Brüksel’deki NATO karargâhındaki Türk Delegasyonu, 1 Nisan 2006 sabahı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de “Akdeniz KalkanıMediterranean Shield” isimli enerji güvenliğine yönelik deniz harekâtının başlatıldığını yazılı bir açıklama ile tüm ittifak üyelerine duyurmuştu. Bu açıklama NATO’da deprem etkisi yaratmıştı. Zira aynı bölgede 16 Ekim 2001 tarihinden itibaren NATO’nun Etkin Çaba Harekâtı devam ediyordu. Benzer açıklamalar Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’nın basın açıklamaları ile dünyaya duyuruldu. Hemen hemen iki yıl ara ile Türkiye “Karadeniz Uyumu” Harekâtından (KUH) sonra “Akdeniz Kalkanı” ile kuzeyinde ve güneyinde iki ayrı deniz güvenlik harekâtını yürüttüğünü dünyaya ilan ediyordu.

NASIL BAŞLADI?

“Akdeniz Kalkanı” Harekâtı fikrini ve ismini, ilk kez 1 Şubat 2005 tarihinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Strateji Daire Başkanı iken dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’e açmıştık. Böylesine bir harekatın asıl ihtiyaç nedeni Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin 2 Nisan 2004 tarihinde, 21 Mart 2003 tarihinden geçerli olmak üzere ilan ettiği hukuksuz MEB sahasıydı. Türkiye’nin kıta sahanlığı/MEB’ine müdahale ediyordu. AB için hazırlanan ve söz konusu sahanın ilanına temel teşkil eden Seville Üniversitesi Akdeniz MEB haritası ise Türkiye’nin deniz yetki alanından, yani Mavi Vatanından kabaca 150 bin kilometrekare çalıyordu. O yıllar Türkiye’nin AB üyelik havucu ile her alanda aldatıldığı, Ankara’da gündüz vakti havai fişeklerle müzakere sürecinin başlamasının kutlandığı günlerdi. FETÖ ve Atlantik etkisinin dış politikadan iç politikaya en ağır şekilde hissedildiği ve yaşandığı bir dönemdi. Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatanımızı korumaya yönelik bir reflekse ihtiyaç vardı. Bu refleks, Deniz Kuvvetlerinin söz konusu teklifi ile 2005 baharında gündeme gelse de ilanı ve harekatın fiilen sahada uygulamaya geçmesi ancak 14 ay sonra mümkün oldu. “Akdeniz Kalkanı” Harekâtı dünyaya ilan edilirken üç ay sonra 13 Temmuz 2006’da devreye girecek BTC Petrol Boru Hattı Projesi sonucunda, Akdeniz’de oluşacak yeni enerji rotalarının güvenliği; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1373, 1540 ve 1566 sayılı kararları çerçevesinde terörizm ile mücadele, kitle imha silahlarının (KİS) yayılmasının ve denizde yasa dışı faaliyetlerin önlenmesinin de amaçlandığı vurgulanmıştı. Harekâta fırkateynler, denizaltılar, korvetler, hücumbotlar ile deniz hava unsurları katılacaktı. “Akdeniz Kalkanı” harekâtı çerçevesinde Mersin ve Magosa’da fırkateyn, tanker ve korvet konuşlandırılması başlatılıyordu.

BALYOZ GELİYOR

Harekatın başlamasından kabaca 3,5 yıl sonra, AB’nin 2009 Türkiye ilerleme raporunda Türk Deniz Kuvvetlerinin ismen şikâyet edilmesinde en önemli nedenlerden birisi de Akdeniz Kalkanı Harekâtı idi. AB, Türkiye’nin Akdeniz’deki Mavi Vatanını korumasını istemiyordu. 14 Ekim 2009 tarihli raporun 32. Sayfa 2.3 Maddesinde şu yazıyordu: “Türk donanması, Rapor döneminde, birçok kez Güney Kıbrıs Rum Yönetimi için petrol arayan sivil gemileri engellemiştir.” Raporun yayınlanmasından 4 ay sonra ben dahil Deniz Kuvvetlerinin görevdeki 4 Amirali ve onlarca subayı Balyoz kumpası ile tutuklandı. Bu dalga bir ay sonra son buldu. Ancak asıl fırtına 11 Şubat 2011 Silivri tutuklamaları ile gelecekti. Emperyalizm Deniz Kuvvetlerini Türkiye’deki işbirlikçileri ile linç ediyordu.

AKDENİZ KALKANI DEVAM EDİYOR

Deniz Kuvvetlerinin 2008 sonrası yaşadığı büyük tasfiyeye, moral çöküşüne ve FETÖ iltisaklı pek çok amiral ve subayın doğan boşlukları doldurmasına rağmen Akdeniz Kalkanı Harekâtı etkinliği düşük de olsa devam etti. FETÖ’nün Deniz Kuvvetlerindeki gücü, ulusal çıkarlarımızı ve Mavi Vatanı korumaya yönelik böylesi bir harekâtı durdurmaya yetmedi. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü ile bu hain grup sadece TSK da değil tüm Türkiye’de emperyalizm adına egemenliği halktan almaya teşebbüs etse de Türk milleti buna izin vermedi. Direndi ve kazandı. Eğer bu darbe başarılı olsaydı kimsenin şüphesi olmasın Akdeniz Kalkanı Harekâtı kuzeydeki Karadeniz Uyumu Harekâtı ile birlikte kaldırılır ve NATO harekatları dışında bir başka faaliyete izin verilmezdi.

2016 SONRASI ETKİNLİĞİNİ ARTIRAN DENİZ KUVVETLERİ

FETÖ’den arınarak güçlenen Deniz Kuvvetlerimiz emperyalizme inat, 2017 ve sonrası dönemde gerek Akdeniz, gerekse Ege’de üst üste çok büyük başarılara imza attı. 2019 yılında Mavi Vatan ve Deniz Kurdu Tatbikatları Türkiye’nin başarı ile uyguladığı sismik ve sondaj diplomasilerine son derece güçlü koruyucu temel sağladı. Bunu sağlayan asli unsur şüphesiz Akdeniz Kalkanı Harekâtı oldu. Türkiye bu harekât sayesinde günümüze kadar Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adına sahamıza girerek sismik ya da sondaj faaliyeti yapmaya teşebbüs eden 14 gemiyi uzaklaştırdı. Son yılların belki de en güçlü donanma ve ganbot diplomasisi örneklerini dünya arenasında sergiledi.

27 KASIM MUTABAKATI VE AKDENİZ KALKANI

Tümamiral Cihat Yaycı tarafından geliştirilen Türkiye – Libya karşılıklı kıyıdaşlık tezi sonucunda 27 Kasım 2019’da gerçekleştirilen Türkiye – Libya deniz sınırları mutabakat muhtırası Akdeniz’de yepyeni bir dönemi başlattı. Bu anlaşma sayesinde Yunanistan ile GKRY ve Mısır arasına büyük bir kama sokulmuş ve Türk deniz hukuku tezleri cephesinde büyük bir hukuki müktesebat kazanılmıştır. Yunanistan İstihbarat Teşkilatı eski üyesi ve iyi derecede Türkçe bilen Savas Kalenderidis’in geçen hafta Enoplos adlı sitede yer alan yorumu aslında her şeyi açıklıyor: “Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmayı hayata tam anlamıyla geçirmesi, Helenizm’in sonunu getirir.” Bu mutabakatın sağladığı hukuki üstünlüğün denizdeki donanma varlığı ile korunacağı izahtan varestedir.

ULUSLARARASILAŞAN HAREKAT

Bu tarihi mutabakatın imzalanmasından kısa bir süre önce Pakistan savaş gemisi PNS Alamgir’in 2123 Kasım 2019 tarihinde Akdeniz Kalkanı Harekâtına fiilen sahada iştirak etmiş olması da son derece önemli gelişme olmuş; Ürdün Kraliyet Deniz Kuvvetleri mensubu iki gözlemci personelin de 2128 Kasım 2019 tarihleri arasında TCG Barbaros firkateyninde harekât faaliyetlerine iştirak etmesi, Akdeniz Kalkanı Harekâtının uluslararası bir boyut kazanmasına büyük destek sağlamıştır. Son olarak 21 Nisan 2020 tarihinde Pakistan ile Türkiye arasında ticari gemi bilgilerinin Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın geliştirdiği bir iz aktarım sistemi üzerinden Pakistan ile karşılıklı olarak paylaşılmasına başlanması, bu süreci ivmelendirmiştir. Yakın bir zamanda Gürcistan, Arnavutluk, Cezayir ve Tunus’un da harekatta yer alması sürpriz olmayacaktır. Diğer yandan Hazar Havzasındaki Türk dünyası akrabalarımız olan ve BTC boru hattına petrol sağlayan Azerbaycan, Kazakistan ile doğalgaz anlaşmalarımız olan Türkmenistan’a savaş gemisi kiralanarak onların da Akdeniz Kalkanında yer almaları düşünülmelidir.

BATI AKDENİZ’E UZANAN DENİZ VE HAVA KUVVETLERİMİZ

17 Nisan 2020 Cuma günü sabah saatlerinde Türk Hava Kuvvetleri, Girit güneyi ve batısında bir tatbikat gerçekleştirdi. 3 adet KC135R tanker uçağı, 1 adet E7T Barış Kartalı HEİ uçağının katıldığı tatbikata çok sayıda F16 uçağının da katıldığı medyada yer aldı. Bu harekatın 2020 Ocak ayından bu yana Libya açıklarında olan donanma unsurları ile koordineli icrası, Kovid19 karantina ortamında Akdeniz’de çok önemli tesir yarattı. Bu hamlemizin aynı zaman diliminde AB’nin Libya’da uygulanan BM silah ambargosunu denizden desteklemek üzere başlattığı EUNAVFOR MED IRINI Harekâtına bir mesaj içerdiğini söyleyebiliriz. Zira devam eden Sophia Harekatının yerine Irini Harekatının, başlatılmasının, geri planda Türkiye’ye mesaj olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin meşru Libya Hükümetine (UMH) destek vermesi ve Libya’da jeopolitik dengeleri değiştirmesinin istenmediği biliniyor. Libya, Doğusunda Mısır üzerinden isyancı Hafter güçlerine sınırsız silah ve cephane desteği sağlanırken, meşru hükümete Türkiye’nin desteğini kesmeye yönelik bu harekatın özellikle Yunanistan tarafından Türkiye aleyhinde kışkırtıcı şekilde kullanılmasına hazırlıklı olmamız gerekir. Türkiye’nin deniz ve hava unsurları ile Girit batısında daha yoğun faaliyet ve varlık göstermesinin; Arnavutluk’ta küçük de olsa mevcut deniz kuvvetleri varlığımızı geliştirmemizin tam zamanıdır.