Kayacan, emekli olduktan 18 yıl sonra, 1992 yılında DevSol'un üstlendiği bir suikasta uğradı. ABD'nin 1991 yılındaki Irak müdahalesinden sonra Türkiye'ye olağanüstü yüklendiği günlerde art arda işlenen Gladyo cinayetlerinden biriydi. 28 yıl önceki cinayet hâlâ aydınlatılamadı.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan’ın kızı Aydınlık’a konuştu: 18 yıl sonra neden öldürüldü?
ERCAN DOLAPÇI

Kemal Kayacan, 20 Temmuz 1974'te düzenlenen Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Deniz Kuvvetleri Komutanı idi. 14 Ağustos günü yapılan ikinci harekâtta da Türkiye istediği hedeflere ulaştı ve bu büyük harekâtı da denizden Kayacan Paşa yönetti… Aynı Ağustos ayının sonunda da oramiralliğinin 4. senesi dolduğu için emekli oldu. 1977'de Bülent Ecevit’in başkanı olduğu CHP’den Ankara milletvekili seçildi. 1980 darbesinden sonra İstanbul’daki evinde huzurlu bir emekli hayatı yaşamaya başladı. Uzun yıllar sessizliğini korudu. Sonra onun ismini 29 Temmuz 1992 günü silah sesleriyle duyduk. Alçak bir saldırı sonucu eşinin kolları arasında beş kurşunla katledildi. Olayı DEVSOL üstlendi. Zanlılar yakalandı. Yargılandı. Cezalar aldılar. Ancak ailesi buna ikna olmadı. Çünkü babalarının düşmanı yoktu ve hiç tehdit almamıştı. Askerlik hayatında da kimseye kötülük yapmamıştı. Gerçek bir Atatürkçüydü. Nasıl olurdu da sözde sol bir örgüt tarafından hedef olurdu? O günden bugüne kadar da ikna olmadılar. 77 yaşındaki Kayacan Amiral’in iki kızı vardı. Zeynep ve Fatoş… Asıl mesleği gazetecilik olan Fatoş Hanım şimdilerde sahibi oldukları turizm şirketinin başında. Bir dönem milli mankenlik de yaptı. Fatoş Kayacan Hataylı ile babasını konuştuk:

  • Rahmetli babanız nasıl bir insan ve babaydı? İlişkiniz nasıldı, anlatır mısınız? Komutan kızı olmak nasıl bir şey?

Herkesin babası kendisine kutsaldır kabul ediyorum da... Bizim babakız ilişkimiz Türkiye’de alışılagelmiş bir babakız ilişkisi değildi. Bir defa aramızda çok büyük bir sevgi, saygı, hayranlık, anlayış ve fedakârlık vardı. Biz adeta arkadaştık... Kendisi 30 Ağustos arifesinde oramiral olmak üzereyken bile, bana güvendiği için “Ben hiçbir sakınca görmüyorum” diyerek manken olmama izin vermişti. Hiçbir zaman da “Fatoş manken olursa benim itibarım sarsılır, ya da terfi edemeyebilirim” demedi. Sorarım size, böyle bir babaya nasıl minnettar olunmaz? Hal böyle olunca, ben de kendi kendime onun ismini korumaya söz verdim. Hem de ölünceye kadar... Sonuçta ikimiz de birbirimize saygı duyduğumuz için sorun halledilmişti. Ben Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi (AİTİA)’ne bağlı Gazetecilik ve Halkla İlişkiler mezunuyum. Mezun olduğum sene, babam bana OYAK kredisiyle yerli bir otomobil almıştı. Sırf ailesi makam arabasını kullanıyor, dememeleri içindi.

  • Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında neler yaşadınız. O günlerden hatırınızda neler kaldı. Babanız nasıl bir haldeydi? Kolay değil tarihi günlerdi…

Harekâttan önce biz annemle Fenerbahçe 1. Ordu Kampı’nda tatildeydik. Her zamanki gibi tatilde bize katılamayacağını biliyorduk. 19 Temmuz akşamı Yelken Kulüp’te yarışa katılan yelkencilerin bir ödül töreni vardı. Ona gitmemiz konusunda kendisini temsilen bize ısrar etti. Biz de hiç şüphelenmediğimiz gibi, babam arzu etti diye annemle katıldık. Davette çok az amiral olması dikkatimizi çektiyse de kuşkulanmadık. Ertesi sabah Ankara’dan gelen telefonla Girne’ye bayrak çektiğimizi öğrendik. Yanında olmak için apar topar toplanıp, Ankara’ya gittik. Ne var ki; babam karargâhtaydı. Orada kalıyordu ve görenler ilk kez sakalının uzamış olduğunu söylediler. Eve 23 gün sonra gelebildi. Kocatepe dolayısıyla çok üzgündü. O gece denizden İsrailliler tarafından kurtarılan gemi komutanı Albay Güven Erkaya’yı evde misafir ettik. Şehitleri ve gazileri anarak dördümüz ağlaya ağlaya yemek yedik. Milliyet gazetesinin TCG Kocatepe’yi Türk Hava Kuvvetleri uçakları tarafından batırıldığını yazdığı duyumu alınmıştı. İşte babamla Ercüment Karacan arasında muhteşem bir telefon konuşması gerçekleşti. Gazeteler basılmış ve henüz bağlı olarak kaldırıma konmuştu. Babam ise; “Harekâtın daha devam ettiğini ve bu haberin halkta infial uyandırılabileceğini, belki de Hava Kuvvetleri mensuplarımıza karşı kırıcı olabilecek olaylar yaşanabileceğini” söyledi. Buradaki konuşma bazılarının yakıştırdığı gibi asla “askeri vesayet” olayı olmadığı gibi, savaş ortasında bir komutanın bir gazete patronuna olan ricasıydı. Rahmetli Karacan çok vatansever ve çok olgun bir insandı. Kaldırıma konmuş ve henüz açılmamış gazeteleri toplattırdı. Ve... Milliyet gazetesi, tarihinde ilk kez dağıtıma geç çıkarıldı.

  • O gece Güven Erkaya’nın halinden neler hatırlıyorsunuz?

Biz zaten Erkaya’yı daha teğmenliğinden beri tanırız. Ablamın eşinin sınıf arkadaşıydı. Çok değerliydi. Erkaya geldiğinde çok bitkindi. Yorgun ve bir o kadar da üzgündü tabii. En yakın arkadaşlarının ölümüne şahit olmuş ve son ana kadar gemisinde kalmıştı. Bütün gaziler gibi yüzünde kollarında ve bacaklarında tuzlu su ve güneşten dolayı yanıklar oluşmuş, bunlar yaraya dönmüştü. Kurtulanlara aceleyle birer tişört ve pantolon ayakkabı alınmıştı. Son derece spor bir halde geldi. O gece köşkte dördümüz saatlerce oturduk ağladık. Zaten rahmetli annemin yemini vardı. “Güven kurtulsun, onun o koca boyuna atılıp öpeceğim” diyordu.

  • Babanız Kocatepe olayı hakkında evde konuşur muydu? Bu olay çok tartışıldı. Hâlâ da tartışılıyor… Ne derdi?

Öncelikle şunu söyleyeyim, çok ama çok üzülmüştü. Her savaşta bu tür kazaların olduğunu söylerdi. ABD, Vietnam Savaşında kendi birliklerini ve hatta kendi generalinin cipini bile bombalamış bir ülkedir. Biz ise 50 senedir harp etmeyen bir ülkeyiz. Olmamalıydı ama maalesef böyle şeyler hep olur, derdi. Her şeye rağmen ne o günkü koşullarda Genelkurmay’da yaşanan haberleşme eksikliği, ne de bu üzücü kaza; başarısı dünyaca kabul edilmiş olan bu harekâtı gölgeleyemez!

  • Babanız neden siyasete atıldı? Bu konuda neler dersiniz?

Siyasete neden atıldı derseniz... Babamın siyasete hiç ilgisi yoktu. Sadece, Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Ecevit’in dürüst ve kararlı tutumu onu çok etkilemişti. Zaten, “Git dedin ama, dön demedin!” derken bunu kastediyordu. Çünkü, 1967’de savaşmak için yola çıkan ve yarı yoldan geri çağırılan askerin morali bozuktu. Ecevit ise kararlıydı ve sözünden dönmedi. Gerçi, bu olayda babamın ve rahmetli Erbakan’ın rolü çok çok büyüktür ve inkâr edilemez. Ecevit’le arası son derece iyiydi. Ecevit inanılmaz saygılı bir insandı. Bir komutanın partiye olabilecek olumlu katkısının bilincindeydi. Siyasete atılmasının asıl nedeni de, kendisine yapılan inanılmaz ısrar ve baskıydı. Babam emekli olur olmaz, bazısı halen hayatta olan iş adamlarından inanılmaz yüksek maaşlı ve konforlu iş teklifleri almaya başladı. Tabii, hepsini de kibarca bir bir reddediyordu. Çünkü, bir kuvvet komutanın emeklisi, ancak yine devlete hizmet edebilirdi. Bir armatör ya da bir holding sahibinin yanında yönetim kurulu üyesi olarak “ulufe” gibi maaş almasını “etik ve helal” de bulmuyordu. 59 yaşında emekli olduğu için de, çalışması uygundu ve o seçimlere katılarak milletvekili seçildi. Bir gün evdeyken telefon çaldı. Birisi; “Sayın Amiral Kayacan’la görüşebilir miyim?” diyordu. Sesini biraz benzettiysem de, direkt arayacağını tahmin etmediğim için, “Kim arıyor?” diye sordum. Aldığım yanıt kısa ve netti. “Bülent Ecevit!” Şu tevazuya bakar mısınız? Eski bir komutanı asla sekreterine arattırmayacak ve kendi arayacak kadar da saygılı bir insandı. Allah rahmet eylesin!

MİLLİ MANKEN UNVANI VERİLDİ

  • Biraz kendinizden bahsetseniz…

Elbette şerefle! Ben 19681978 arası babamın pozisyonu dolayısıyla sadece Ankara Olgunlaşma Enstitüsü’nde mankenlik yaptım. Devlet tarafından defile için yurt dışına gönderildiğimiz için ilk “milli manken” unvanı bizlere verildi. Bu benim için hayatımda çok onurlu bir bölümdür. Tam 19 kez milli olmuşum. Sonra 12 sene yazıişleri müdürlüğü ve editörlük yaptım. Klasik hikâye, reklamcı diye aldığım kadın tarafından çirkin bir şekilde dolandırılınca tırnaklarımla kazıyarak kurduğum dergileri kapatmak zorunda kaldım. Dergicilikten sonra kendi işimiz olan turizme yatay geçiş yaptım. Şimdi kitap yazıyorum.

5 KURŞUNDAN BİRİ BİLE ANNEME GELMEDİ

  • Babanıza yönelik yapılan o suikast gününde evde miydiniz? Olay nasıl yaşandı… Sanırım anneniz o an evdeydi. Neler anlatırdı?

Ben kızlarımın yaz okulu nedeniyle Londra’daydım. Annem, ablamın kızı ve kocası evdelermiş... Yaz akşamı saat 19.30 civarı. Herkesin koruma dediği, asker şoförü de babam yollamış. Önce telefon edip, kesin doğru adreste olduklarını öğrendikleri için, gönül rahatlığı içinde gelip kapıyı çalmışlar. O sırada annem mutfakta yemek hazırlıyor. Ablamın damadı da yanında... Kapı çalınınca, babam kapıyı açmaya gidiyor. Annem bir sesler duyunca, mutfaktan dışarı çıktığında, babamın kapıda birisiyle boğuştuğunu görüyor. Olayı hırsızlık olayı diye düşünerek korumak amacıyla babama sarılıyor. O arada tabancayı görüyor. Tabancadan 5 adet kurşun atılıyor. Annem çığlık attığı için bu defa tabanca büyük ihtimalle korkutmak amacıyla anneme dönüyor. Kollarında babam olduğu halde, tabanca namlusuna bakan rahmetli annem hep şunu söylerdi: “Başımıza bir şey geldi. Ama neyse ki ikimiz beraber gidiyoruz!” diyerek gözlerini kapatmış. Ancak, bu suikast kişinin kendisine ya da mevkiine yönelik bir terör olup, teröristler katliam yapmıyor. Ve işin garibi, bu 5 kurşundan hiç biri anneme değmiyor ve çizmiyor bile...

  • Saldırı öncesi tehditler alıyor muydu? Sizce bu saldırı neden yapıldı?

Hiçbir tehdit gelmedi. Zaten gelmiş olsa, en azından annemi ve bizleri korumak amacıyla koruma kabul edebilirdi. Bir kaç kez, apartman kapısına kulübe koymak ve içinde asker beklemesini önerseler de, babam asla kabul etmedi. “Çok sevildiğini biliyor ve benim bir düşmanım yok ki! Ayrıca, benim yerime o yirmi yaşındaki çocuğa bir şey olursa, sizce ben vicdanen yaşayabilir miyim?” diyordu. Sanırım, emekli olalı 18 sene geçtiği için kendini hedef de görmüyordu. Erol Mütercimler’in söylediğine göre; “Bazı kişilerin, ülke hakkında bildikleri şeyler vardı. Ve bu nedenle de öldürüldüler” demişti...

  • Bir açıklamanızda “Babam çok şey biliyordu” diyorsunuz? Ne biliyordu sizce?

Tabii ne olduğunu bilmiyorum. Bu bir intikam duygusu olsa, emekli olur olmaz yapılırdı. Emekli olduktan 18 sene sonra bir insan öldürülmüşse biraz düşünmek gerek. Bu ne kan davasıdır, ne de çeksenet mafyasının yaptığı bir eylemdir. Kaldı ki; babam sosyal demokrat bir insan olup, solcular tarafından da sevilirdi. En önemlisi gerçek bir Atatürkçüydü.

  • Başbakan Bülent Ecevit, 1977 seçimlerinde “Yasadışı yapılanma var. Kontrgerilla/Gladyo. Bundan hesap soracağız” demişti… Hatta Ecevit’e İzmir Çiğli Havaalanı’nda suikast girişiminde bulunuldu. Yanındaki partili kalçasından vuruldu. Hem de zehirli kurşunla. Aynı seçimin son gününde İstanbul Taksim’de Ecevit’in mitinginde de suikast yapılacağı ileri sürüldü. Dönemin Başbakanı Demirel uyarmıştı… Acaba ordu içindeki bu yapılanmayı babanız biliyordu da hakkında Ecevit’e bilgi mi verdi? Çünkü babanız da o tarihte milletvekili

seçildi. Bu bence önemli… Babanızın cinayetine de ışık tutar. Çünkü babanıza yapılan suikastte de bir Gladyo yöntemi gözüküyor. Bunun intikamı mı acaba? Çünkü bu yapılanma çok gizli ve bunun hakkında bilgi verenleri konuşmasın diye öldürebiliyorlar. Malum bu yapı 15 Temmuz’dan sonra çökertildi.

Üzülerek söylüyorum babamın da, eski MİT Başkanı E. Org. Adnan Ersöz’ün de neden öldürüldüğü hakkında en ufak bir bilgimiz yok! Keşke olsaydı. Bu acımızı dindirir miydi bilemem? Ama en azından bu kadar meçhul kalmazdı. Babamın milletvekili olmasının bu konuyla bir bağlantısı yok. Sadece rahmetli Ecevit’in, sevilen ve sayılan bir askerin CHP’ye getirisi olacağını düşünmesiyle bir ilgisi olabilir. Bu da kıymet bilen, vefalı ve hatırşinas bir başbakanın zekice vermiş olduğu bir karardan ibarettir. Bu konuları eminim tarih bir gün yazacaktır.

  • Çok teşekkür ederim. Babanızı da saygıyla anıyorum.