkusuz, iktisadi sonuçlar yanında, sosyolojik ve politik sonuçlar da yaratıyor.
Yetersiz ve dengesiz beslenme nedeniyle fiziksel ve mental gelişimlerini sağlayamayan yurttaşlarımız, yaşamı diyalektik bir sorgulama süzgecinden geçirme konusunda çoğu zaman sorunlar yaşıyorlar.
Buna eklenen birçok yeni sorun alanı, koca ülkeyi tarihsel bağlarından uzaklaştırarak bağımlılaştırıyor.
Ve elbette bugün de, bunları açıkça dile getirip uygun önlemler – çalışmalar gerçekleştirmeye çalışanlar, kırk yıl öncenin saldırgan tutumlarının postmodern bile olamayan yansımalarına muhatap oluyorlar…
Yurtsever bilim insanı Osman N. KOÇTÜRK’ün samimi ve kararlı mücadelesi ve anısı önünde saygıyla eğiliyorum.