Suriyeli mülteciler üzerinden yayılan Arap düşmanlığı tarihsel gelişmelere de aykırı. Araplarla karşılıklı dostluk ve medeniyet taşıdık. Büyük imparatorluklar bu coğrafya üzerinde boy attı; serpildi. Viyana kapılarına kadar ilerledi. Büyük İslam medeniyetiyle birlikte inanç ortaklığımız da oluştu. Türkİslam medeniyetine büyük katkılar sunduk. Bu dönemde Türk ve Arap bilginler büyük başarılara imza attı. Bu dostluk ve birlikte yaşama Birinci Dünya Savaşı sonrası son buldu. Araplarla kanlı bıçaklı olmadık. Emperyalist işgal sonrası ayrıldık. O toprakları vatan bildik ve kanımızın son damlasına kadar savaştık. Arap kardeşlerimiz 1918 sonrası bizim gibi emperyalist işgalden kurtulmak için canla başla savaştılar. Bizi örnek aldılar. Hatta verdikleri savaş bize de yaradı. Atatürk, Antep direnişi sırasında Suriye’deki kardeşlerimizin çabalarıyla “Mahcup olmaktan kurtulduk.” der. Atatürk’te Arap düşmanlığı yoktur. Ama bugün kendini “Atatürkçü” olarak tarif edenlerde maalesef Arap düşmanlığı çok yaygın.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı yılları içinde Arap kardeşlerimizin de bağımsızlıklarına kavuşmasını arzuluyordu. Bu çerçevede bölgeden gelen yardım isteklerine elinden geldiğince destek oluyor ve onlara “Bağımsızlığınızı kazanın ve sonra eşit şartlarda dost olalım.” önerisinde bulundu. Hatta bu dönemde “TürkArap Konfederasyonu” fikri bile gelişmişti. Hatay’ın kurtuluşunda da Suriye Başbakanı Mardum’a hitaben yaptığı konuşmada, “Bağımsız olun. Size her türlü desteği vermeye hazırız!” demişti. Fransızları hedef almıştı…
KURTULUŞ'TA İLK TEMASLAR
1919'da başlayan Türk Kurtuluş Savaşı, içerde işgale karşı direnişi adım adım geliştirirken, dışarıda da yeni kurulan Sovyet Rusya ile temasa geçti. Doğu'daki direnişe destek veren Bolşevikler, Türkler ve Araplara da destek oldu. Bu yardım kendileri için de elzemdi. Türkler de kıt imkânlarıyla Arap kardeşlerine destek oldu. Onlardan da destek aldı. Irak ve Suriye temasları buna en iyi örnektir. Suriye ve Irak direnişinin önderleri Türkiye'deki direnişçilerin eski silah arkadaşlarıydı.
DİRENİŞ BAŞLIYOR
Mustafa Kemal Paşa, 23 Temmuz 1919 tarihinde, Erzurum Kongresi’nde yaptığı konuşmada, Arap direnişiyle ilgili olarak şunları söyler: “Suriye ve Irak’ta, İngilizlerin ve yabancıların tahakküm ve idaresinde tekmil Arabistan galeyan halindedir. Arabistan’ın her yerinde, yabancı boyunduruğu reddediliyor. Yalnız memleketin refah ve saadeti için, yabancıların iktisadi, bayındırlıkla ilgili, medeni vasıtalardan yardıma rıza gösteriliyor. Bağdat ve Şam genel toplantıları, her tarafa bu kararı yayımlamıştır.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 3, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000, s.185.)
Mustafa Kemal Paşa,15 Haziran 1919 tarihinde Irak Şeyhülmeşâyihi Uceymî Paşa’ya gönderdiği mektupta, “Bütün İslam dünyasının iki gözbebeği olan Türk ve Arap milletlerinin dağınıklık yüzünden ayrı ayrı zaafa uğraması, Muhammed Ümmeti için şanlı bir halde buna karşı el ele vererek Muhammed Ümmetinin hürriyet ve bağımsızlığı uğrunda mücadele etmek bizler için Allah’ın emridir.” der. (ATABE, c.2, s.378.)
KEMAL'İN ARKADAŞLARI
Irak ve Suriye'deki direnişçilerin çoğu Kemalistlerin arkadaşlarıydı. Bunlardan Yasin El Haşimî, Mustafa Kemal’in dostu ve okul sıralarından arkadaşı olup, 1915 yılında Çanakkale savunmasında kendisi ile beraber bulunmuştu. Nuri Sait ise kendisinden 5 yıl kadar kıdemli olan Mustafa Kemal ile 1910 yılında yapılan askerî manevralarda kurmay subay olarak birlikte bulunmuştu. Cafer El Askeri ise, 1913 yılında Balkan Savaşı sırasında, Mustafa Kemal, Osmanlı kolordusunda Harekât Şubesi Müdürü iken, o da aynı yerde bulunuyordu. Cafer Bey’in kardeşi Tahsin Bey de 19111912 İtalyaTrablusgarp Savaşında Mustafa Kemal’in emrinde görev aldı. İşte bu şahsiyetler Anadolu’nun yolunu izlediler. (Dr. K. Jumaly, İ. Öztoprak, Irak ve Kemalizm Hareketi (1919 1923), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s.18.)
KURTULUŞ SAVAŞI'NDA ŞEHİT OLDULAR
Irak direnişine katılan önemli şahsiyetler Anadolu’ya geçerek burada da bize destek verdiler. Bunlardan İsmail Safvet Bey, Sakarya ve Dumlupınar savaşlarında büyük yararlılık gösterdi. Bekir Sıdkî ile Tevfik Hüseyin Beyler de o savaşlarda bulundu. Tevfik Hüseyin Bey, Irak‘a döndükten sonra da bütün kalbiyle Kemalistlere bağlı kaldı. Kemalistlerle birlikte Yunanlılara karşı savaşan bu subaylardan bazıları Yunanlılara esir düştü. Zamanın Irak hükûmeti yoğun bir uğraştan sonra bunlardan 21 kişiyi 1922 yılında esaretten kurtardı. Türk Kurtuluş Savaşına katılıp bir daha Irak‘a dönmeyenler arasında bulunan Yüzbaşı Cemil Mehmet Nuri Haliloğlu, Yunan kuvvetleri ile çarpışmalarda üstün kahramanlık gösterdiği için, Türklerce “Çelik el” diye adlandırılmıştı. Teğmen Ali Hüseyin Nalbant ile birlikte her ikisi de Telafer ayaklanmasına katılmışlar, Türk ordusunda zamanla generalliğe kadar yükselmişler, daha sonra emekliye ayrılmışlardı. Türkiye’de kalanlar ise uzun süre Irak‘taki direnişi örgütledi. Yardım konusunda koordinasyon görevi üstlendiler. Bazıları da Irak‘a giderek mücadeleye devam ettiler ve Irak hükûmetinin önemli merkezlerinde görev aldılar. Birçoğu ise tıpkı Çanakkale‘de olduğu gibi şehit oldular. (Age, s.65.)
Bu kucaklaşma, Suriyeliler için de geçerliydi. Suriyeli direnişçiler de sıkıştıklarında Anadolu’ya sığınıyor, direnişi buradan yürütüyordu. İngilizler ve Fransızlar, Türkler, Iraklılar ve Suriyelilerin birleşmesinden çok korkuyorlardı. Bunun önüne geçmek için çok çaba gösterdiler. Irak ve Suriye‘de yayın yapan gazete ve dergilerdeki yazıları kontrol edemeyince birçoğunu kapatıyor, hatta kendi yandaş yayınları çıkartıyorlardı. Bu çabalar da direnişi kıramıyordu. Direnişçiler Ankara‘ya özel elçiler göndererek silah ve para yardımı istiyorlardı.
'MAHÇUP OLMAKTAN KURTULDUK'
Mustafa Kemal, Arap direnişçilerin bu yardımını 23 Şubat 1920 tarihli bir mektubunda şu ifadelerle anlatır: “Suriye ve Irak’ta, Fransızların ve İngilizlerin aleyhine meydana getirilen harekât, düşmanların, Kilikya, Maraş, Antep’teki zulümleri neticesinde harekete mecbur olan Kuvayi Milliye’ye yardım gayesine yöneliktir. Hakikaten, bu sayede, Fransızlar Suriye’ye bağlı bırakılarak, Maraş’ta, Kuvayi Milliye mağlubiyet ve utanca maruz kalmaktan korunmuştur.” (ATABE, C.6, s.383.)
Mustafa Kemal yardım konusunda ise, Mardin’de bulunan Irak geçici hükümeti delegesi Kamber Efendi’ye 16 Kasım 1920 tarihinde gönderdiği telgrafta teşekkür eder: “Necef Irak mücahitlerinin teşkil ettikleri geçici hükûmetin ve zatıâlilerinin selamlarınıza teşekkür eder ve ortak mukaddes mücahedemizde muzaffer olmamız için Cenabı Hakk’a dualar eylerim.” (ATABE, C.10, s.101.)
'MÜŞTEREK DÜŞMANIMIZ'
Mustafa Kemal, Neceflilere ise 20 Kasım 1920’de şu telgrafı gönderir: “Müşterek düşmanımız ve dinimizin ve bağımsızlığımızın haini olan İngilizlere karşı ortak mücahitlerinin cesurca ve aslanca olan mücahedelerini hükümetimiz büyük bir iftihar ve takdir ile takip etmektedir. Muhterem mücahitlere maddeten ve fiilen yardım etmek en başlıca emelimizdir. Bu yardım başlangıç olarak Cizre’den Musul tarafına Bazan’da yakında taarruza girişilecektir. Müşterek düşmanımızı kovmaya başlangıç olarak yeniden yakında daha geniş ölçüde yardım vasıtalarını hazırlamaktayız.” (ATABE, C.10, s.108.)
Mustafa Kemal, bu tarihte Iraklı direnişçilerle yoğun temas içindedir. Onlara bütün güçlüklere rağmen elinden gelen yardımı yapmaktadır. Bu doğrultuda 29 Kasım 1920 tarihinde Necef Arap Hükümeti Heyetine şu telgrafı gönderir: “Iraklı din kardeşlerimizin ulvi maksatlarına nail olmaları için elden gelini hiçbir vakit sakınmayacağımızdan katiyen emin olunuz.” (ATABE, C.10, s.122.)
ARAPLARIN HAKLARINI KABUL ETTİK
Meclisi Mebusan’da 28 Ocak 1920 günü kabul edilen Misakı Millî’nin ilk maddesine göre Arapların bağımsızlığı kabul edilir:
“Osmanlı Devleti'nin yalnızca Arap çoğunluğuyla meskûn olup, 30 Ekim 1918 tarihli Mütareke'nin yapıldığı sırada muhasım orduların işgali altında kalan kısımlarının mukadderatı, ahalisinin serbestçe beyan edecekleri oylara göre tayin edilmek lazım geleceğinden, belirtilen mütareke hattı dahil ve haricinde dinen, irfanen, emelen birleşmiş ve yekdiğerine karşılıklı hürmet ve fedakârlık hissiyatıyla dolu ve ırki ve toplumsal hakları ile çevre şartlarına tamamıyla riayetkar Osmanlı İslam çoğunluğuyla meskun bulunan kısımlarının tamamı hakikaten veya hükmen hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez bir bütündür.” (ATABE, c.6, s.167.)
KONFEDERASYON İSTEĞİ
Çok önemli bir konu da direniş günlerinde her iki milletin 'konfederasyon' etrafında bir araya gelme isteğiydi. Bu konuda ilk bilgi Heyeti Temsiliye tarafından 11 Aralık 1919 tarihinde alınan kararda mevcut: “Suriye'nin bağımsız bir Arap hükümeti teşkil etmesi ve ardından konfederasyon halinde birleşmemiz esası takip olunmasının delege olarak gelen Mülazım Zeki Bey'e izahı, Dersaadet'te Kaymakam Kemal Bey'e cevaben yazıldı” (ATABE, c.5, s.354.)
Fransız işgali Anadolu içlerine yayıldığı günlerde Suriye ile temaslar artar. Mustafa Kemal, Suriye ve Filistin Müdafaai Kuvayi Osmaniye Heyeti Umumiyesi Riyasetine yazdığı 15 Şubat 1920 tarihli cevabî yazıda onların istediği SuriyeIrakTürkiye’nin kurtarılarak bir “Konfederasyon” veya ileride kararlaştırılacak tarzda irtibat kurmak üzere birlikte hareket etme tekliflerini kabul eder. Yalnız bu hareketin zamanının, hazırlıklarının derecesine tabi olduğunu; öncelikle Türk ve Arap milletleri arasına girmiş olan Fransız ve Ermeni işgal kuvvetlerini bertaraf etmek gerektiğini ifade eder. (ATABE, c.6, s. 333335. Harp Tarihi Vesikaları Dergisi; Vesika No: 402.)
Paşa, bu konudaki görüşlerini 29 Şubat 1920 tarihinde Talat Paşa’ya da bildirir: “Suriye ve Iraklılarla öteden beri münasebet tesis etmiş ve İngiliz ve Fransızlar aleyhine teşebbüslere geçirilmiştir. Daha ciddi esaslar dâhilinde harekât birliği için nezdimize gelmiş olan salahiyettar Arap delegeleri ile kararlar alınmıştır. Araplara karşı başından beri ifade ettiğimiz siyasi formül şudur: Her millet kendi dâhilinde bağımsızlığını kurtardıktan sonra ‘konfederasyon’ halinde birleşmek. Bu esas Araplarca memnuniyetle kabul edilmiştir.”(ATABE, C.6, s.407412.)
Kemal Paşa, 1 Ocak 1921 günü Sovyet Temsilcisi Upmal ile yaptığı görüşmede Araplarla ilişkilere de değinir:
“Ankara hükümetine olan güvenlerini bildirdiler. Onlara, onların önceki tebaalığını istemediğimizi söyledim. Halk hareketi oluşturarak kendilerinin örgütlenmesini ve ondan sonra iki devletin federasyonu konusunu konuşabileceğimizi belirttim. Evet, Bağdat'ta milliyetçi bir hükümet oluştu. Onlar da yardım için bana geldiler. Onları cesaretlendirecek büyük bir gücümüz olmadığından, sadece manevi destek için Girzor üzerinden Musul'a küçük bir müfreze gönderdim. Ama son zamanlarda İngilizler Bağdat'ta bulunuyor ve hükümet onların amaçlarına hizmet ediyor. Arap milliyetçilerine, onları, bu satılmış hükûmeti yıkmaya çağıran bir mektup yazdım. Ayrıca Fas'tan, Cezayir'den ve diğer Müslüman bölgelerden de mektuplar alıyorum. Mektuplarda bana, ilkbaharda Ankara'da genel Müslümanlar kongresi yapmayı öneriyorlar. Enver, bütün İslam ülkeleri örgütü amacıyla çalışıyor. Batı emperyalizmiyle savaş için böyle bir kongrenin toplanması fikri bana da olumlu geliyor.” (ATABE, c.10, s.238.)
YARDIMI ANCAK TÜRKLERDEN ALABİLİRİZ
Sakarya Zaferi dünyada büyük yankı yarattı. Eskiden birlikte yaşadığımız Arap diyarlarındaki direniş örgütleri yüzlerini Ankara'ya çevirdiler ve buradan yardım almaya başladılar. Hatta tekrar birlikte yaşama fikirleri bile güç toplamaya başladı. Halep'te yayımlanan ArRayad gazetesi o günlerde şunları yazar: "Avrupa, bize cesaret verici, tatlı sözler söyleyip vaadlerde bulunabilir, ama, gereksindiğimiz yardımı ancak bizim gibi aynı durumda bulunan Türklerden alabiliriz."
Fransızların işgali altındaki Fas'ta direnişin ileri gelenleri, "Biz de bağımsız ve güçlü bir Türkiye istiyoruz" derler. Trablusgarp Şefi Süleyman Elbarus, Türk gazetecilerine gönderdiği bir mektupta şunları söyler: "Bağımsız Türkiye, İslâm dünyasının bir nevi emniyet süpabıdır. İngiliz politikası bu supabı kapatmakla Türk milliyetçiliği ile temsil edilen Müslüman enerjisinin bütün İslâm ülkelerine yayılmasına sebep oldu."
'TÜRKİYE, SURİYE'NİN SAMİMİ DOSTUDUR'
Arap ülkeleriyle ilişkiler, Cumhuriyet'in ilanından sonra da sürer. Birçok Arap lider Ankara’ya gelerek Türkiye ile iyi ilişkiler kurulmasına çalışır. Türkiye'yi örnek alır... Atatürk, 21/22 Aralık 1937 akşamı Ankara'da, Suriye Başbakanı Cemil Mardum'la uzun bir görüşme yapar ve Suriye'nin bağımsızlık mücadelesini açık ifadelerle destekler. “Ben söylüyorum ki, İslâm âlemi ve Suriye milleti ve devleti tamamıyla ve katiyen bağımsız olmalıdır. Fransızlar akıllarını başlarına alsınlar. (…) Korkmayınız. Bir şey yapamazlar. Kuvvet kullanmaz iseniz her şey yaparlar. Bundan emin olun. Bize dost gibi görünüp de bizi birbirimize düşürmek için vaziyetlerden istifade etmek isteyenler aldanıyorlar.” der. (ATABE, C.30, s.119123.)
Mardum da çok memnun olur. Atatürk son söz olarak şunları söyler: “Türkiye Cumhuriyeti Suriye'nin samimi dostudur.”
TALAT PAŞA'YA NE SÖYLEDİ?
Atatürk, Mardum'la yaptığı görüşmenin bir yerinde ilginç bir anısını şöyle anlatır: “Bütün kabahat Osmanlı İmparatorluğu’ndadır. Balkan Harbi sonunda Gelibolu'da idim. Ben Talat Paşa'ya teklif ettim. Suriye'ye, Irak'a bağımsızlık veriniz dedim. Talat Paşa, “Bunu başkasına söyleme, seni asarlar” dedi. Fakat yapılacak şey bu idi. Eğer yapılsa idi bugün Türkiye, Suriye ve Irak ki zaten kardeştirler, bugün daha samimi kardeş olacaklardı, bağımsız Suriye, Irak ve Türkiye.” (Age., C.30, s.123.)
IRAK DOSTLUĞU
Musul’un Irak’a bırakılmasından sonra bu ülkede büyük kutlamalar yapılar. 1931 yılında Ankara’ya gelen Irak Kralı Faysal buna ilişkin olarak Atatürk’e teşekkürlerini sunar. 6 Temmuz 1931 tarihinde yapılan görüşmede iki liderin arasında geçen konuşmayı bir gazete şöyle aktarır: “Bu konuşmalar arasında Gazi Hazretleri Musul anlaşmasına temas ederek terk edilen toprakların Iraklılara verildiğini hatırlatmışlar, Kral Faysal Hazretleri: ‘Fakat buna karşılık bütün Irak’ı kazandınız. Bütün Bağdat caddelerini hep Gazi’nin hayranları ve sevenleri dolduruyorlar’ demiştir.” (ATABE, c.25, s.188.)
8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran’da kurulan ve Atatürk’ün öncülük ettiği Sadabat Paktı’na Irak da üye olur.
Cumhuriyet yönetimi bu çizgiyi günümüze kadar ölçülü şekilde sürdürür…
Ercan Dolapçı