Atatürk’ü anma gününde iki anlayış öne çıkıyor.

Kimi aydınlarımız için 10 Kasım tarihin sonu. Günümüzdeki sorumluluklara gözünü kapatanlar, tarihe duydukları özlemi sürekli dile getirerek hayıflanıyor ve güncel mücadeleye girmedikleri için de karamsarlığa yuvarlanıyor.

Tarihten görev çıkaranlar ise 10 Kasım’dan sonraki sürece odaklanıyor.

Atatürk’ün tam bağımsızlığı esas alan ve üretime öncelik veren programı terk edilince emperyalist tahakküm altına girdik. Devletimiz zayıfladı, ekonomimiz çöktü, milli bağlarımızda aşınma oldu. Türkiye ağır bedeller ödediği bu uzun dönemden sonra 2014’ten itibaren yeni bir sürece girdi. Ülkemiz için tarihi fırsatlar dönemindeyiz.

Pentagon’a yakın kuruluşlar Türkiye’nin “bağımsız bir rota” belirlediğini saptıyor. FETÖ’nün akıl hocası Graham Fuller “Bağımsızlıkçı çizginin temposu giderek artıyor” diyerek endişesini dile getirmişti. ABD Donanma Okulu’ndan Ryan Gingeras da son Türkiye analizinde şu tespiti yapıyor: “Atatürk’ün görüşleri muhafazakarları, ulusal solcuları ve her görüşten milliyetçileri ortak bir zeminde buluşturuyor. Bu kesimler güçlü Türkiye istiyor.”

Sırtımızı tarihimizdeki başarılara yaslayacağız. Başkenti işgal edilmiş, ordusu dağıtılmış ve yoksulluğa mahkûm edilmiş bir milletin yeniden devlet kurarak bağımsızlığını elde etme ve üretim devrimiyle atılım yapma dönemi bugün de hepimize güç veriyor. 10 Kasım, Atatürk anısı paylaşarak ağlaşma değil, mücadele alanında, savaşın sıcaklığı içerisinde, görevleri bilince çıkarma ve irade tazeleme günüdür!

10 Kasım’da gösteriş için ortaya çıkanları 11 Kasım’da emperyalizme karşı cepheye bekliyoruz.


Aydınlık