Deniz Hukuku Uzamanı Avukat Selçuk Esenyel, Doğu Akdeniz çıkmazını değerlendirdi. Esenyel, Türkiye’nin diğer ülkeleri uluslararası hukuka davet eden girişimlerinin, Bölgede güçlü devletlerin kurduğu düzeni sarstığına dikkat çekti.

GARİP BALÇAK

Doğu Akdeniz’de sıklıkla ele alınan ve gündeme gelen 'Uluslararası Hukuk', 'Kıta Sahanlığı' ve 'Münhasır Ekonomik Bölge' kavramları, deniz yetki alanları olarak, petrol/doğalgaz arama ve çıkarma bakımından kıyı devletine aynı egemen hakları veriyor. Sıklıkla dile getirilen bu üç Doğu Akdeniz çıkmazını Deniz Hukuku Uzamanı Avukat Selçuk Esenyel Aydınlık'a anlattı.

Bakılması gereken en önemli hukuk normunun Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi olduğunu söylediniz. Bunu açar mısınız?

Uluslararası hukukun günümüzde görülen uygulaması 26 Haziran 1945 tarihinde San Francisco’da imzalanan Birleşmiş Milletler Antlaşması ile ortaya çıkmıştır. Temel olarak, egemen ve bağımsız olan milletlerin kendi aralarındaki hukuku düzenlemeye gayret eden kurallar bütünü, diyebiliriz. Doğu Akdeniz’e ilişkin olarak öncelikle bakılması gereken belirli uluslararası hukuk normları vardır. Bunlardan en önemlisi Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’dir. Sıklıkla duyduğumuz 12 mil kuralı, bu sözleşmenin 3. maddesinden çıkmaktadır. Buna göre bir ülkenin karasuları, esas çizgilerden azami 12 mil olabilir. Bu çerçevede Türkiye’nin karasuları Ege’de 6 mil, Akdeniz ve Karadeniz’de 12 mil olarak ilan edilmiştir.

KITA SAHANLIĞI

Konuya ilişkin bir diğer önemli tanım ise kıta sahanlığıdır. Yine aynı sözleşmeye göre kıta sahanlığı 200 deniz mili ila 350 deniz miline kadar genişleyebilen bir bölgedir, bu bölgede kıyı devletinin deniz tabanı ve altındaki cansız varlıkların araştırılması ve işletilmesi konusunda münhasır hak sahipliği vardır. Burada temel kural, kıta sahanlığından doğan hiçbir hakkın, diğer devletlerin hakkını makul olmayacak biçimde kısıtlamasıdır.

MÜNHASIR EKONOMİK BÖLGE

Son olarak, münhasır Ekonomik Bölge tanımından bahsetmek gerekir. Münhasır Ekonomik Bölge kıyı devletinin karasuları esas hattından başlayarak 200 deniz mili açığa kadar giden deniz bölgesinde, su altında, toprak altında ve deniz yatağında kıyı devletine belirli ekonomik hakların sağlandığı bölgedir. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 56. ve 60. maddeleri, kıyı devletinin canlı kaynakları araştırması, suni adalar veya tesisler kurması hakkını tanımıştır. Yine aynı sözleşmenin 73. maddesi kıyı devletine MEB içerisindeki haklarını koruyabilmesi için, kontrol, yanaşma, tutuklama ve yargılama gibi haklar bahşetmiştir.

'MAKUL OLAN GÜÇLÜ OLANA EĞRİLİYOR'

Bu Doğu Akdeniz Uluslararası Hukuk Sisteminde hangi ülke ne kadar söz hakkına sahip?

İşte bu soru, uluslararası hukukun temel çelişkisini yansıtmaktadır. Devletler kendi içlerinde egemen ve dışarıya karşı bağımsız olduğu için onlara karşı karar alma, uygulama, yaptırımda bulunma imkanları kısıtlıdır. Bunun yanında, daha önce bahsettiğimiz gibi kurallar, örneğin 'makul olmayacak biçimde kısıtlama' şeklindeki genel tabirlerle konulmuştur. Bu nedenle 'makul olanın' ya da 'hakkaniyete uygun olanın' ekonomik ve askeri açıdan güçlü devletlerce belirlenmesi gibi bir sonuç ortaya çıkıyor. Doğu Akdeniz’de Amerikan, Fransız ve İtalyan şirketlerinin, kendi devletlerinin gücüyle birlikte pozisyon aldığını ve geri kalan devletlere baskı yoluyla bu pozisyonun kabul ettirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu anlamda makul olan, genellikle güçlü devletlerin çıkarlarıyla hangi yöndeyse o yöne doğru eğrilen bir tanıma sahip oluyor.

2007'DE ZIMNİ MEB İLANI

Anlattığınız çerçevede Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri nasıl değerlendirilebilir?

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri iki argümana dayandırılabilir. Birincisi Kuzey Kıbrıs Türklerinin ada zenginliklerinin tamamında eşit hakka sahip olması, bu nedenle de Rum Kesimi’nin güneydeki doğalgaz alanlarında tek başına söz sahibi olamayacağıdır. Diğer taraftan adanın batısında devam eden sondaj çalışmalarımız da Münhasır Ekonomik Bölge’den doğan haklarımıza dayanmaktadır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, yalnızca KKTC ile ‘sınırlandırma anlaşması’ vardır, bunun haricinde Yunanistan ile dar sınırlandırma anlaşmamız mevcuttur ancak bu anlaşma kıta sahanlığı konusunu içermemektedir. Türkiye, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne de taraf değildir, yerel mevzuatta da buna ilişkin bir düzenlememiz yoktur. Ancak Türkiye ilk olarak 2007 yılında Rodos adasının güney bölgesinde TPAO’ya petrol arama ruhsatı vermiştir. Bu zımni olarak bir MEB ilanıdır ve Rum Yönetimi’nin ilan ettiği parsellerin tanınmadığını beyan etmektedir.

'AB, YUNANİSTAN VE GKRY'NE YASAL ZEMİN HAZIRLIYOR'

AB’nin etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Avrupa Birliği kurumlarının yayınlamış olduğu haritalarda Antalya'nın Kaş ilçesinin hemen karşısında yer alan Meis Adası’nın güneyindeki sahanın Yunanistan MEB’ine dahil olduğu ilan edilmektedir. Bu elbette Türkiye’nin hak iddialarıyla taban tabana zıttır. Yine bu haritalarda Kıbrıs MEB’i olarak belirlenen bölgelerin büyük bir çoğunluğunun, Türkiye’nin belirlediği MEB ile çatıştığı görülmektedir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Avrupa Biriliği ekseninde Doğu Akdeniz siyasetinin oluşmasına doğrudan etki etmektedir. Bu düzenlemeler her ne kadar Türkiye tarafından kesin olarak reddedilse de, Türkiye’nin bölgedeki haklarının yok sayılmasının zeminini oluşturmakta ve Yunanistan ile Rum Yönetimi’ne bir yasal zemin hazırlamaktadır.