Uzmanlara göre eğer bu anlaşma devre dışı kalırsa dünyanın doğal tüm boğazlarında uygulanan geçiş rejim sistemi gündeme gelecektir ki bu sistem şuan Türkiye’de uygulananın aksine diğer ülkelere istedikleri zaman ve her koşulda Boğazlar’dan geçme hakkı tanır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde bize tanınan bir hak yoktur” ifadesi üzerine 20 Temmuz 1936 tarihli Sözleşme tartışılmaya başlandı. Ülkemizin Boğazlar’da egemenliğini sağlayan bu sözleşmeyi eski Moskova Büyükelçisi Halil Akıncı, Avrasya İncelemeleri Merkezi Başkanı, aynı zamanda emekli Büyükelçi Alev Kılıç ve emekli diplomat ve yazar Doç. Dr. Hüner Tuncer ile konuştuk.
‘BİR EŞİ DAHA YOK’
Emekli Moskova Büyükelçisi Halil Akıncı, tüm dünya boğazlarının kıyı devletleri egemenliği altında olmadığını, sadece Türkiye’nin Boğazlar’da egemen olduğunu, bunun Montrö Boğazlar Sözleşmesiyle sağlandığını söyledi. Türkiye’nin Boğazlar üzerinde, savaş zamanında hatta savaşa yakın tehlike halinde, tam egemenlik hakkı olduğunu vurgulayan Akıncı, şu ifadeleri kullandı:
“Bu hem Türkiye’nin hem de Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin haklarını güvence altına alan bir anlaşma. Sözleşmede, ticaret gemilerinin serbest ve güvenli geçişinin de sağlanması çok önemlidir. Aynı zamanda hem savaş hem barış anında Türkiye’ye ciddi kazançlar sağlayan, bir eşi daha olmayan bir anlaşmadır.”
‘RUSYA’NIN ETKİSİ BÜYÜK’
Akıncı, “Montrö’nün ortadan kalkması halinde Karadeniz yabancı gemilerle dolar” dedi ve şunları ekledi: “Karadeniz Montrö sayesinde yıllardır dengesini korunmuş bir bölge. Kimse birbiriyle savaşmadı burada. Diğer boğazlar gibi olur, savaş gemileri vızır vızır geçer. Türkiye Montrö’nün sahibi ve uygulayıcısı olarak ayrı bir konumda. Fakat, Bulgaristan ve Romanya da Türkiye gibi NATO ülkesi ve ABD’ye son derece bağlılar. ABD bunları kullanarak Karadeniz’de üs kurabilir. Türkiye Karadeniz’de ABD’ye üs vermedi ve vermek gibi bir niyetinin de olmadığını biliyorum. ABD buraya geldikten sonra diğer ülkeler ‘Biz neden gitmeyelim’ diyebilirler.
“Rusya Montrö’yü şu an destekliyor. Sözleşmenin imzalanmasında da Rusya’nın büyük bir etkisi vardır. Karadeniz de terörizm bahane edilerek de girilebilecek bir yer değil. Çünkü Karadeniz devletlerinin terörizmi ortadan kaldıracak gücü vardır.
“Boğazlar’da Türkiye’nin egemenliğinin olduğunun en büyük kanıtı canı isteyenin Boğazlar’dan geçememesi. Üçüncü ülkeler Boğazlar’dan geçiş yapacağı zaman 15 gün önceden haber verirler. Montrö’ye üye Karadeniz ülkeleri sekiz gün önce haber veriyorlar. Bu, İstanbul’un güvenliğini de sağlıyor. Daha ne isteyebiliriz ki! İyi bir denge varsa bu neden bozulsun?”
‘TÜRKİYE TÜM SORUMLULUĞU ALDI’
Emekli Büyükelçi Alev Kılıç, Boğazlar’da bugün kurulu düzenin tarihini anlattı: “Bu sözleşme Boğazlar’dan geçişi ve Karadeniz’e çıkışı düzenliyor. Bundan önce Boğazlar’dan geçişi düzenleyen sözleşme Lozan’da yapılmıştı. Eğer tarihte çok gerilere gidecek olursak, 1774 Küçükkaynarca Anlaşması’na kadar Boğazlar Osmanlı’nın denetimindeydi ve Karadeniz bir Türk gölüydü. Rusya imparatorluk haline gelip güneye doğru genişlemeye başladıkça Boğazlar’ın zorlandığını görüyoruz. Bundan sonraki ilk adımı da 1836 Hünkar İskelesi ile 1840 Londra Boğazlar Sözleşmesi’nde Boğazlara getirilen uluslararası ilk kısıtlamalar olarak görüyoruz. Lozan’a gelindiğinde, Boğazlar uluslararası bir komisyona bırakıldı ve silahsızlandırıldı. O günün şartlarını çok iyi değerlendiren Türkiye Cumhuriyeti, bir uluslararası komisyonun arzulanan düzeni sağlayamayacağının da hesabıyla, Montrö ile tüm sorumluluğu aldı. Tüm taraflar Türkiye’nin düzeni, geçişi, Boğazlar’ın askerileştirilmesini ve güvenliğinin sağlamasını kabul ettiler. Aynı zamanda herkesin istediği zaman geçebileceği bir yol olmaktan çıkarılarak geçişler kayıt altına alındı.”
MONTRÖ’NÜN DENGESİ
Savaş gemilerinin ve ticari gemilerin farklı alanlarda değerlendirildiğini belirten Kılıç, şöyle devam etti: “Burada en önemli noktalardan biri de savaş gemileri ve ticaret gemilerinin kesin bir ayrıma tabi tutulması. Montrö’nün en temel özelliği, ticaret gemilerine serbest geçiş verilmesi. Buna karşılık askeri gemiler için ciddi sınırlamalar var. Burada kurulan denge şu: Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerle kıyısı olmayan ülkeler arasında, birbirlerini tehlikeye düşürmeyen bir geçiş düzenlemesi uygulanıyor. Bu da Türkiye’nin sorumluluğunda, Türkiye’ye bilgi verilerek, başarıyla sürdürülüyor. Birleşmiş Milletler Deniz Sözleşmesi uygulanıyor olsa, şu an olan haklarımız da olmayacak. Bu sözleşme Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler ve kıyısı olmayan ülkeler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda değiştirilmek istenmektedir. Fakat hiç bir ülke daha iyi bir denge sağlayamayacağı için kimse bu Sözleşmeyi değiştirmeye cesaret edememektedir.
“Montrö’ye göre Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler, Boğazlar’dan belli bir sayı ve tonajdan fazla gemi geçiremiyorlar. Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkeler Boğazlar’dan ciddi bir güç geçiremedikleri için Karadeniz’e kıyısı olan ülkelere de koruma sağlıyor.
“Montrö Türkiye Cumhuriyetine çok büyük haklar ve sorumluluklar yüklemiştir. Aynı zamanda Türkiye’nin mutlak egemenliğini tanımış ve sağlamıştır.”
‘Kanal İstanbul’u yapmak şartları değiştirmektir’
Genelkurmay 26. Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Habertürk TV’de tartışmalı Kanal İstanbul projesiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Başbuğ, “Kanal İstanbul olursa Trakya ikiye bölünüyor” dedi.
Başbuğ, Kanal İstanbul projesinin Montrö’yü nasıl ihlal edeceğini, neden tartışmaya açacağını şöyle açıkladı:
“Montrö’nün son iki maddesi 28 ve 29. maddesi. 28. Madde, Montrö’nün tamamen ortadan kaldırılması ve durdurulmasıyla ilgili. Bazı maddelerin değiştirilmesiyle ilgili de 29. madde. Uluslararası hukukta bir kural var, koşullarda değişiklik olması. Siz Kanal İstanbul’u yaptığınız zaman koşullarda bir değişiklik yaratıyorsunuz. Montrö’nün dışında ayrı bir yapılanma. Koşullarda değişiklik olması durumunda, taraflar, bu anlaşmaya son verme ya da uygulamayı durdurma hakkına sahip. İlgili yerlere müracaat edecekler. Diyecekler ki, ‘Kanal İstanbul koşullarda değişiklik yarattı’. O zaman Montrö’ye kaldıralım, yeni bir sistem belki. O zaman haydi yeni bir konferans. Daha kötüsünü de yaratabilir. Koşullarda önemli bir değişiklik oluyor.”
BOĞAZLAR EMNİYET UZMANI: Montrö’ye sıkı sıkı sarılmalıyız!
Boğazlar’da emniyetin sağlanmasını, konunun uzmanı bir yetkiliyle konuştuk. Yetkili, özetle şunları söyledi: “Montrö Sözleşmesi’nin imzalandığı dönemde ana sorun askeri gemi geçişleri, Boğazların ve Karadeniz’in güvenliğiydi. O dönem ticari gemi geçişleri ciddi sorun oluşturmuyordu. Dolayısıyla Sözleşme metninde ticari gemilerin Boğazlar’dan emniyetle geçişleriyle ilgili hüküm yoktur. Fakat Sözleşme tutanaklarında Türkiye Boğazlar’daki emniyeti sağlamak için evrensel kuralları uygulayacağını açıkça beyan etmiştir. Günümüzde artan gemi sayıları ve tonajlarından dolayı Türkiye’nin uygulamaya sokmuş olduğu emniyet tedbirlerinin dayanağı da budur zaten. Yani Boğazların emniyeti konusunda şu anda Türkiye’nin uyguladığı emniyet kuralları, dayanağını Montrö’den alır.
“Bugünkü tüm tedbir ve yönetmelikler, bize Montrö’nün kazandırdıklarıdır. Türkiye bugün Montrö’nün sağladığı kendine özgü geçiş rejimi sayesinde bu tür tedbirleri kolaylıkla almaktadır. Eğer Montrö’nün ortadan kalkması söz konusu olursa bu durumda 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde tanımlanmış geçiş rejimleri gündeme gelecektir ki bunlar arasında Türkiye açısından en tehlikeli olanı da ‘Transit Geçiş Rejimidir. Dünya’nın doğal tüm boğazlarında uygulanan geçiş rejim sistemi. Bu sisteme göre Türkiye’de şu an uygulananın aksine herhangi bir ön bildirim olmaksızın diğer ülkeler istedikleri zaman ve her koşulda Boğazlar’dan geçebilirler. Bu tehlikeyi hiç bir zaman unutmamalıyız.
“Türkiye şu anda Doğu Akdeniz’de son derece ciddi uluslararası mücadele içindedir. Ege Deniziyle ilgili vermekte olduğumuz mücadele onlarca yıldır sürmektedir. Diğer ekonomik, siyasi ve askeri sorunlarımızı da düşünürsek, Boğazlarla ilgili yeni bir tartışma ortamı açmak, hele de bunu Montrö Sözleşmesi üzerinden yapmak, durup dururken kendimize yeni bir sorun alanı daha yaratmaktan başka bir şey olmayacaktır.
“Sonuç olarak böylesi sıkıntılı bir dönemde Montrö’nün bize kazandırdıklarını ön plana çıkartmalıyız ve ona sıkı sıkıya sarılmalıyız.”
Emekli diplomat/yazar Doç. Dr. Hüner Tuncer, Aydınlık için Montrö anlaşmasını değerlendiren bir yazı kaleme aldı. Tuncer'in yazısı şu şekilde:
MONTRÖ ANTLAŞMASI’NIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Boğazlar Sözleşmesi, 20 Temmuz 1936’da Türkiye, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Yunanistan tarafından imzalanmıştı. Konferans’a katılmamış olan İtalya, Boğazlar Sözleşmesi’ne ancak 2 Mayıs 1938 tarihinde katıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde bize tanınan bir hak yoktur” sözlerine karşılık olarak şu yanıt verilebilir:
Montrö Konferansı’nın Başkan Yardımcısı ve Redaksiyon Komitesi Başkanı, tanınmış hukukçu Yunan Baş Temsilcisi Nicolas Politis’in şu sözlerine değinmekte yarar olacağını düşünüyorum: “Bu Konferans’ın, uluslararası haklılık bakımından başarıya ulaşmasına büyük önem veriyordum. Bu itibarla bana verilen görevi başarmaya çalıştım. Türkiye, buradan haklılığın sancaktarı, uluslararası uzlaşmanın koruyucusu ve barışın düzenlenmesinin savunucusu olarak çıkmıştır. Türkiye’yi yücelten her şey dostları için bir kazançtır. Açıkça söylemek isterim ki, bana burada elimden geldiği kadar çalışmakta güç veren bu duygu olmuştur. Çünkü Türkiye’nin kazancı, dolaylı olarak benim ülkemin kazancıdır.” Bu sözleri, Türkiye’nin Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda yendiği bir ülkenin temsilcisinin sarf etmiş olduğuna dikkatlerinizi çekmek isterim!
TÜRKİYE, MONTRÖ SÖZLEŞMESİ İLE NELER KAZANMIŞTIR?
20 Temmuz 1936’da Türk askerleri askersizleştirilmiş bölgeleri yeniden işgal etmişti. Uluslararası Boğazlar Komisyonu görevini tamamlamış ve Türkiye’nin, Boğazlar üzerindeki mutlak denetimi yeniden sağlanmıştı.
Montrö Sözleşmesi’nin birinci özelliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğini bir boşluk bırakmayacak biçimde sağlamış olmasıydı. Öte yandan bu sözleşme, uluslararası ilişkilerde siyasal antlaşmaların görüşmeler ve barışçı yollarla günün koşullarına daha uygun bir hale getirilmesinin tarihte ender rastlanan bir örneğiydi.
Boğazlar rejiminin Montrö’de değiştirilmesi ve Boğazlar üzerinde Türkiye’nin tam denetiminin sağlanması üzerine, Türkiye’nin, Güneydoğu Avrupa’daki önemi artmış ve bu nedenle, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Almanya gibi güçlü devletler, Türkiye’nin dostluğunu kazanma yarışı içine girmişti. Kendini Sovyetler Birliği’nin, Almanya’nın ve İngiltere’nin karşıt çıkarlarının ortasında bulan Türkiye ise, bu üç devlet arasında bir denge politikası izlemeyi yeğlemişti. 1938 yılı itibariyle Türkiye, dış politikasında denge öğesini ön plana çıkarmıştı.
Türkiye, Atatürk’ün uyguladığı diplomasi sonucunda, Boğazlar üzerindeki doğal hakkını güç kullanma yoluyla değil de, uluslararası hukuk kurallarına dayanarak elde etmişti. Montrö Sözleşmesi’nin imzalanmasından sonra Başbakan İsmet İnönü, Türkiye’nin uluslararası alanda artan itibarını şu sözlerle dile getirmişti: “Atatürk rejiminin, Türk ulusuna bu kadar az bir süre içinde her alanda sağladığı güç, kudret ve saygınlık, uluslararası bir alanda onaylanmış oluyor.”
Montrö Konferansı’nın kesin galibi, hiç kuşkusuz Türkiye’ydi. Konferans’ın sonunda imzalanan Montrö Sözleşmesi, Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki mutlak egemenliğini onaylamakta, itibarını yüceltmekte ve Boğazlar’ın yeniden tahkimine izin vermekle, Türkiye’ye uluslararası politikada çok daha önemli bir yer kazandırmaktaydı.
Montrö Sözleşmesi’nin akdiyle, resmi belgelerde ifade edildiği üzere, “Boğazlar’ın anahtarları” Türkiye’nin eline teslim edilmişti.
MONTRÖ SÖZLEŞMESİ KARŞISINDA DİĞER DEVLETLERİN TUTUMLARI
Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini yeniden kurmaya yönelik Montrö hükümleri, Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin gemilerinin bu denize girmesini önemli ölçüde kısıtlaması açısından, Sovyetler Birliği tarafından desteklenmişti. Sovyetler Birliği, Karadeniz’e kıyısı olan devletlerden biri olarak, Montrö Sözleşmesi’nin Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin gemilerinin Karadeniz’den geçiş haklarına ilişkin sağladığı avantajlardan yararlanan devletlerin başında gelmekteydi.
İngiltere, “Montrö’de kaybeden” gibi görünmekle birlikte, ne kazanabilecekse onu kazanmasını da bilmişti. İngiltere’nin Montrö’de ödün vermesinin nedeni, Montrö Sözleşmesinin, barışçı yolla bir sözleşmede değişiklik yapılabilmesinin örneğini oluşturduğunu göstermek istemesiydi. İngiltere’nin, Türkiye’nin Montrö Konferansı’na katılma çağrısını kabul etmesinin önemli bir nedeni, Ankara’nın dostluğunu kazanabilmek ve Akdeniz’de giderek artan İtalyan nüfuzuna ve gücüne karşı Türkiye’nin desteğini sağlayabilmekti. Böylelikle, İtalyan tehdidi karşısında, Türkiye ile İngiltere ortak bir zeminde buluşmaktaydı.
Montrö Sözleşmesi’nin Türkiye’nin Balkan politikası üzerindeki önemli bir sonucu, Türkiye’nin bu bölgede daha bağımsız bir politika izlemesi olmuştu. Örneğin, Türkiye, Macaristan ile çok iyi ilişkiler içinde olmayı sürdürmüş ve Bulgaristan’a karşı da dostça bir tutum benimsemişti.
Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, 20 Temmuz 1936’da yapılan Montrö Konferansı’nın kapanış oturumundaki konuşmasında, Montrö Sözleşmesi’nin, savaşsonrası uluslararası politika tarihinde yeni bir aşamayı başlattığını ve dünyada yeni bir umut alevi yaktığını dile getirmişti.
Konferans’ın Başkanı Avustralya Temsilcisi Stanley Bruce’ın “Montrö ruhu”nu yansıtan sözleriyle, Türkiye, uluslararası uyuşmazlıkların yasal yollarla çözüme kavuşturulmasında dünyaya “fevkalade bir örnek” sunmuştu. Yine Bruce’a göre, Montrö, uluslararası ilişkilerde yeni bir çağı başlatmış ve uluslararası çatışmaların çözüme kavuşturulmasında daha iyi ve kolay bir yolun var olduğunu göstermişti.
Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, bugün ülkemizi yönetmekte olan AKP iktidarına, Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni de Türkiye Cumhuriyeti tarihinin altın sayfalarına yazdıran, Cumhuriyetimiz’i gerçekleştirdiği mucizevi devrimlerle çağdaş bir devlet haline getiren ve Avrupa’nın bütün büyük liderlerinin takdirlerini kazanan Büyük Atatürk’ün izinden gitmelerini öneririm!
Aydınlık