Pancardan şeker elde etme düşüncesi ilk olarak 1747’de Alman kimyager Sigismund Marggraf tarafından ortaya atıldı. O tarihe kadar şeker kamışından elde ediliyordu. Seri üretimi 1796’da Marggraf’ın öğrencisi olan Franz Karl Achard gerçekleştirdi. 1830’da Avrupa şeker konusunda endüstrileşti. On yıl sonra Nafıa Nezareti, Rumeli ve Anadolu yakasında pancar yetiştirmek ve şeker üretmek isteyen Arnavutköylü Dimitri’ye on yıllık bir imtiyaz verdi. Aynı amaçla Davudoğlu Karabet de benzeri bir girişimde bulundu. Her iki girişim de sonuçsuz kaldı.
Osmanlı’nın 1840 ve 1889’da girişimde bulunduğu, ancak gerçekleştiremediği şeker fabrikalarını Cumhuriyet kurdu. Türkiye’deki ilk şeker fabrikası Uşak Terakki Ziraat Türkiye Anonim Şirketi adı altında 6 Kasım 1925’de Uşak’ta kuruldu. Uşak şeker fabrikası, Uşaklı Molla Ömeroğlu Nuri Şeker’in girişimleriyle 17 Aralık 1926’da üretime geçti. Nuri Şeker’in oğlu Muhsin Şeker anılarından babasının fabrikanın kurulmasına öncülük etmeden önce şekeri evde imal etmeye başladığını yazar: “Köyde yetişen pancarı şehirdeki evimizde kazanlara koyup kaynatıyor, kabuklarını soydurup rendeletiyor, ağaçtan yapılmış sıkma makinemizde sıkıp elde edilen şerbete kireç ayranı katıyor, sabaha kadar öyle bırakıyordu. Sabah, kireci altına çökmüş şerbeti bulandırmadan başka kazanlara aktarıyor ve bundan köpük helvası yapıyordu… Ben, yapılan bu helvaları pazara götürür, bağırabağıra satardım, şehirlisi, köylüsü kapış kapış alırlardı.” Muhsin Şeker aynı yerde şunları da yazar: “Babam bununla yetinmedi. Sayısız deneylerden sonra, pancar kokusu alınmış koyu şerbet elde etti, bu revakı dükkân dükkân gezdirdi, ‘İşte dedi, bu şekerin koyu şerbetidir. Bir şeker fabrikası yaptıralım, tarlalarımıza bol bol çükündür ekelim, hem paralarımız Avrupa’ya gitmesin, hem de çolukçocuk, milletimiz bol şeker yesin’. Anlaşılıyordu ki fabrika, babam için ölümsüz bir amaç olmuştu.” Torun Mehmet Şeker, büyükbabasının anısına açtığı sayfada Uşak Terakki Ziraat Türkiye Anonim Şirketi’nin kurucusu ve ortağı olan elli kişinin adlarını alfabetik sırayla tek tek gösterir. Aynı tarihte kurulan Eskişehir ve Turhal şeker fabrikalarıyla, Cumhuriyetin kurduğu şeker fabrikalarının sayısı önce on beşe çıkar, daha sonra katlanarak artar. 1996 yılı temel alınacak olursa Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi’nin verilerine göre şeker fabrikası sayısı 54’tür.
BİR ENDÜSTRİLEŞMENİN ROMANI
İlhan Tarus “Uzun Atlama” romanında Uşak Şeker Fabrikası’nın ilk üretime geçen şeker fabrikası olmadığını, yapımına aynı anda başlanan Alpullu Şeker Farikası’nın ilk şeker fabrikası olmasına karşın ilk şeker endüstrisinin Uşak’ta kurulduğunu kabul etmenin doğru olacağını yazar. Alpullu Şeker Fabrikası’nın üretime geçtiği tarih 26 Kasım 1926’dır. “Uzun Atlama”nın her ne kadar alt başlığında “Bir Endüstrileşme Romanı” denilse de roman değil. “Uzun Atlama” İlhan Tarus’un gazetecilik yaptığı yıllarda şeker fabrikalarına ilişkin gözlemlerini içerir. Tarus bir gazetenin önerisi üzerine iki ay boyunca altı bin kilometre yol kat ederek Cumhuriyetin somut bir endüstrileşme çabasının ürünü olarak ortaya çıkmaya başlayan şeker fabrikalarını dolaşıyor, orada gördüklerini aktarıyor. Tarus genç Cumhuriyetin sadece endüstrileşmenin başlangıcı olan şeker fabrikalarının oluşum öyküsünü anlatmanın ötesinde, bu endüstriyel atılımın kök saldığı yörelerde giderek ülke genelinde gerçekleşen toplumsal gelişimi de “Uzun Atlama”da gösteriyor. Şeker fabrikaları çorak topraklar üzerinde yükselir, verimli şeker pancarı tarlarının oluşumunu gerçekleştirirken, kapalı bir yaşam süren yöre insanı da Cumhuriyetle birlikte gelişip dönüşerek açık toplum haline getirdiğinin de öyküsü Uzun Atlama.” Toprağa şeker fabrikaların kazıklarının çakılmasıyla birlikte başlayan serüven, geri bıraktırılmış toplumu aydınlatarak dönüştürmekle kalmaz, karasabanla yapılan tarımı da kurak topraklara, ihmal edilmiş ovalara da getirdiği bereketle değiştirir, yeni yaşam olanakları sağlar. Makineli tarıma geçilir, köylüye iş makineleri armağan verilir, toprak emekçisi, fabrika emekçisine dönüştürülür. Cumhuriyetin şeker fabrikaları sadece makinelerden ve binalardan oluşmaz, okulları, hastaneleri, sinema, spor solanları, sosyal tesisleriyle kurulduğu yöreleri ortaçağın karanlığından çıkarır, çağdaş yaşam olanakları sağlar. Tarus, köy emekçisinin fabrika emekçisine dönüş öyküsünü anlatırken, 1936’da henüz dört şeker fabrikası olan ülkenin kendi eleman gereksinimini memleket gerçekliğini, endüstri düşüncesini, üretim güdüsünü dikkate alarak kimya mühendislerini, elektrik mühendislerini, makine mühendislerini ve gereksinim duyacağı diğer elemanları yetiştirdiğini de aktarır. Kimyagerler İstanbul Üniversitesi’ne, elektrik ve makine mühendisleri Teknik Üniversite’ye gönderilerek hazırlanırlar. Tarus, Uşak Şeker Fabrikası’nı betimlerken fabrikanın başlı başına bir kasaba kimliği taşıdığını söyler. Şeker fabrikalarını “Sık çamlıklar, akasyalar arasına serpiştirilmiş, ikişer haneli bloklar halinde, atmış beş kadar bahçeli villayı, çamaşırhanesi, alaturka muhteşem hamamı, camisi, bekâr pavyonları, stadyumu, çocuk bahçesi, tenis ve voleybol alanları, bin kişilik sineması, lokantaları, işçi yemekhaneleri, süthanesi, kantini, dükkânı, eczanesi, hastanesi, terzi dükkânı, her evin önünde ve çevresinde çiçek bahçesi, itfaiye takımı, garajları, sebze bahçeleri, meyve ağaçları, cazı, sazı, piyanosu, kitaplıkları” olan kentleşmeye koyulmuş büyük kasabalar olarak aktarır. Fabrikada çalışanlar arasında hem saygı hem de karşılıklı sevgi vardır. İş saatlerinde amir/memur/işçi ilişkisi, iş saatleri dışında eşit/arkadaş/dost ilişkisine dönüşür. Tarus, şeker fabrikalarını ve orada yaşanılanları neredeyse sanki gerçekleşmesi olanaksız bir ütopya gibi anlatır.
Tarus 19291932 yılları arasında Türkiye’nin çeşitli yerlerinde savcı ve yargıç olarak görev yaptı. Siyasal nedenlerle görevine son verildikten sonra 19291932 yılları arasında gazetecilik yaptı, öykü ve romanlar yazdı. “Uzun Atlama” 1957’de yayımlandı. Tarus’un şeker fabrikalarına ilişkin gözlemlerini anlattığı Tarus röportaj olarak adlandırıyor “Uzun Atlama”nın dili öykücülüğünden/romancılığından gelen deneyimleriyle roman tadında.
DİSTOPYAYA DÖNÜŞEBİLECEK ÜTOPYA
Ne yazık ki bu ütopya günümüzde distopyaya dönüşmüş durumda. Şeker fabrikalarının özelleştirilip satılması şeker üretiminden vazgeçmek, şekeri dışarıdan satın almak anlamına geliyor. Türkiye üretimden çok tüketim toplumu niteliğindedir ve şeker üretmek için pancardan başka çaresi yoktur. Pancardan vazgeçen Türkiye yüksek fruktozlu mısırdan elde edilen mısır şurubuna teslim olmak üzere. Mısır şurubu üretimi ABD’nin tekeli gibi, üstelik mısır şurubu genetiği değiştirilmiş mısırdan elde ediliyor. Şeker fabrikalarının satılarak özelleştirmesi, şekerin pancardan değil aynı anda hem yem, hem benzin üretiminde kullanılan hem de fruktoz şekeri üretilen ve insan sağlığı üzerinde olumsuz sonuçlar oluşturan GDO’lu mısırdan üretilmesi anlamına gelecek. Fransa, İngiltere, Hollanda gibi ülkeler nişasta bazlı şeker tüketimini ve üretimini yasaklamış durumda, bizde ise aksine serbest bırakılıyor. Şeker Yasası nişasta bazlı şeker kotasını yüzde on olarak belirlemiş olmasına karşın, Bakanlar Kurulu’na bu oranı yüzde elli arttırma yetkisi tanıyor. Bakanlar Kurulu şimdiye değin oranı sabit tutmadığı, düşürmediği gibi sürekli arttırdı. Bu artış 2011’de yüzde otuz beş, bir sonraki üretim dönemi için yüzde yirmi beş. Kimi uzmanlar bu kotanın da kaldırılarak şeker piyasasına nişasta bazlı şekerin hâkim olabileceğini ileri sürüyorlar. Kuşku yok ki bundan tüketiciler kadar, yaşamını pancara bağlamış üreticiler de olumsuz yönde etkilenecektir. Tarus’un masal gibi anlattığı Cumhuriyetin yoktan var ederek gerçekleştirdiği şeker fabrikaları gerçeği karşımasala/distopyaya dönüşebilir.
Uzun Atlama
İlhan Tarus
H2O Kitap
226 s.