Dünya ve ülkemiz yeni bir siyasal döneme girmiştir. Atatürk devrimleri ekmek gibi su gibi ihtiyaç, ülkemizin ve milletimizin geleceği için en fazla sarılmamız gereken köktür. Ancak dönemi öğrenmek için, sahih kaynaklardan doğru bilgilerle öğrenilmesi gerektiği çağrısını da yapmamız gerekir.

DR. ALİ ŞAHİN

Genç tarihçilerimizden, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Araştırma Görevlisi Dr. Ali Şahin, TRT'nin 'Ya İstiklal Ya Ölüm' dizisini genel olarak başarılı bulduğunu söylüyor, "Oldukça etkileyici bir sahneyle başlıyor. Oyunculuk seçimi ve prodüksiyon oldukça başarılı" diyor. 'Dizi gerçekleri yansıtıyor mu' sorusuna Dr. Şahin'in yanıtı "Tarihsel olaylar önem sırasına göre özenli bir biçimde ve içerikle aktarılmış" biçiminde. Dr. Ali Şahin, Mustafa Kemal Paşa’nın tarihsel rolüne ve kişiliğine dair vurguların, ikinci bölümden sonra doğru bir biçimde aktarıldığını belirtiyor. Ancak Dr. Şahin, belli uyarıları ve itirazları olduğunu da vurgulayarak 'Günümüz açısından çıkan dersler' sorumuz da dahil, tüm sorularımızı tek bir bütünlük içinde yanıtlamayı tercih etti. İtiraz ve eleştirilerini üç madde halinde formüle eden Dr. Ali Şahin'in değerlendirmesini sunuyoruz:

15 MAYIS 1919 DAHA ANLAMLI OLURDU

1. Öncelikle dizinin zamanlamasının başlangıcı anlamlı. 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgaliyle başlaması, mili mücadeleyi yansıtmak bakımından ne derece isabetlidir? Aslında milli uyanış ve işgallere karşı milli bilincin oluşması daha anlamlı bir tarih olan 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgaliyle başlamıştı. Bu işgal, Mustafa Kemal Paşa ve Heyeti Temsiliye açısından bir katalizör işlevi görecek, Kuvayı Milliye direnişleri ve örgütlenmelerinin çoğalması ve tek bir elde toplanması sürecini tüm yurtta dalga dalga hızlandıracaktır. Çünkü aslında bu dizide Mustafa Kemal’in, Mebusan Meclisi’nin işgali, Rauf Bey ve Kara Vasıf Bey’lerin götürülmeleri sonrası dile getirdiği 'fırsat', İstanbul’un değil de,daha çok İzmir’in işgali sonrası doğmuştur. Çünkü İtilaf devletlerinin bu ölçüde pervasızlaşacağı düşünülmemiş, üstelik Yunan askerinin İzmir’e çıkarılması aslında bardağı taşıran damla olmuştur. Mesele ülkenin bağımsızlığıyla birlikte 'halkın canına, namusuna, hatta dinine saldırı olarak algılanmış', Kuvayı Milliye’nin esas büyük 'patlaması' bu dönemden sonra yaşanmıştır. Olay yalnızca Ege’de değil ülke sathında büyük infiale yol açmış daha önce mücadeleye katılmaya tereddütlü kitleler bu tereddütlerinden kurtulmaya başlamışlardır. 16 Mart 1920 tarihini başlangıç alırsanız ki zaten dizi bu tarihi ifade ederek başlıyor; büyük ölçüde sonraki siyasal gelişmeleri baz alarak bir algı oluşturursunuz. Oysaki genel izleyici kitlesi bakımından elzem olan meselenin esasını teşkil eden, önceki çok kısa dönemdir.

İSTANBUL’UN İŞGALİ 'GELİYORUM' DİYORDU

2. Hangi dönemdir? İsmi 'Ya İstiklal Ya Ölüm' olan bir dizide doğal olarak bu sloganın ortaya çıkış dönemine dair bir bölüm ya da bilgilendirme gereklidir. Elbette bu bir dizidir, sonuçta kurguya dayalı yönleri de olabilir. Ancak böylesine önemli bir konuda olması, yalnızca bir sanat eserine yaklaşımın ötesinde hassasiyetler gerektirir. Eksik yönleri söylemek de bizim borcumuz olmalıdır. İstanbul’un işgali zaten 'geliyorum' diyordu ve bu açıdan siyasal gelişmenin bir sonucudur, 'nedeni' değildir. İzmir’in işgali öncesinde ve sonrasında ülkede yayılan Kuvayı Milliye hareketi Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı sonrası merkezileşme yönünde ilerlemiş, Havza genelgesi ile bir milli bağımsızlık ve milli irade manifestosu olan Amasya genelgesi, kongreler süreciyle pekişmiştir. Tarihçilikte varsayım olmaz, fakat kim bilir bu gelişmeler olmasaydı, belki de Ankara’da 'ikinci bir iktidar merkezi' oluşmuş olmasaydı, İstanbul bu denli bir işgale uğramayacak, klasik bir İngiliz sömürgesi olarak idame ettirilecekti. Zaten Sevr’in maddelerinden de böyle olacağını resmi belgeli olarak da biliyoruz. Sevr’i yırtıp atan bu iradedir. Yoksa gelişmelerin kendiliğinden süregiden hikayesi değil.

PADİŞAH VAHDETTİN VE İSTANBUL HÜKÜMETİ

3. Daha çok Padişah Vahdettin’in ve Sadrazam Damat Ferit’in kurduğu hükümet sonrası hatırlatılır, eleştiri anlamında. Oysa Vahdettin, daha milli mücadeleyi başında boğmak için elinden gelen bütün siyasi ve askeri olanakları seferber etmiştir. Aslında sözüm ona Vahdettin’in milli mücadele yanlısı olduğunu ve Mustafa Kemal’in onun izniyle Anadolu’ya geçtiği fikrini işleyenler, genelde bu birinci dönemin olgularını ve belgelerini 'flulaştırma'ya özen gösterirler. Çünkü bu olgular bu 'tez'leriyle temelden tezatlık göstermektedir.

İstanbul hükümeti kendisine göre hedefi 'doğru' belirlemiştir. Çünkü aslında ünlü komutanlar toplantısında bile bir birlikten söz edilemez. Mümkün olduğunca, daha yeterli güce ulaşmadan milli mücadele kuvvetlerini bölmek ve boğmak siyaseti izlenmiştir. Anadolu saflarında ise hâlâ 'bölgesel kurtuluş çareleri' aranmaktadır. O dönem için en kritik konumda olan Kazım Karabekir Paşa dahi henüz tam olarak ikna olmamıştır.

NESNELLİĞİN ÖNEMİ

Bunu, şu an bir Vahdettin tartışması açmak veya bizi dizi üzerinden toplumda 'gereksiz' bir kamplaşma yaratmak için söylemiyoruz. Giderek, yalnızca uzman olmayanların değil, konunun bazı uzmanlarının bile 'nabza göre şerbet vermek' amacıyla, nesnelliği olmayan şeyleri akademik düzlemde de 'niyet' okuyarak dillendirmeye başladıklarını görüyoruz. Bu ise oldukça tehlikelidir.

Tarih bilimi nesnellikle, 'olanla', topluma olduğu haliyle aktarılması gereken olgularla uğraşır. Belki de bugün Kovid19 sorununa çare arayan tıp bilimi kadar önemlidir. Nedeni, insanı olmadık bilgilerle uyuşturabilirsiniz. Kafanızdaki, niyete dayalı düşünceleri olguların yerine koyup farklı bir tarih algısı yaratabilirsiniz. Bu ise o milletin bütün sosyoekonomik, tarihselsiyasal geleceğine doğrudan etki eder. Moral değerlerini etkiler. Bilinç olarak felakete de sürükleyebilir. Doğru tarih bilincine erişmiş kuşakların yetişmesine de olanak tanıyabilir. Bu kadar önemlidir.

VAHDETTİN’DEN HİÇ BAHSEDİLMİYOR

Bu dizide ise bu mesele, kanımca biraz derinden yapılıyor. Dizinin ilk iki bölümünde padişah Vahdettin’den adeta hiç bahsedilmiyor. Dizinin sahnesinden bir parça bunu çok güzel ifade ediyor.

“Sanki efendim ülkede bir anarşi ortamı var gibi, ne idüğü belirsiz hükümetlerin biri iniyor biri çıkıyor. Olayların sorumluluğu ülkeyi işgal eden İngilizlere atılmış. Padişah adeta buhar olup uçmuş durumda. Vatan zalim İngilizlerin işgali altındadır ve halk buna karşı direnecektir.” Bu ise, dönemi anlatmak için bırakınız yeterli olmayı, tam tersine karşı bir algı oluşturmaktadır. “Padişahımız esirdir, eli kolu bağlıdır. Zaten Mustafa Kemal’i de Anadolu’ya gönderdi. Şimdi yapmamız gereken hep beraber Anadolu’ya, Devleti Aliyye'ye tüm halk olarak elimizden gelen desteği sağlamaktır.” Ancak gerçek durum bundan çok uzaktadır.

TEMEL REFERANS NOKTAMIZ  ELBETTE NUTUK’TUR

Dizi üzerine fazla ahkam kesmektense bir vurgu yaparak bitirmek okurlar açısından daha anlamlı olacaktır. Bu dönem aralığına ilişkin elbette yazılacak çok şey var. Ancak temel referans noktamız elbette Nutuk’tur. Nutuk bazılarına göre 'yalnızca bir hatırattır'. Bazılarına göre dönemin 'öznelliği' (yani duygusal ve tek yanlı denmek isteniyor) içinde yazılan bir metindir. Oysa, hatırat gibi okunabilecek bir metinden öte anlamlar içerir. Çok uzun bir dönemi, çok rafine ve en önemli, can alıcı olay ve kişileriyle anlatan bir metindir. Yazıldığı dönem itibariyle değil, fakat sonraki yıllarda Nutuk’taki kişiler ve olayların belgelerle ve farklı anlatıların birbiriyle örtüşmesiyle, hatıratın ötesinde temel bir belge olduğu ispatlanmıştır. Mesela Kaynak Yayınları’nın 'Atatürk’ün Bütün Eserleri' çalışması da bu anlamda önemlidir. 'İspat' bilimin ulaşacağı son hedeftir. 

Yalnızca haklılığı ispat değil, Türk Devrimi karşısında kim ne yapmış, hangi 'günahları' ya da 'sevapları' işlemiş, aslında bunun belgesidir. Daha ayrıntılı örneklerini en fazla Rus ve Çin devrimlerinde en somut haliyle görmek mümkün. Lenin ve Mao Zedong da kendi devrimlerini satır satır, süreci adeta günlük gibi, ama aynı zamanda tarihe kalan en kristalize ideolojik siyasal metinler olarak yazmışlardır. Olayları anlatırken en giriftkarmaşık ideolojik siyasal sorunları ve halka yapılan siyasal çağrıları iç içe geçirmişlerdir. Tarihe yalnızca eylemciler olarak değil büyük teorisyenler olarak geçmeleri de bundandır. Mustafa Kemal’in büyüklüğü de buradan gelmektedir.

İtirazlarımıza rağmen, böyle bir dizinin yayınlanması, sonuçta, ülkemizin önündeki siyasal görevleri milletimizin daha iyi anlaması, bağımsızlık savaşımızın hangi koşullarda olgunlaştığını görmesi bakımından olumludur. Dünya ve ülkemiz yeni bir siyasal döneme girmiştir. Atatürk devrimleri ekmek gibi su gibi ihtiyaç, ülkemizin ve milletimizin geleceği için en fazla sarılmamız gereken köktür. Ancak dönemi öğrenmek için, diziyle sınırlı kalınmaması ve daha derinlemesine, sahih kaynaklardan doğru bilgilerle öğrenilmesi gerektiği çağrısını da yapmamız gerekir.