Beyrut’a geleceğim ama önce bir geçmişe dönelim.
Bugün 6 ağustos...
Amerikan uçaklarından Hiroşima’ya atılan atom bombası, 75 yıl önce bugün şehrin üzerine düşmüştü.
140 bin çocuk, kadın ve erkek sivil bir anda küle dönmüştü.
3 gün sonra Nagazaki’ye atılan diğer atom bombası da 70 bin masum insanın ölümüne yol açmıştı.
Sonraki 5 yıl içinde de her iki Japon şehrindeki 130 bin insan, atom bombası yüzünden, radyasyona bağlı hastalıklardan yaşamlarını yitirmişti.
Ölenlerin yüzde 90’ı kadın, çocuk ve ihtiyarlardı, çünkü her iki şehrin neredeyse tüm erkek nüfusu askerde ve uzaktaydı.
Saldırı emrini veren ABD Başkanı Harry Truman, dünyanın ilk nükleer insanlık ve savaş suçuna imza atmıştı.
“İmzayı attıktan sonra bebekler gibi uyudum” diyen Truman, Hitler’e taş çıkaracak bir savaş suçlusu olarak tarihe geçmişti.
Küçüklüğünden beri asker olmak istemişti.
Gözündeki bozukluktan dolayı West Point’e kabul edilmeyen Truman, daha sonra depo bekçiliği, postane müdürlüğü, milli muhafızlık, maden ve petrol işletmelerinde çalıştı. Hepsinden de kovulan Truman, çareyi politikada buldu ve Demokrat Parti’den siyasete atıldı.
Adım adım yükseldi. Önce senatör oldu, ardından 1944’te ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in yardımcısı oldu.
80 gün sonra Roosevelt’in ölümü sonrası başkanlığı kucağında buldu.
Truman, Almanya’nın teslim olmasının ardından 2 Ağustos 1945’te Potsdam Barış anlaşmasını imzaladı.
Japonya’nın da teslim olacağı bilinmesine (General Eisenhower bunu doğruluyor ve “atom bombaları gereksizdi, Japonya’nın teslim olacağını biliyorduk zaten” diyordu) rağmen, gözünü kan bürümüş Truman 6 Ağustos’ta ilk atom bombasının atılması emrini verdi.
Masum bebeleri yakıp kül ederken “500 bin Amerikan askerinin hayatını kurtardım” diye saçmalayan “asker kaçağı”, bununla da yetinmedi.
‘Hitler’e taş çıkartma’ terimini doğrularcasına, (Roosevelt’ten önceki ABD Başkanı Herbert C.Hoover, daha sonra Truman ve atom bombası hakkında, “kadın ve çocukları ayrımsız öldüren atom bombası bende tiksinti uyandırıyor” diyecekti) henüz Japonya’nın dumanı tüterken, Eylül 1945’te halen müttefik olduğu SSCB’nin 66 şehrine 204 (belgelere göre 123 ila 466 arasında değişiyor) atom bombası atılması planını yaptı.
Bu plan meşhur 1947 tarihli Truman Doktrini’nin temelini oluşturuyordu.
İşin skandal boyutu, planın o dönemki “müttefik SSCB”ye karşı, doktrinin resmi tarihinden 2 yıl önce hazırlanmış olmasıydı.
Ortaya çıkan resmi belgelerde hepsi yazılı.
Pentagon’un ‘Sovyetler Birliği’ni haritadan silme operasyonu’ gizli bir plandı.
Japonya teslim olduktan 2 hafta sonra 15 Eylül 1945 tarihinde hazırlanan harekat planı dehşet vericiydi.
66 Sovyet şehrinden öncelikli olarak, 10’una 6’şar atom bombası atılacaktı. Toplam 60 bomba yani.
Bunlar, Moskova, Leningrad, Novosibirsk, Kiev, Kharkiv, Koenigsberg, Riga, Odessa, Ulan Ude ve Taşkent idi.
Stalingrad, Sverdlovsk, Vilnius, Lviv, Kazan, Voronej ve Nijni Tagil’e ise beşer tane atılacaktı.
Gorki, Alma Ata, Talin, RostovonDon, Yaroslavl, Ivanovo ve Çimkent’e dörder tane, geri kalan 32 kente de üçer tane sallayacaklardı hesapta.
Bu kentler arasında Bakü, Taşkent, Kazan gibi Türk şehirleri de vardı.
Amerikan emperyalizmi öylesine acımasızdı ki, Alman faşizmini yenen ve bu uğurda 26 milyon vatandaşını kaybeden müttefiki SSCB’ye yüzlerce atom bombası atmayı düşünebiliyordu.
Bu plandan Stalin’in haberi olması gecikmedi ve meşhur nükleer yarış ve soğuk savaş başladı.
Yani Truman denen savaş suçlusu, sadece Japonya’nın mahvına değil, küresel çapta bir nükleer faciaya kapıyı açmış oldu.
Bugün de Truman’ı aratmayan Trump, uluslararası nükleer anlaşmalardan çekiliyor ve ordusuna küçük ve orta çaplı yeni nükleer silahlar hazırlaması talimatını veriyor.
Trump’ın trilyon dolarlık yeni nükleer saldırı planı, Çin, Rusya, İran ve Kuzey Kore’yi hedef alıyor. (Ayrıca bakınız. son RAND Corp. Raporu “War with China”)
BEYRUT’TAKİ KORKUNÇ MANZARA
Hiroşima ve Nagazaki’deki mantar bulutuna benzer bir bulutu ve yıkımı, 3 Ağustos 2020’de bu kez Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta gördük.
Bu kez patlayan nükleer bomba değil, 2750 tonluk gübre materyali olan amonyum nitrattı ama infilak Kıbrıs’tan bile hissedilmişti.
Depreme bile yol açan müthiş patlama, hepimize ne kadar güvensiz bir dünyada yaşadığımızı hatırlattı.
Televizyonlarımızın başında dehşet içinde bir şehrin adeta küle dönüşünü izledik.
300 bin kişinin evsiz kaldığı söyleniyor.
Ölü ve yaralı sayısı verilen resmi rakamların çok fazlasıyla üzerinde.
Çünkü atom gibi patlamanın en büyük etki alanı oylan bir kilometre çapında 30 bin, ikincil etki alanı 5 kilometre çapında 2 milyon insan vardı.
Lübnan resmi makamlarının açıklaması: 2013’te Gürcistan Batum’dan 2750 ton amonyum nitrat yüküyle Mozambik’e gitmek üzere yola çıkan Moldavya bandıralı gemi, arıza sebebiyle Beyrut limanına yanaştığında yapılan aramada el konulan kargonun, 7 sene depoda bekledikten sonra çıkan yangında patladığı yönünde.
Korkunç bir ihmal söz konusu.
Fransız sömürgesi olmanın sonrasında saçma sapan siyasi yapısıyla ve 1980’lerdeki korkunç iç savaş sonrası bugün ekonomik açıdan da çökmüş bir devlet olan Lübnan’da kaos hakim.
Ordusu yok, etnik kutnik bin parçaya bölünmüş, güvenliği Hizbullah isimli bir siyasi parti ve örgütü tarafından sağlanan Lübnan’da liyakatsizlik teröre taş çıkartmıştı.
Hizbullah ve İsrail olayda rollerinin olmadığı açıklamasını yaptı.
Gerçekten de böylesine büyük çaplı bir terör eylemine kalkışılacağına inanmak zor.
Yine de 1948’de kurulduğundan beri Lübnan’a rahat yüzü vermeyen yüzlerce saldırı düzenleyen İsrail olağan şüpheli konumunda.
Dev patlama tam da eski Lübnan Başbakanı Hariri’nin suikast davasının sonuçlanacağı haftaya denk geldi.
Beyrut’ta 2005’teki (1 tonluk TNT ile yapılan) Refik Hariri suikastini de İsrail düzenlemiş, suçu Hizbullah ve Suriye’ye atmıştı.
Uluslararası baskılar sonucu Suriye ordusu bu suikastin ardından Lübnan’dan çekilmiş ve sonrasında da kendisi hedef olmuştu.
Ancak yine de İsrail’in böylesine yıkıcı bir eylem yapmasını gerektirecek bir somut durum da ortada yoktu.
Yine de patlayıcı uzmanlarına göre olay kazadan çok bir saldırı gibiydi. Uzmanlar, amonyum nitratın yangınla veya kazayla patlayamayacağını, elektrikli bir düzenek veya ateşleyici bir karışım gerektiğini belirtiyorlar.
SABOTAJ VE KAZA BİR ARADA MI
İsrail’de yayımlanan solcu bir haber blog sitesi olan Tikun Olam’da yazan Richard Silverstein, 4 Ağustos tarihli yazısında, üst düzey bilgi sahibi güvenilir bir İsrailli kaynaktan edindiği bilgilere göre olayın bir sabotaj ama patlamanın kaza olduğunu yazdı.
İddiasına göre, MOSSAD limandaki Hizbullah silah deposunu hedef almıştı. Komşu depodaki 2750 tonluk amonyum nitrattan haberleri yoktu (veya vardı ama umursamadılar) ve Hizbullah silah deposunu patlattılar.
Silverstein’e göre bu beklenmedik bir olaydı.
İsrail, Suriye ve Lübnan’daki hedeflere zaman zaman saldırılar düzenlese de Beyrut’u toptan havaya uçurmak başka bir şeydi.
İsrailli yazara göre olayın bir nedeni de İsrail’deki siyasi kargaşa.
Başbakan Netanyahu içinde bulunduğu zor durumda kendisine eylem için gelen MOSSAD’a “hadi gidin elinizden geleni yapın konu değişsin” demiş olabilirdi.
O kargaşada İsrailli ajanlar da patron Bibi’yi memnun etmek için olaya bodoslama girerek böylesine bir faciaya yol açmış olabilir.
Bu arada Trump’ın da ilk açıklaması “korkunç bir saldırı” olduğu şeklindeydi.
Kaza yerine saldırı kelimesini kullanan Trump bunu Amerikalı askeri yetkililerden öğrendiğini söylemişti.
Daha sonra bu ifadesini “feci kaza” diyerek düzeltti.
Hizbullah’ın olayı bir İsrail saldırısı olarak nitelememesi de, limanda silah deposu olduğunu kabul etmekten kaçınması yüzünden olduğunu söyleyen Silverstein, felaketin suikast ile kaza/ihmalin birleşimi olduğunu savunuyor.
Her ne olursa olsun olan yine binlerce masum sivile oluyor.
KAYNAKLAR:
https://www.globalresearch.ca/pentagonplansdestroydozenssovietcitiessocalledcoldwar/5677930
https://www.richardsilverstein.com/2020/08/04/breakingisraelbombedbeirut/