Atatürk bu bayramı, güvendiği ve yarınları emanet ettiği gençlere armağan etti. 20 Haziran 1938’de çıkarılan bir yasayla bugün ‘Gençlik ve Spor Bayramı’ olarak kutlanıyor. 17 Mart 1981’de de bayramın ismi, Atatürk’ün ‘Ben 19 Mayıs 1919’da doğdum’ dediği gerekçesiyle Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı olarak değiştirildi
Gençlik ve Spor Bayramı’nın ilk adımı değerli spor, müzik, folklör adamı Selim Sırrı Tarcan tarafından atıldı. Selim Sırrı Bey, ilk İdman Bayramı’nı, 29 Nisan 1916’da Kadıköy’deki İttihat Spor Kulübü’nün çayırında düzenlemişti. Ertesi yıl bu bayram 1 Mayıs’ta daha zengin bir şekilde kutlandı. Selim Sırrı Bey bu bayramlarda, İsveç’te öğrendiği jimnastiği başarıyla öğrencilerine sergiletmişti.
Bu bayramı şeref tribünlerinden izleyenler arasında Mustafa Kemal de vardı. Şenlikler sırasında Gençlik Marşı söylenmişti. Bu marş aslında, notaları İsveç’ten Selim Sırrı Bey tarafından getirilen bestesi Felix Körling, güftesi Gustav Fröding’e ait olan ve Türkçeye Abdullah Gürgün tarafından "Şakıyan Üç Kız" olarak çevrilen "Tre trallande Jäntor" isimli şarkıydı. Selim Sırrı Bey, Ali Ulvi Elöve’ye, "Dağ başını duman almış" diye başlayan sözleri yazdırmış ve marş çok beğenilmişti.
Gençlik Marşı 19 Mayıs ile özdeşleşen bir marş oldu. Atatürk bu marşı ilk kez burada dinleyip sevdi. Samsun’dan Havza’ya giderken söylediği marş da bu oldu. General Kâzım Özalp’ın anlattığına göre, yolda arabaları bozulunca komşu köyden bir araba bulmak için yürürler ve Mustafa Kemal arkadaşlarıyla bu marşı söyler. General Özalp, "Daha sonra Ankara, Halkevi’nde, Gaziantep gecesinde, bir daha bu marşı söyletir ve söylerken gördüm.
"Bu ağaçlar güzel kuşlar/ Yürüyelim arkadaşlar..." derken yeni bir yola çıkmak hazırlığının heyecanını duyardı. Neden bu marşı bu kadar severdi? Doğa güzelliklerini tekrarladığı, o dönemde pek az görülen öz Türkçe olduğu, içinde geleceği ilgilendiren kelimeler ve amaçlar çok olduğu için mi bilmiyorum. Belki bütün bunların hepsi vardı. Çünkü O, doğanın güzelliğine, heyecanına, geleceğe âşık bir adamdı" diyordu.
İKİNCİ ADIM
Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı yolunda ikinci taş 1926’da Samsunlular tarafından kondu. Samsunlular 19 Mayıs’ı "Gazi Günü" ilan edip şenliklerle kutlamaya başladılar. Aynı yıl İstanbul’daki gösterilerin hazırlanmasında Selim Sırrı Bey’in İsveç’ten davet edip görevlendirdiği iki jimnastik öğretmeni İnga Nerman ve Ragmar Johnsson da etkin rol aldı.
1931 yılından sonra bu bayram Mektepler Bayramı olarak kutlandı. Atatürk Ankara’daki törenleri 19 Mayıs 1938’de son kez izledi. Burada bir konuşma yapan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Ankara Stadyumuna 19 Mayıs Stadyumu adı verildiğini, bu bayramların her yıl düzenli olarak kutlanacağını ve Atatürk’ün bu bayramı, güvendiği ve yarınları emanet ettiği gençlere armağan ettiğini açıkladı.
20 Haziran 1938’de çıkarılan bir yasayla bugün ‘Gençlik ve Spor Bayramı’ olarak kabul edildi. 17 Mart 1981 tarihinde de bayramın ismi, Atatürk’ün "Ben 19 Mayıs 1919’da doğdum" dediği gerekçesiyle ‘Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’ olarak değiştirildi.
TÜRK DEVRİMİNİN SPORCUSU: SELİM SIRRI TARCAN
Selim Sırrı Tarcan, 1909’da Uluslararası Olimpiyat Komitesi toplantısına katıldı. Orada İsveç Uluslararası Jimnastik Federasyonu Başkanı Einar Nerman ile tanıştı. Aynı yıl İsveç’e giderek İsveç Jimnastik Merkez Enstitüsü’nde konuk öğrenci olarak dersleri izledi, İsveç’te beden eğitimi ve lingi jimnastiğini öğrendi. Çok iyi dostluklar kurdu. Kraliyet Muhafız Alayı’nda konuk subay olarak görev yaptı.
Günümüzde yeterince bilinmeyen, hak ettiği yer verilmeyen Selim Sırrı Tarcan kimdi?
1874 yılında, bugün Yunanistan’ın sınırları içinde olan Tesalya’da doğdu. İki yaşındayken babasının şehit düşmesi üzerine, ailesi ile birlikte dayısının yanına İstanbul’a geldi. Dayısı, 2. Abdülhamit’e muhalefet ettiği gerekçesiyle sürgüne gönderilince yatılı olarak Galatasaray Lisesi’ne kaydoldu. Kara Mühendislik Mektebi’ni 1895 yılında bitirdi. İzmir’e İstihkâm Subayı olarak atandı. İzmir Sultanisinde jimnastik öğretmeni olarak dersler verdi.
1897’de ‘Darülirfan’ adlı özel bir spor okulu açtı. Serveti Fünun’da spor editörlüğü ve yazarlığı yaptı.1907’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu ancak Meşrutiyet ilan edildikten sonra merkezle ilişkileri bozulunca istifa etti. Meşrutiyetin ilanı sonrası ilk Millî Olimpiyat Komitesi’ni kurulmasını sağladı. 28 Mayıs 1909’da Berlin’de yapılan Uluslararası Olimpiyat Komitesi toplantılarına katıldı. Aynı yıl İsveç’e giderek İsveç Jimnastik Merkez Enstitüsünde konuk öğrenci oldu. İsveç’teki yöresel kültür ögelerine nasıl önem verildiğini ve folklor çalışmalarının nasıl yapıldığını gözlemledi.
Yurda döndükten sonra zeybek oyunlarını derledi ve modernize etti. Zeybek oyununa kadınları da dâhil etti. Bu oyuna Tarcan Zeybeği dendi. 1925’te Mustafa Kemal İzmir’e geldiğinde, kız öğretmen okulu öğrencilerinden Mualla Hanımla birlikte zeybek gösterisi yaptı. Oyun ve oynayanlar Atatürk tarafından çok beğenildi ve kutlandı.
Yurda döndükten sonra 1910’da askerlikten istifa etti ve Eğitim Bakanlığı’nda Beden Terbiyesi Müfettişi olarak çalışmaya başladı. Ülkemizin ilk beden eğitimi öğretmenlerini yetiştirdi. Terbiye ve Oyun dergisi çıkardı, kız öğrencilerin de beden eğitimi dersi almasını sağladı.
1922’de İstanbul Galatasaray Lisesi Beden Eğitimi Öğretmeni olarak atandı. Türkiye’de voleybol ve boks sporunun kurucusu olarak kabul edilir. 1918 yılında I. Dünya Savaşı nedeni ile Uluslararası Olimpiyat Komitesi üyeliğimizin iptal edilmesi üzerine 1908’de kurulmuş olan Millî Olimpiyat Komitesi dağıldı. 1922’de Selim Sırrı’nın çabaları sayesinde komite yeniden kuruldu. 1924 yılında Beden Terbiyesi Baş Müfettişi olarak atandı. 1935 yılında emekliye ayrıldı. TBMM’de 5. 6. ve 7 dönemlerde, Cumhuriyet Halk Partisi Ordu milletvekili olarak görev yaptı. 58 kitap yazdı. Radyo konuşmaları yaptı ve bunları üç kitapta topladı. İki bin 500’den fazla makale yazdı, bin 500’den fazla konferans verdi.
Türk devriminin spor, kültür, müzik, folklör dallarındaki önderi 2 Mart 1957’de İstanbul’da yaşama gözlerini yumdu.
Türk sporunun İsveçli öğretmenleri
Selim Sırrı Tarcan, İsveç’te öğrendiği jimnastiği çok beğenmişti. Bu jimnastiği Türk gençlerine öğretmek için canla başla çalışıyordu. 1926 yılında, 1909 yılı olimpiyat toplantılarında tanıştığı İsveçli subay ve jimnastik öğretmeni Einar Nerman ile yazıştı. Einar’ın kızı İnga Nerman okulunu yeni bitirip jimnastik öğretmeni olmuştu. Bir de okulu birincilikle bitiren erkek öğrenci vardı: Ragnar Johnsson. Albay Einar ve 22 yaşında çiçeği burnunda iki genç öğretmen teklifi memnuniyetle karşılıyorlar ve o zamanlar Türkiye’de daha çok konuşulan yabancı dil Fransızcayı öğrenmek üzere Fransa’ya gidiyorlar. Bir süre öğrenim gördükten sonra Türkiye’ye yola çıkma zamanı geliyor.
İki İsveçli gencin maceralarını geçen yıl İsveçli yazar Carina Beckerman’ın yazdığı "Konstantiniye’deki Kız" isimli kitaptaki mektuplardan öğrenelim.
25 Eylül 1926’da İstanbul’dan yazıyor:
"Deniz yolculuğu çok güzeldi. Masmavi Akdeniz, Yunanistan, Pire, sisler içinde Atina, Akropolis. Vardığımızda kimse bizi karşılamadı. Ama geminin komiseri çok iyi bir adamdı. Bize çok yardımcı oldu. Her an devrilecek gibi giden bir faytonla Konstantiniye’ye girdik."
İlk gece oda fiyatı beş lira olan Hotel Novoty’de oldukça pahalıya kalıyorlar. Ertesi gün oda başı bir liraya Hotel İmperial’e geçiyorlar. İsveç Konsolosluğu’na gidiyorlar, diplomalarını Türkçeye çevirtiyorlar ve Selim Sırrı’yı aramaya çıkıyorlar. Konsolosluk çalışanlarının yardımıyla akşam vakti evi buluyorlar. Çok sıcak karşılanıyorlar.
İnga, Selim Sırrı’ya hemen ısınıyor: "Selim Sırrı çok hareketli, gözleri ışıl ışıl, elleri kolları, mimikleriyle konuşan, yerinde duramayan çok cana yakın biri."
İnga ve Ragnar kısa zamanda Pera’da birbirine yakın iki evde birer oda buluyorlar. Sık sık Selim Sırrı Beylere gidiyorlar. İstanbul’u öğreniyorlar.
İnga ayda 150 liraya geçinebildiklerini belirtiyor.
İstanbul hakkında ilk intibalar... İnga yazıyor: "Kent pis, kuralsız, dar ve dolambaçlı sokaklar, kötü döşemeli yollarda çukurlar, sayısız eski fayton ve araba. Kırmızı tramvaylar, Türkçe harfler. İsveç kadar soğuk."
"Zıtlıklar bir arada yan yana. Bu çukurlu yollarda kadınlar yüksek topuklu şık ayakkabılarla düşmemek için eğilip bükülerek yürüyorlar. Düşünemeyeceğim bir ayakkabı kültürü var. Ayakkabı biraz tozlanınca hemen ayakkabı boyacısına koşuyorlar ve ayakkabılarını ayna gibi parlattırıyorlar. Stockholm’de ise insan ayakkabısını haftada bir bile boyatmaz."
SALON AHIR OLDU
İnga babasına çalışmalarını özetliyor:
"Şemaya göre Türklerin tatil günü olan Cuma dışında her gün çalışıyoruz. Noel’de tatil yapmıyoruz. Paskalyada dört gün içinde bazı şölenlerde tatiliz. Ders dönemi haziran sonuna dek sürüyor."
İnga ayrıca babasına okulda spor araç gereçleri olmadığını anlatıyor, aletlerin ölçülerini istiyor ve bunlar İstanbul’da yapılıyor.
Okul konusunda yazdıkları Selim Sırrı Bey’in ne zorluklarla karşılaştığını yansıtıyor:
"Selim Sırrı Bey’in enstitüyü neden bir okulun dibine yaptırdığını tahmin edin. Evet, Selim Sırrı Bey savaş öncesi geniş bir düzlüğe çevresinde geniş bir alan olacak şekilde güzel bir spor salonu yaptırmış. Bir gün ders vermek için okula geldiğinde girişlerin askerler tarafından tutulduğunu görmüş. Jimnastik salonuna sokulmamış. Neden? Çünkü burası ahır olarak kullanılacakmış. Oradan ağlayarak ayrılmış. Şimdi orada bir iplik fabrikası var. Yeni jimnastik salonunun ahır ya da iplik fabrikası yapılmaması için köklü bir okulun dibine inşa etmiş."
HALKA SPOR SEVGİSİ
İsveçli genç öğretmenler Selim Sırrı Bey’e büyük hayranlık duyuyorlar. Selim Sırrı Bey’in general olabilecek bir kişi olduğunu ama halkına sporu sevdirmek, ilim, irfan erdem sahibi yapmak için askerlikten istifa ettiğini belirtiyorlar. Onlar da bu mücadelesinde Selim Sırrı Bey’e her konuda var güçleriyle omuz veriyorlar. Hatta Türk halk danslarını öğreniyorlar. Türk gençlerine Türk halk dansları da öğretiyorlar.
Beş yıllık Türkiye yaşamı bu iki İsveçli genci birbirlerine iyice yaklaştırıyor ve evlenmeye karar veriyorlar. İsveç’e dönme zamanı geliyor. 8 Ağustos tarihinde İnga’nın doğduğu kasaba Halmstadt’ta evleniyorlar.
Selim Sırrı Bey’in öldüğü 1957 yılına dek zaman zaman mektuplaşıyorlar. Kızları Agneta Sandström’ün anlattığına göre, İnga ile Ragnar hep Türkiye’yi özledi... 1960 başlarında bir kez ziyaret ettiler. Yaşamları boyunca evde ve başkalarının anlamasını istemediği durumlarda Türkçe konuştular. Stockholm’de kurulan Türk Derneğine üye oldular.Ragnar 2000 yılında doksan sekiz yaşında hayata gözlerini yumdu. İnga yaşamı boyunca her gün bir adet Türk sigarası içti. 2004 yılında yüz yaşında yaşama veda etti. Üstünde Atatürk’ün resmi olan sigara tabakası, bugün seksen yaşındaki kızının Stockholm Söder’deki evinin salonundaki konsolün vitrinini süslüyor.