2. Abdülhamit; çok küçük yaşta (8) çok sevdiği annesini, Tiri Müjgân Kadın Efendi’yi veremden kaybetti. Üvey annelerinden Perestü Kadın Efendi tarafından büyütüldü.
Perestü Kadın Efendi; Sultan Abdülmecit’in 4. hanımıydı. Çocuğu yoktu. Bazı resmi tarih yazıcılarına göre; Şehzade Abdülhamit’e anne sıcaklığı verdi; öz evladı gibi sahiplendi. Bazı tarihçilere göreyse bakımıyla ilgilendi; fakat eziyet de etti! 2. Abdülhamit tahta çıktıktan sonra, kendisine öz evladı gibi davranan Perestü Kadın Efendi’yi yanından ayırmadı; ‘Valide Sultan’ unvanını kullanmasına izin verdi.
Babası da verem illetinden öldü. O dönemde, lanetli hastalığın devası yoktu. 2. Abdülhamit ömrü boyunca vereme yakalanma/verem mikrobu taşıma endişesiyle yaşadı. 7 çocuğu da aynı hastalıktan vefat etti. Hastalığı zayıf bünyesinde taşıdığına inandı. Yaşamayı, hayattan zevk almayı sevdi/sevmeye çalıştı. Hatta bazen sağlığını tehlikeye attı. Yanından ayırmadığı, özel doktoru Mavroyani Paşa’nın tavsiyelerinin etkisi görüldü. Ermeni asıllı Spiridon Mavroyani Paşa çok renkli ve ilginç kişilikti.
Spiridon Mavroyani Paşa
İstihbarat el kitabı bile yazmıştı. Hatta çok farklı bir beslenme reçetesi de hazırlamıştı. Abdülhamit; şehzadeliği döneminde ‘horoz beyni salatası’ yerdi. Muhalif bazı tarihçilerin yazdıklarına göre; belli günlerde saray mutfağında 300 horoz kesilir ve beyinleri salatada kullanılırdı. Böylece Şehzade Abdülhamit Efendi’nin cinsel gücünün artırılacağına/arttırıldığına inanılırdı.
Şehzade Abdülhamit Efendi; ilk gençlik yıllarında spor yapardı. Usta biniciydi; attığını vuran keskin nişancıydı. Bir levhaya kurşunla adını yazmıştı. Silah kullanma dersleri almıştı. Üzerinde sürekli tabanca bulundururdu.
Çok iyi ve hızlı yüzerdi. Bir rivayete göre; kayıkla Kız Kulesi’ne giderdi; oradan denize girerdi. Tabiatla baş başa kalmayı, sükûneti severdi. Tarabya’nın üst kısmındaki kendi çiftliğine kapanır; haftalarca ortalıkta görünmezdi. Gürültülü ortamlardan uzak dururdu. Çok sevgili kız kardeşi Cemile Sultan’ın Alemdağ’daki çiftliğine de konuk giderdi. Kendisine ve hobilerine zaman ayırırdı.
Hükümdarlığı döneminde de çözmekte zorlandığı memleket meselelerine ara verirdi: Saray’ın alt katındaki özel marangozhanesine kapanır, ustalığını/üstün becerisini gösteren işler üretirdi.
Büyük Dedelerinden Yavuz Sultan Selim’i Severdi…
2. Abdülhamit; büyük dedelerinden Yavuz Sultan Selim’e karşı açık/derin muhabbet duyardı. Her sohbetinde, Yavuz’a rahmet okurdu; adını diline pelesenk ederdi. Bazı dostları/müttefikleri, Abdülhamit’e şirin görünmenin yolunu kolayca buldu. Örneğin Alman İmparatoru 2. Wilhelm; Sultan’ın gönlünü kolayca kazandı: Yavuz Selim’in Selimî mahlasıyla oluşturduğu divanını Berlin’de itina ile bastırdı. Alman matbaa ustalarının üstün hünerlerini gösterdikleri divan, gönül fetheden bir ‘rüşvet’ti. Kurnaz Alman İmparator; müttefikinin hem gönlünü aldı; hem de göz zevkini okşadı. 2. Abdülhamit’e sunulan tek nüshalık divan, zatı şahanenin defalarca tekrarladığı övgüsüne mazhar oldu.
2. Wilhelm
Abdülhamit; günlük kıyafetlerinde devetüyü, nefti ve koyu kurşunî renkleri seçerdi. İtinalı/şatafatlı giyindiği söylenemezdi. Sadelikten ve basitlikten yanaydı; uyum dikkat çekerdi. Amcası Abdülaziz’le yaptığı Avrupa yolcululuğunda da sade ve göze gelmeyen/değmeyen giysileri tercih etti. Günde 2 bazen 3 defa elbise değiştirirdi; düzenli namaz kıldığından ütüsüz pantolonla dolaş(a)mazdı.
Çok yakışıklı/albenili olduğu söylenemezdi. (Babası, Sultan Abdülmecit fevkalade yakışıklı, çapkın ve kadınlara aşırı düşkündü. Kadınlar ve yenileşmeye/toplumsal değişime verdiği önemle tanındı/eleştirildi…) Orta boyluydu; bakışları keskin ve kararlıydı. Ela gözlüydü; kalın, içe işleyen ses tonuna sahipti; burnu iri ve kavisliydi. Vücut temizliğine pek düşkündü. Hele ellerinin temizliğine hastalık derecesinde… Yanında kendisi için özel imal edilmiş Jan Mari Farina marka kolonyasını taşırdı; sık sürer ve çevresinin de özellikle çocuklarının… kullanmasına izin verirdi.
Kitaba Ve Kütüphane Kurulmasına Önem Verdi…
Kendisinden önceki Osmanlı Padişahları’nın aksine iyi tahsil gör(e)medi. Ama ömrünün son gününe kadar okudu; kitap dostu bilindi ve kütüphaneler kurdurdu. Yıldız Sarayı’nda zamanın en zengin kütüphanelerinden birini ihdas etti. Türkiye ve kendisiyle ilgili ABD’de ve Avrupa’da yayınlanan kitapları getirtirdi. Saray’ın tercüme ekibi, eserleri Türkçe’ye çevirirdi. Çoğu tek nüshaydı; Sultan için özel yazılmış ya da tercüme edilmişlerdi. Polisiye roman hayranı/tiryakisi idi. Her gece uyumadan önce en az 1 saat okunan romanı dikkatle dinler, eleştirirdi. Okuma genellikle Esvapçıbaşı İsmet Bey, Mabeynci Emin Bey veya Mahmut Efendi tarafından gerçekleştirilirdi. Tarih, edebiyat ve seyahatname kitaplarını da tercih edilirdi. Kütüphanesi; Cumhuriyet döneminde İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ne intikal etti ve mühim kısmını oluşturdu.
Sherlock Holmes karakterini edebiyat dünyasına kazandıran ünlü İngiliz polisiye roman yazarı/hikâyeci Arthur Conan Doyle’nun hayranıydı. Üstadı eşiyle İstanbul’a davet etti; kendisini Mecidiye nişanıyla onurlandırdı. Seçkin kütüphanesindeki Türkçe’ye çevirttiği eserleri Doyle’ye gösterdi.
İktidarında, Avrupa’dan modern baskı makineleri getirtti. Divan edebiyatının önemli eserlerini bastırttı. Cem Sultan’ın Divanı’nı özenli bir baskıyla çoğalttırdı; Amerika, Almanya ve İngiltere’nin önemli kütüphanelerine gönderdi. 1883’de ABD’nin Kongre Kütüphanesi’ne 400 ciltlik bağış yaptı. Bazı güvenilir kaynaklar; 2. Abdülhamit’in bibliyofili (kitapseverlik) ile bibliyomani (kitap deliliği) arasında ince çizgide dolaştığını yazdı. Balkan şehirlerinin kütüphanelerdeki kitapları İstanbul’a getirtti. İstanbul ve Şam’da halka açık kütüphaneler açtırdı. Bursa, Eskişehir, Balıkesir ve Manastır’da da yenilerini kurdurdu. Müzei Hümayun, Beyazıt Kütüphanesi ve Yıldız Kütüphanesi de döneminde oluşturuldu.
Sultan 2. Abdulhamit; dini bütün Müslüman’dı. Bazen tek başına, bazen de cemaatle namaz kılardı. Kur’an tilavetine önem verirdi. Ramazan boyunca Süleymaniye Camii’ne devam ederdi; özellikle de teravih namazlarına iştirak ederdi. Son yıllarında Yıldız Camii’ni yeğledi. Çevresindekilere namaz kılmalarını ve cemaate katılmalarını tavsiye ederdi. Saray’da sesi güzel müezzinler 5 vakit ezan okurdu. Padişahlık ve halifelik makamının vakarına uygun davranmaya çalışırdı.
Okmeydanı’ndaki Darülaceze’nin kurulmasını sağladı. Şişli Etfal Hastanesi de kendi parasıyla inşa edildi ve faaliyete geçti.
Operaya Düşkündü; Avrupa’dan Opera Sanatçıları Getirtirdi…
2. Abdülhamit; tiyatro ve operaya büyük ilgi duyardı. Yıldız Sarayı’na yaptırdığı tiyatroda beğendiği/istediği oyunlar sergilenirdi. Avrupa’dan çeşitli opera sanatçıları gelirdi. Sultan ve ailesi; oyunları ve konserleri beraberce izlerdi. Sultan’ın en beğendiği opera eserleri arasında La Traviata, Moskot, Karmen, Aida, Faust sayılabilirdi. Alman şair/mütefekkir Schiller’in ünlü sahne eseri Haydutlar en sevdiğiydi.
Kızı Ayşe Osmanoğlu’nun aktardığına göre; alafranga müziği alaturkaya tercih ederdi. ‘Alaturka güzeldir; ama gam verir. Alafranga değişiktir: Neşe verir,’ derdi. Sultan 2. Abdülhamit gençliğinde piyano ve keman dersleri almıştı. Batı tarzı besteler yaptığı da bilinmekteydi. Paris’te elçilik yapan Salih Münir Paşa; Sultan’ın Guatelli Paşa’dan piyano dersleri aldığına şahitti.
İlk resmi Osmanlı marşı, Necip Paşa tarafından yazılıp bestelenmişti. Adı da Hamidiye Marşı’ydı. Hacı Arif Bey’i dinlemekten zevk alırdı. Ünlü bestekârın İran Şahı’nın davetine icabet etmesine izin vermedi; ‘Giderseniz, yerinizi kimse dolduramaz,’ dedi. Tamburi Cemil Bey’i de dinlediği ve pek beğendiği söylenirdi.
Saray orkestrasının başında, piyano hocası, ünlü müzisyen Aramda Paşa bulunurdu. Paşa; Hükümdar’ın aile bireylerine, özellikle de prenseslere piyano dersleri verirdi. Tiyatro salonunda düzenlenen konserlere şeflik ederdi. Devrin ünlü komiği Abdi ile Meddah Salih de, Sultan 2. Abdülhamit’in sevdiği sanatçılar arasındaydı.
Sultan; babası, Abdülmecit zamanında kurulan 80 kişilik Harem Kızlar Bandosu’nu canlandırmaya çalıştıysa da dönem şartlarının olumsuzluğundan ötürü! başaramadı.
İmparatorluk Şehirlerinin Fotoğraflarını Çektirdi…
Fotoğraf koleksiyonlarına sahipti. Arşivinde 35 bin fotoğraf negatifi bulunurdu. Ünlü fotoğraf sanatçılarını davet edip, Osmanlı’nın önemli şehirlerinin resimlerini çektirtti. Döneminin en önemli sanatlarından birisi fotoğraftı. Özel arşivinden seçtiği albümleri Almanya, İngiltere, ABD Başkanlarına/İmparatorlarına hediye ederdi. Böylece ülkenin tanıtımı ve diplomatik propagandası yapılırdı.
Ama kendisinin fotoğraflarının çekilmesine rıza göstermezdi. Hatta resimlerinin çoğaltılmasına da yasak getirdiği yazıldı/konuşuldu. Muhaliflerinin kendisini tanımasından hoşlanmazdı. Tek izin alabilenler, ünlü saray fotoğrafçıları Abdullah Biraderler’di. Ama sıkı kontrol altında tutuldular; 1887’de portrelerinin çoğaltılıp satıldığı jurnal edildi. Padişah; hemen duruma el koydurdu ve resimlerini toplattı ve satılmasını yasakladı.
İlk sinema gösterisi de döneminde gerçekleşti. Halka açık ilk sinema gösterimi, 1897’de Galatasaray’da gayri Müslimlere ait bir bira salonunda yapıldı.
Sultan 2. Abdülhamit; kuvvetli hafızaya sahipti. Gördüğünü, duyduğunu ya da okuduğunu unutmazdı; hemen hatırlardı. Kendisine tanıtılan kişinin yüzüne bakar; fotoğraf çeker gibi hafızasına kaydederdi. Bir daha hiç unutmazdı; karşılaştığında hemen hatırlardı; adı ile hitap ederdi. Günde 15/16 saat çalışırdı. Hemen anlayan, son derece zeki, çevresini iyi tahlil edebilirdi. Çevresine karşı son derece nazikti ve taltif ediciydi. Kendisiyle görüşen yabancı ülke temsilcileri ve elçilerine tesir etme gücünü sahipti.
İbrahim Temo, İshak Sükûti… vb. gibi Askeri Tıbbiye öğrencilerinin İttihat ve Terakki adlı gizli cemiyet kurduklarını öğrenince korkuya kapıldı. İttihatçılarla ilgili bilgi veren ve ihbar yapanlara mükâfat vaat etti. Böylece hafiyelik müessesi doğdu ve yüksek gelir getiren işkolu haline geldi. 2. Abdülhamit’in organizasyonu, Millî Emniyet’in temellerini oluşturdu da, denilebilir.
Küçüklüğünden beri derin bir vehim içindeydi. Hayatını ve saltanatını hep tehdit/tehlike içinde gördü. Jurnallerden çok etkilendi: Vehmi iyice derinleşti. Hayatını ve iktidarını korumak için abartılı tedbirler almaktan da geri durmadı. Aşırı vehim/öldürülme endişesi, uykusunu da kaçırırdı; rahatı kalmazdı. Ama sonuç değişmedi: Korktuğu başına geldi; tahtını yitirdi. Döneminde Osmanlı İmparatorluğu topraklarının yarıya yakını kaybetti.
İdam Cezalarını Müebbete Çevirirdi…
Kan dökmekten hoşlanmadı. Mahkemelerin idama mahkûm ettiği suçluların cezasını müebbet hapse çevirirdi. Mithat Paşa ve arkadaşlarının ölüm kararını da tasdik etmedi; cezalarını müebbet kalebentliğe döndürdü. Danıştığı devlet adamları, aralarında Gazi Osman Paşa, Ahmet Cevdet Paşa gibi çok tecrübeli şahıslar da vardı! kararın uygulanmasını önerdilerse de; Hükümdar, beliren arzuya/eğilime uymadı.
21 Temmuz 1905’de kendisine bombalı suikast düzenleyen militanları dahi affetti. Olayda 28 asker ve sivil can verdi; 20 at telef oldu. Yaralı sayısı da 58’di. Charles Edward Jorris ve 11 arkadaşı; yargılandıkları mahkemece idam cezasına çarptırıldı. Bir iddiaya göreyse; Batı’dan gelen ciddi tehdit ve baskılar, kararında etkiliydi. Bir başka iddiaya göre; Jorris’e 500 altın maaş bağlandı ve casusluk etmesi sağlandı.
Sultan 2. Abdülhamit; her sabah erken, daha güneş doğmadan kalkardı. Güne banyo yaparak başlardı. İki fincan kahve içerdi. Mevsim uygunsa, kısa yürüyüş yapardı. Sonra kahvaltı ederdi. İki rafadan yumurta kahvaltısının değişmeyen menüsündeydi.
Kızı Ayşe Sultan’ın anılarında aktardığına göre 13; tarihçilerin kayıtlarına göreyse 16 eşe sahipti. 2. Abdülhamit’in 8 kadın efendisi, 5 ikbali ve 3 gözdesinin hepsi de Çerkez asıllıydı. 19 çocuğundan 12’si 6 kız, 6 erkek! hayatta kaldı, yaşadı. En sevdiği eşi ise, 12 Ocak 1886’da Yıldız Sarayı’nda hayatını birleştirdiği, 8. eşi! Müşfika Kadın Efendi’ydi.
Müşfika Kadın Efendi
Baş kâtibi Esat Bey’in beyanına göre, abdestsiz dolaşmaz ve devlet işi yapmazdı. Devlet görevi için her saat hazırdı/ayaktaydı. Uyuyorsa, hemen uyandırılabilirdi. Bir gece yarısı Esat Bey, Abdülhamit’in yatak odasının kapısını çaldı. Cevap alamayınca bekledi; az sonra da Abdülhamit ellerini havluyla silerken kapıda göründü. Abdest almıştı ve daha sonra Esat Bey’i kabul etmişti.
Avrupa Borsalarında Oynadı ve Hatırı Sayılır Paralar Kazandı…
2. Abdülhamit; cimrilikle ve aşırı tutumlulukla da eleştirildi. İsraftan ve savurganlıktan hoşlanmazdı. Şehzadelik döneminde harçlığının hepsini harcamaz; büyük kısmını biriktirirdi. Öteki şehzadelere borç verdiği de bilinirdi. Alış verişle görevli ağalardan inceden inceye hesap sorardı; listeleri kontrol ederdi. Saray çevresinde, Pinti Hamit diye bilinirdi/konuşulurdu. Teodor Kasap Efendi’nin Moliere’den çevirdiği L’Avare adlı komedisini Türkçe’ye Pinti Hamit diye uyarlamıştı.
Ekonomi ilmiyle özellikle ilgilendi. Münih Paşa’dan ekonomi dersleri aldı. Galata bankerlerinden Yorgo Zarifi ile samimiydi; Zarifi vasıtasıyla yabancı borsalarda hisse senedi alıp sattı; hatırı sayılır servet biriktirdi. Banker Zarifi’yle ilişkisi hükümdarlığı döneminde de sürdü.
Çok usta/sanatkâr marangozdu. Dönemin ünlü ismi, Alman asıllı Karl Jansen’den ince marangozluk ve oymacılık dersleri aldı. Yıldız Sarayı’nın alt katında özel atölyesinde stres atardı. Sandalyeler, sehpalar, masalar, dolaplar, rahleler imal ederdi. Yunan Muharebesi’nin gazilerine Yıldız Sarayı’nda verdiği ziyafetten sonra yaptığı bastonlardan birer tane hediye etti.
Sultan’ın evcil hayvan, özellikle de at sevgisi öne çıkardı. Saf kan at yetiştirmeye meraklıydı. Ferhan adlı beyaz küheylanı vardı. Ferhan; savaş alanında yaralanan sahibini dişleriyle taşıyıp kurtulmasını sağlamış müthiş/mucizevî yaratıktı. Atın şöhretini duyan Sultan; Ferhan’ın kendisine hediye edilmesini sağlamıştı. Zamanla aralarında çok özel ilişki oluştu: Sultan bineceği zaman Ferhan eğilirdi.
2. Abdülhamit; dönemin ABD Başkanı Grant’a iki cins at hediye etti. Atlar; özel gemiyle ABD’ye gönderildi ve çeşitli yarışlara katıldı.
Çiçeklerine Gözü Gibi Bakardı…
Yıldız Sarayı özel sığınağıydı. 500 dönümlük araziye yayılmış Saray ve müştemilatında tam 13 bin kişi kalırdı. Sultan; kendisi için özel küçük bir kale/şehir inşa ettirmişti. Her öğün 1.800 tabla yemek pişirilirdi. Padişahın yemekleri özel mutfağında hazırlanırdı. Sarılır, üzeri mühürlenir ve yemek yediği salona getirilirdi. 2. Abdülhamit; yemek sofrasında annesi Tiri Müjgan Kadınefendi’den hatıra kalan altın tuzluğu bulundururdu. En kıymetli mirası çocuklarına gösterirdi.
Has bahçe geleneğini yaşatmaya çalıştı. Çiçeklere düşkündü. Saray çömlekçilerine özel saksılar yaptırırdı. Her mevsim yetişebilecek çok çeşitli çiçeklere gözü gibi bakardı. Şehzadeliğinde Avrupa’dan çeşitli tohumlar ve fideler getirtti. Güle özel özen gösterirdi. Kendi zevkine uygun çeşitli gül fidelerinden hususi bahçe, gülhane kurdu. Saltanatı sırasında güvendiği bahçıvanları görevlendirdi. Sık olmasa da bahçesine gidip stres/yorgunluk atardı.
Mühendislik ve mimari ile yakından ilgiliydi. Boğaziçi ve Haliç için köprüler tasarladı. Hicaz Demiryolu Projesi asrın girişimiydi. Batılı devletlerin ilgisini ve tepkisini çekmişti. Sirkeci ve Haydarpaşa Tren İstasyonları döneminde inşa edildi.
Sultan 2. Abdülhamit; Yıldız Sarayı’nda kendisine ölümüne bağlı, özel/seçme muhafız birliği kurdu. Söğüt Birliği; Eskişehir, Bozüyük ve Söğüt yöresinden yerleşik Türk köylerinden seçilen; temiz, dürüst ve cesur gençlerden oluşturuldu. Uzun boylu, usta at binen, sportif vücutlu, iyi huylu, ahlaklı ve namazını aksatmayan askerlerdi. Sultan; Söğüt Birliği’ne pek güvenirdi. ‘Öz Hemşehrilerim!’ diye iltifat ederdi. Seçilen asker adayları İstanbul’a gelmeden önce, Söğüt’te Ertuğrul Gâzi’nin türbesinde dua ve bağlılık yemini ederdi.
Kuryesi, Ali Fethi Okyar Bey’di…
Sultan tahtını yitirdikten sonra Selanik’e sürgüne gönderildi; Alatini Köşkü’nde ikamete mecbur edildi. Yanına son eşi Müşfika Kadınefendi’yi götürdü. (1886’da Yıldız Sarayı’nda dünya evine girdiklerinde Müşfika Hanım 14 (?) yaşındaydı.) Dışarıdaki dünya ile ilişkisi yok denecek seviyedeydi. Gazete getirtip okumasına izin verilmedi. Balkan Savaşı’nın çıktığını öğrendiğinde iş işten geçmişti. Tarihî ve edebî kitaplar okuyarak; marangozhanede çalışarak zaman geçirdi.
Alatini Köşkü
Bazen Müşfika Kadınefendi’nin yardımını isterdi; kitap okumasını dinlerdi. İstanbul’la haberleşmesini Ali Fethi Okyar sağlardı. Okyar; Mustafa Kemal Paşa’nın yakın dostu, mesai arkadaşıydı. Cumhuriyet kurulduğunda Başbakanlık ve TBMM Başkanlığı yaptı.
Selanik’in savunulmasını istedi. İlerlemiş yaşına rağmen silah verilmesini ve şehitlik murat ettiğini açıkladı. Ama devri iktidarında Kıbrıs, Mısır, Girit, Teselya, Bulgaristan, Bosna Hersek vb. topraklarımız elimizden çıktı. Başka bir deyişle Osmanlı Devleti; 2. Abdülhamit döneminde çok büyük kimi tarihçilere göre; tarihinin en büyük! toprak kaybetti. Yitirdiğimiz toprakların genişliği Türkiye’nin 2 katı büyüklüğündeydi. Yani 1.600.000 kilometrekare genişliğinde bir coğrafya elimizden çıktı.
Sultan 2. Abdülhamit de insandı; hayatı boyunca anne sıcaklığını aradı. İçindeki sevgi boşluğunu/açığını hiç kapatamadı. Sevmeyi denedi, başaramadı. Kişilere güvensizliği, yetki paylaşımında isteksizliği, vehimlerine mutlak teslimiyeti, bilinen portresinin rutin ana çizgilerini oluşturdu.
Ya diğer bilinmeyenleri? Ayrı yazıların konusuydu…
ALİ HİKMET İNCE
SİYASETCAFE.COM