Önce şu meşhur Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi'ni bir kaç satır hatırlatayım. Merkezi hükümet önce kendi toprakları içinde bir toprak parçasının sınırlarını tayin edip merkezi hükümetten ayırıyor. Yani 'ayrılan' bu yer artık merkezi hükümet dışında başka bir yer, özerklik dersin, eyalet ve federasyon dersin, size kalmış...
Ayrı bir toprak parçasını sizden ayırdıktan sonra bu özerk bölgeye bir çok haklar tanınıyor, mesela, seçimlerini ve idari kararlarını artık bu bölge kendi başına alacak, mesela, bu bölge, merkezi hükümete sormadan dış ülkelerden yardımhibe alabilecek, mesela, bu bölge idari tasarrufları için yerel mekanizmalar kurabilecek, ve bu şartnameyi imzalayan ülke tüm bu özerklik gerekliliklerini anayasasına yazacak.
Bu şartname bazı maddelerinde çok muğlak ifadeler taşıdığı ve bazı maddelerinde ordu polis teftiş vergi gibi bahislerde merkezi hükümeti dışarda tuttuğu için işte Türk Hükümeti bu şartnamenin belli maddelerine 'çekince' koyup buzdolabına kaldırdı.
Bu şartname merkezi hükümetin ağırlığı ve yetkilerini yerel yönetimlere devretmek gibi idari ve masum amaçlar taşıyor gibi yola çıktıysa da sonuçta yerel yönetimlerin alacağı yeni şekil bölünmeye eyalete kapı açtığı için, yani kazın ayağı başka.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi üzerine 1985'den bugüne yüzlerce kitap yazıldı binlerce konferans onbinlerce TV tartışmaları yapıldı, özetle, şu demek, ülke topraklarını kesiyor bölüyor yerel yönetimlere devrediyorsun. İkinci bir devlet yapılanmasının önünü açıyorsun. İdari yetkilerin devriyle başlayan süreç, yerel yönetime, bayrak, ordu, polis, savcı ve valilerini atamak, dış borç alıp merkezi hükümete takmadan kendi başına dış politika oluşturmak, vs. gibi apayrı bir 'devlet'in şekilleyip var ediyorsun.
Çözüm sürecinde de şahit olduk pazarlığa oturan PKK kendi 'güvenlik' güçlerini kurmasını ve kendi bayrağını, (ikinci bir bayrak ikinci bir ordu) istedi, bunları hatırlıyorsunuz. Peki, Türk Hükümeti bölüneceğini bile bile bu şartnameye neden imza koyuyor ve sonra çekincelerini sıralıyor? Çünkü Özal ve hükümetler borç batağı içindeydi, AB'ye girip .tü kurtarmak için bu dayatmalara rıza gösterdiler.
Çoktan soğumuş ve bir kenara itilmiş bu tartışma CHP kurultayıyla yeniden gündeme geldi.
CHP'li vekil Eren Erdem Barzani'nin TV'sine, CHP'nin 'yerel yönetim şartnamesine koyduğu çekincelerini kaldıracağı' müjdesini ?! verdi.
Ve tabii, Kılıçdaroğlu, özerkliğe giden yolun hazırlıkları olan şu cümleleri kürsüden Türk Milleti'nin toprak bütünlüğüne meydan okuyarak 'deklare' etti.
Bir. Meclise getireceğiz. İki. Anayasayı değiştireceğiz. Üç. Parti programını değiştireceğiz, yani yasa ve tüzüğümüzü 'özerklik' için uyumlu hale getireceğiz.
Yani, 'eyalet' için engelleri kaldırdık, parti olarak hazırız.
Ey millet, buraya kadar anlaşılmayan bir şey var mı?
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu partisi 'eyalet, federasyon, özerk bölge' adına ne derseniz deyin söz veriyor, yani ülkeyi bölmek için söz veriyor, yani 'toprak bütünlüğünü' savunmuyor, yani merkezi hükümetin karşısına ikinci bir bayrak ikinci bir ordupolis sözü veriyor.
Ne için? Seçimler için.
Nasıl yapacakmış?
'Dostlarıyla'.
Dostları kim, Abdullah Gül, Davutoğlu, Babacan, İyi parti, HDP.
Ey millet buraya kadar da anlaşılmayan bir şey var mı?
Şimdi yorumlarımıza geçelim, geçmişte yaptığı gibi, PKK dışardan ve içerden siyasi bir destek bulduğu her an 'etnik temizliğe' girişmiştir, bir seçim galibiyetiyle etnik temizlikle bir iç savaşın yeniden önünü açacağı kesindir. Kılıçdaroğlu'nun bu sözleri de ölmekte ve bitmekte olan PKK'ya yeniden hayat can kan vereceği açıktır.
Ve ihanetleriyle suç üstü yakalanmış liberal tayfa, kurultay sonrası, Kürt Sorunu için çok büyük umutlar doğdu diye yazılar yazıp konuşmalar yaptılar.
Ve Kurultay sürecince CHP sözcüleri şöyle konuştu: Demokrasinin önünde iki tane engel var, birincisi Kürt Sorunu, ikincisi Fetö Sorunu.
Bakın, cezayı suç'u ihaneti yargılanmayı gerektiren ve mahkemede olan Fetö ve PKK kelimeleri yeniden 'demokrasi' kelimeleriyle yanyana geliyor, yeniden 'çözüm' 'açılım' lafları edilmeye başlanıp start veriliyor.
Çoluk çocuğu kandırmanın üstüne örtemenin lafı eğip bükmenin alemi yok, artık bundan sonra bu satırlarda CHP'nin bu açılımına Allah ne verdiyse hukuk ne kadar sert bir ifadeye izin verdiyse, karşılarında olacağız.
Ve CHP'li seçmeni uyandırmak ve Türk Milleti'ni hamle almaya zorlamak için yazarlık gücümüz itibarımız cürmümüz neyse karşı koyacağız.
Ve şimdi başlayalım?
Atatürkçülüğü ve Mustafa Kemal adını ağzından düşürmeyen, Uğur Dündar, Yılmaz Özdil, Soner Yalçın, Merdan Yanardağ, Özdemir İnce, Emre Kongar, Örsan Öymen, Bedri Baykam, vs. alayınıza tek tek soruyorum?
Seçim kazanmak için ülkenin bir yarısını PKK'ya peşkeş çeken Kılıçdaroğlu ve Kaftancıoğlu'nun meydan okuyan bu özerklik sözüne ne diyorsunuz? Niye suskunsunuz?
Hayrola?
İzmirli Teyzeleri kandırmayın!
Açık dürüst ve harbi sözünü esirgemeyen adam olun!
Ne zamandan beri kasap oldunuz?
Ne zamandan beri tertemiz seçmenleri kurbanlık koyun gibi Abdullah Gül'lere Davutoğulları'na Kaftancıoğulları'na ittifak diye pazarlamakta satmaktasınız.
Seçime kadar susalım diyorsanız, seçimden sonra seçimi kazansanız da kaybetseniz de bu yeni gelişmeler karşısında hiç bir gücünüz kalmayacak, atı alan Üsküdar'ı geçecek ve siz kullanışmışlığınızla ortada rezil rüsva olacaksınız, beyniniz bu kadarcığını da almıyor, seçim uğruna gözleriniz bu denli mi köreldi.
Neden susuyorsunuz, AKP gitsin de ülkenin bir yarısı varsın PKK'nın eline geçsin mi diyorsunuz?
Ve ben hırsımdan yerimde duruyorum, ve bayram sabahı oturmuş bu satırları neden yazıyorum? Çünkü bu ihanetin altından beynim bünyem aklım bilgim bir türlü kalkamıyor!
Siz de babanızla aile büyüğünüzle çocukken kurban almaya gitmişsinizdir?
Pazarda kurban yerinde bir kenardan kurbanlara bakar çocuk aklımızla hep şu soruyu sorardım, acaba bu koyunlar biraz sonra kafalarının kesilip kurban edileceklerini biliyor mu. Biliyorlarsa neden kuzu kuzu otlarını yiyor hiç bir şey olmayacakmış gibi sessiz ve uysallar.
Çocuk aklımızla sorardım, bıçak altına sokulup kurban edileceklerini bile bile niye bizimle tıpış tıpış geliyorlar.
Ve sanki bazı koyunlar kesileceklerini anlardı ve bizimle gelmemek için direnirdi.
Ve bizimle gelmemek için direnen kurbanlıkları eve götürmek için avcumuza bir tutam ot alırdık.
Koyunun ağzına önüne doğru tutardık, koyun ot'a uzanmak için yürümek zorunda kalır, biz de koyunu sürükleyip çekiştirmeden kolayca evin önünde bekleyen kasaba götürürdük.
Ne kadar büyük bir insanlık sorusudur, bir canlının öldürülmesi, bıçak, kan, kanlı kelle, derisi yüzülür, bağırsaklar çıkartılar, kalbi böbrekleri çıkartılır, bu koyun dersin, biraz önce yaşıyordu ve biz ona sarılıp seviyorduk?
Sonra kasap bıçağını çıkartınca, korkudan bakamaz gözlerimizi kapatır ya da kaçırırdık.
Babam, gözlerimizi kapattığımız ellerimizi zorla açar, 'oğlum erkek adamsın, biz öleceğiz, büyüyünce o koyunu sen keseceksin...'
Ne ürkütücü ne korkunç yapılması ne zor bir erkeklik 'görevi', bu ne içinden çıkılmaz bir 'gelenek'...
Nasıl bir hayatım olmuşsa sizler gibi ben de 'kasap'tan hep korktum.
Nasıl bir hayatım olmuşsa, ağzımın önüne koyulan ot'tan, bu otyem, beni nereye sürüklüyor diye hep kuşkulandım.
Yaşım 65'e geldi kırk yılın yazarıyım, bir gün olsun, ot'a doğru yürümedim.
Bir de peşlerinden de yürüyecekmişim, kesecek olan burada da keser beni.
Ey Atatürkçüler ey Cumhuriyetçiler!
Cumhuriyet Gazetesi, ODA TV, Sözcü, Halk TV, Tele I, kasap olmuş, koyun ürkmesin diye yazarlarıyla ekranlarıyla kurbanların gözlerini bağlamış.
Bu kasapların bu yazarların önüne acaba hangi 'ot' konmuş?
Ey Atatürkçüler ey Cumhuriyetçiler, sizi kimler hangi kanlı etnik temizliklere etnik savaşlara yine nereye sürüklüyorlar, içimizde onbinlerce şehit yüzbinlerce şehit çocuğu ve malul yürüyemeyen yüzbinlerce gazimiz var, doymadınız mı?
Ülkenizi toprak bütünlüğünüzü anayasanızı Cumhuriyet'i kuran partiyi, dışardaniçerden anlaşmışlar yine kimler 'kurban' ediyor, pazarlık yapılmış, kurultay bitmiş.
Kılıçdaroğlu, dostlarımızla diyor, anlaşılan kurbanlık 'dana'ya yedi ortak girmişler.
Abdullah Gül'e Davutoğlu'na Babacan'a Kaftancıoğlu'na PKK, yedi ortak ülkenizi kesiyor anayasasınızı kesiyor yarın çocuklarınız askerleriniz ve öğretmenleriniz, 1990'lı yıllarda olduğu gibi.
Arkadaşlar, iş başa düştü.
Artık toprak bütünlüğümüzü korumak için Cumhuriyet için, bu sütunlarda kasapları da koyunları da kurbanları da bir bir ifşa etmek milli vazifemizdir.
Bu milli refleks bu milli görev, bugüne kadar o kanlı bıçaklarıyla o otlarıyla bir türlü teslim alıp eğip Atatürkçüyüz Cumhuriyet'in partisiyiz salavatlarıyla(?!) bir türlü kandırıp kesemedikleri bizim de 'Boynumuzun Borcu Olsun'.
Boynumuz, Cumhuriyet'e toprak bütünlüğümüze feda olsun.