1 Şubat 1979 günü katledilmişti. 50 yaşındaydı. 25 yaşında Milliyet’in başına geçmişti. Gazetecilik lise yıllarının tutkusuydu. Türk gazeteciliğinde ‘İnkılâp” yapacaktı. Yaptı da... En çok da ikibinli yılları görmek istiyordu. Göremedi! Soğuk bir kış günü, O’nu, kaybetmenin 39’ncu yılında anıyoruz. İpekçi, Türkiye'yi 12 Eylül darbesine götüren Amerikan Gladyosunun cinayetler serisinde önemli bir isimdi.
MEHMET ALİ AĞCA ÖLDÜRDÜ
Abdi İpekçi, Gladyo tarafından MHP içinden devşirilen tetikçi Mehmet Ali Ağca (21) tarafından şehit edildi. O gün Ankara'dan dönen İpekçi, 1 Şubat 1979 akşamı evine gitmek üzere Milliyet gazetesinden 19.30'da ayrılarak özel aracıyla Makça Karakol Sakağı'na geldi. Evine metreler kala, kavşakta trafik nedeniyle aracı yavaşladı ve pusuya yatan Ağca, onu getiren araçtan çıkarak hızla İpekçi'nin Wolksvagen marka özel otomobiline doğru koşarak saldırıyı gerçekleştirdi. Saat: 20.00 sıralarında meydana gelen saldırıda, direksiyonda bulunan İpekçi'nin üzerine 56 el ateş edildi. Kalbinden iki, göğsünden ve kolundan da yara alan İpekçi, acil olarak Şişli Hastanesi'ne kaldırıldı. Ancak yolda hayatını kaybetti. Daha sonra yapılan incelemede, yerde 9 mermi kovanı bulundu. Olayda ikinci bir tetikçinin daha bulunduğu ileri sürüldü. O kişinin de Oral Çelik olduğu iddia edildi. Ağca olayda, Yalçın Özbey'in de görev aldığını ileri sürdü. Ağca verdiği ifadede "Yavuz (Çaylan), İpekçi'nin arabasının geldiğini bana bildirdi ve ben kaçmadan arabaya gidip çalıştırmasını söyledim. İpekçi'nin arabası köşede yavaşladığı zaman koştum ve 4 veya 5 el ateş ettim. Tekrar koşarak arabamıza geldim. Yavuz çalışır vaziyette ön tarafta oturduk son süratle kaçtık" dedi.
KİLİT İSİM ŞENER'Dİ
Olayda Mehmet Şener'in de rol aldığı saptandı. İddiaya göre olayı Mehmet Şener ve Oral Çelik planladı ve Ağca'ya tetikçilik yaptırıldı. Bu iki şahıs da çeşitli suçlara bulaştılar ve yurt dışına kaçtılar. Mehmet Şener, Papa suikastinden de yargılandı. Uğur Mumcu uzun yıllar olayın izin sürdü ve "Şener iade edilirse İpekçi cinayeti aydınlatılır, yitirilen her saniye önemli" diye yazdı. Şener yargılandı ancak 'delil yetersizliğinden' serbest bırakıldı. Hep güçlü bir el olayın üzerindeki giz perdesinin kaldırılmasını engelledi. Olaya karışanlar ise ya korundu ya da kaçırılarak dava zaman aşımına sokuldu.
ECEVİT HÜKÜMETİ ÜZERİNE GİTTİ
Ağca, Hasan Fehmi Güneş'in İçişleri Bakanı olduğu dönemde yapılan operasyonla 25 Haziran 1979 günü yakalandı. Verdiği ifadede ve olay yerinde yapılan tatbikatta cinayeti bütün ayrıntısıyla anlattı ve saldırıyı kabul etti. "Cinayeti tek başıma işledim" diyen Ağca, daha sonraki ifadelerinde Oral Çelik, Mehmet Şener ve Yavuz Çaylan'ın isimlerini verdi. Poliste 17 gün sorgulanan Ağca, Maltepe Askeri Cezaevi'ne kondu. 23 Kasım 1979 günü, Abdullah Çatlı ve arkadaşları tarafından bir operasyonla kaçırıldı ve Bulgaristan'a geçti. İzini uzun süre kaybettiren Ağca, 13 Kasım 1981 günü Roma'da Paya II. Jean Paul'a başarısız bir suikast girişiminde bulundu. Olaydan kısa bir süre sonra yakalanarak tutuklandı ve yargılama sonucunda ömür boyu hapis cezası aldı. 13 Haziran 2000'de dönemin İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi'nin affını onaylamasıyla Türkiye'ye iade edildi. Türkiye'ye sadece gasp suçundan yargılanma kaydıyla iade edildi. İpekçi cinayetinden dolayı tekrar yargılanamayacağı açıklandı. İpekçi gıyabında yapılan yargılamada İpekçi cinayetinden dolayı idam cezası aldı. Mahkemede "Ben Abdi İpekçi'nin katili değilim. Sadece aktörlük yaptım" açıklamasını yaptı.
2010'DA CEZAEVİNDEN ÇIKTI
Mehmet Ali Ağca'nın, İpekçi cinayetinden aldığı ölüm cezası, 1991 yılında yürürlüğe konulan İnfaz Yasası gereği 10 yıl hapse çevrildi. Kadıköy'de iki ayrı gasp ve soygun suçlarından aldığı toplam 36 yıl ağır hapis cezası da, kamuoyunda 'Rahşan Affı' diye bilinen Af Yasası nedeniyle 7 yıl 2 ay hapse çevrildi. 12 Ocak 2006 tarihinde serbest bırakılan Ağca, Adalet Bakanlığı'nın itirazı üzerine, Yargıtay tahliye kararını oy birliğiyle bozdu. Ağca 20 Ocak 2006 tarihinde tekrar tutuklanıp Kartal H Tipi Cezaevi'ne konuldu. 18 Ocak 2010 günü de cezasını tamamlayıp hapisten çıktı.
SIKINTILI YILLARIN ÇOCUĞUYDU
Abdi İpekçi, dünya ekonomik bunalımının başladığı yıllarda Cevdet ve Vesime İpekçi ailesinin son çocuğu olarak 1929 yılının 9 Ağustos günü İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Cevdet Bey, kardeşleriyle birlikte sinema işletmeciliği yapıyordu. Sıkıntılı yıllarda işleri bozulunca bir kenara çekildi. Oysa kardeşleri sinema ithalat işlerine girişerek krizi aşmışlardı. Kriz Cevdet Bey için bundan sonra giderek derinleşir. 16 yaşında vereme yakalanan büyük kızı Nükhet’i 4 yıl sonra kaybeder. Ailede Abdi’yi veremden kurtarmak için seferberlik başlatılır. Bunun için de onu küçük yaşta kreşe verirler. Cevdet Bey’in küçük kızı Eymen de ablası gibi o yallarda vereme yakalanmıştır. Ancak tedavi hastalığını kısmen iyileştirse de yok edemez. Abdi, ilkokulu bitirdiği yıllarda Eymen de hayatını kaybeder. Abdi 1940 41 yılında Galatasaray Lisesi’nin orta bölümüne yazılır. Abisi Osman da tıp fakültesinde okuyarak doktor olacaktır. Aileyi mağdur eden hastalıklarla mücadele etmek için. Ancak talihsiz bir hastalığa tutulur ve üniversitenin ikinci sınıfının son aylarında yaşamını yitirir. Bu olay aileyi sarsar. Bir süre sonra anne Vesime Hanım ve ileriki yıllarda da baba Cevdet Bey hayata veda eder. Abdi Bey de kendisinden 20 yaş büyük abisi Mehmet ve halalarının desteğiyle hayata tutunmaya çalışır. Küçük yaştan itibaren okumaya ve resim yapmaya meraklı olan Abdi İpekçi, lise yıllarında yazı hayatını daha da geliştirir. Çizdiği güzel karikatürlerle önce okulda sonra da Babı Ali’de adını duyurmaya başlar. Galatasaray Lisesi’ni 1948 yılında bitirir. Okul mezunlar yıllığını da İpekçi hazırlar. Daha o yıllarda, geleceğin iddialı bir gazetecisi olduğunun da kaydını düşer. Okul yıllığında kendi hazırladığı sorulara şu cevapları verir: İkibinli yılları görmek isterim
İstikbâl projeniz? Matbaacılıkta inkılâp yapıp memleketimizde basık tekniğini ve sanatını Avrupa ayarına yükseltmek. Muhtelif janr neşriyatta bulunup, gerek siyaset, gerekse fikir ve sanat aleminde hareketler yaratmak.
Hayattı mütevekkilâne kabul etmelimi, yoksa isyankâr mı olmalı? Hayat bir mücadeledir, isyankâr olmalı diyemeyeceğim. Çünkü öyle hadiseler vardır ki, insana bağlı değildir. Yani insan iradesinin değiştiremeyeceği neviden şeylerdir. İşte bu gibi hadiseleri mütevekkilâne kabul etmeli, irademizle hâkim olabileceğimizi hissettiğimiz yerlerde de isyankâr olmalıyız. Esasen, mesut insan bu işi yapabilen insandır.
Düşmanınız var mı? Düşman, düşmanlık göstermeden de kazanılırsa belki vardır. Mamafih öyle zannediyorum ki, beni çekemeyenlere olmakla beraber tam manasıyla bir düşmanım yoktur.
Sizce insan hür olmalı mıdır? Bugünkü insan hayır! Zira onlar daha tam hürriyete kavuşacak olgunluğa erişememişlerdir. Bu hakkı elde ettikleri gün, onu birbirleri aleyhine kullanacakları muhakkaktır.
Kaç yaşınıza kadar yaşamak isterdiniz? Muayyen bir yaş söyleyemem ama 2000 senesini görmeyi çok istiyorum.
Yerinde olmayı tercih veya tahayyül ettiğiniz büyük adamlar kimlerdir? Neden? Cemal Nadir’in yerinde olmayı tahayyül ederim. Büyük bir karikatürist olduğu için değil, fakat kendi sahasının en şöhretli ve en kıymetli adamı olup, dünyanın en mütevazı bir insanı olarak kalmasını bildiği için.
Beğendiğiniz bir söz, vecize yahut mısraı söyleyiniz Zafer biraz da hasar ister… (*)
YALMAN'IN "GAZETECİ OLMAZ" DEDİĞİ ADAM
Abdi İpekçi, okulu bitirince aile onun büyük abisiyle birlikte ticaret işlerinde çalışmasını ister. Ancak o kafasına gazeteciliği koymuştur. Önce iyi bir üniversite okuyacaktır. Bunun için de hukuk eğitimi için İstanbul Üniversitesi’ne girer. Hem okuyup hem de gazetecilik yapmak ister. Israrını kırmak istemeyen abi Mehmet İpekçi, aile yakını olan Vatan gazetesi sahibi Ahmed Emin Yalman’ın kapısını çalar. Yalman ‘bir deneyelim’ der. Abdi heyecan içinde gazeteye adım atar. Ancak 15 gün sonra Yalman, ‘bir gazetecide olması gereken yaratıcılık yok’ diyerek İpekçi’yi kapı dışarı eder. 20 yaşındaki İpekçi bu olaydan yılmaz. Daha da bilenir. Bu sefer Murat Sertoğlu’nun vasıtasıyla Yeni Sabah gazetesinde işe başlar. Buradan da Mithat Perin’in Yeni İstanbul’una geçer. Gidiş gelişler devam eder ve en sonunda İstanbul Ekspres gazetesine geçer… Bir yandan okuyup bir yandan da çalışan ipekçi uzun yıllar nişanlısı olan Esin’le ayrılır ve artık askere gitmek ister. Kore’ye yazılan İpekçi sıkıntılarını da atmak ister. Askerliğinin son aylarında ise arkadaşı Altemur Kılıç yana yakıla onu arar ve hemen gelir gelmez Milliyet’te çalışmasını ister.
Milliyet gazetesinde büyük atılım yaptı
Babı âli’nin ünlü ve fırtınalı gazetecisi Ali Naci Karacan sayısız gazete çıkarmış ve batırmıştır. 1948 yılında İsviçre’de basın ataşesi olarak çalışırken yurda döner ve yeni imkân ve kabiliyetle gazete çıkarmak ister. Bunun için de Milliyet’i bir grup arkadaşıyla çıkarma kararı verir. Bedii Faik, Halit Kıvanç, Kadri Kayabal ve oğlu Ercüment gibi isimleri de yanına alır. Milliyet 3 Mayıs 1950 günü çıkar. Ancak gazete tutmaz. Yeni bir atılım için güçlü bir kadro kurmak ister. Önce borçla da olsa bina ve matbaa kurar. Genç kadro için dinamik ve çağın şartlarına uygun bir yönetmen arar. Bunun için de en uygun isim Abdi İpekçi’dir. Bunu bilen Altemur Kılıç kolları sıvar ve Kore’de bulunan Abdi İpekçi’ye hemen haber gönderir. İpekçi de dönüşte bu teklife olumlu cevap verir ve kolları sıvarlar. İpekçi henüz 25 yaşındadır. İpekçi’nin yönetimindeki Milliyet 1 Ekim 1954 günü piyasaya çıkar. Gazete büyük ilgi görür. 56 bin satmıştır. İleriki yıllarda da yapılan atılımlarla gazete büyük gazetelerin içine kısa süre içinde yerini alır.
Hep dik durdu
Milliyet’in kadrosunda Peyami Safa, Ref’i Cevat Ulunay, Reşat Ekrem Koçu, Ferruh Doğan, Bedri Koraman, Turhan Aytul, Hasan Pulur ve genç gazeteciler vardır. Ali Naci Karacan 1955 yılında hayatını kaybeder. Bir yığın borçla Milliyet, oğlu Ercüment Karacan’ın üstüne kalır. Karacan, İpekçi’yle konuşur ve birlikte hareket edeceklerse gazeteyi satmayacağını söyler. İpekçi ve ekip ‘devam’ der ve bu birliktelik 1979 yılına kadar sürer. Ancak mesleki ve çalışma hayatında asla taviz vermez. Büyük maaşlarla çalışmaz. Ölene kadar para sıkıntısı çeker. Son yıllarında aldığı arabasını bile ödeyemediği için satar. İpekçi çalışanların da haklarını daima patrona karşı korur. 1960 ihtilalinden sonra gazetecilere büyük hak getiren 212 sayılı yasa için büyük uğraş verir. Gazete patronları bu yasayı protesto etmek amacıyla gazetelerini 10 Ocak 1961 gününden itibaren 3’er gün çıkarmama kararı verirler. İpekçi ve arkadaşları kollarını sıvayarak ortak ‘Basın’ gazetesini çıkarırlar. Gazetede sendikayı destekler. Kendisi de Türkiye Gazeteciler Sendikası yönetim kurulu üyesidir. Menderes döneminde baskılara karşı dik durur. Muhalefeti destekler. 27 Mayıs Devrimiyle soluk alır. İnkılâpçılarla arası iyidir... Çünkü saygın bir kalemdir. 12 Mart faşist müdahalesinin baskılarına karşı gelir. Gençlik eylemlerinde gençlere soğukkanlı ve dikkatli olmalarını öğütler. Teröre ve şiddete karşı uzlaşmayı destekler. Siyasi gerginliklerde darbe olmaması için iki büyük parti CHP ve AP’nin birlikte ortak hükümet olmasını ister. Son uğraşı da budur. Türkiye’nin darbeye gittiği günlerde bunun için çok uğraşır. Terör kendisini de tehdit ettiği günlerde koruma bile istemez. Israr eden arkadaşlarına ise; “beni öldürmeye kafalarına koymuşlarsa bunu engelliyemezsin. Yanında polis de olsa yine de öldürürler” diyerek cesaretini hep korur. Ama darbenin önünde ‘uzlaşma’ engeli olarak görenler ona 1 Şubat 1979 günü akşamı evinin önünde pusu kurmuştur. Ankara’dan yeni dönmüştür. Akşam yemeği için eşi Sibel Hanım ile birlikte Ercüment Karacan’ın evine yetişmeye çalışır. Saatler 19.30’u gösterirken evine yüz metre kala beş el silah sesi her şeyi bitirir. Sibel İpekçi “Abdi’mi vurdular!” diye feryat eder. O feryat 39 yıldır yankılanıyor Nişantaşı ve Türkiye’de…
(*) Tufan Türenç, Erhan Akyıldız, Gazeteci, 2. Baskı, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1986.