Anlaşılan o ki Bayan Mine G. Kırıkkanat, hem yazılarında konu sıkıntısı çekiyor, hem de şahsıma karşı bir yerlerden organize edilen karalama ve linç kampanyalarında “görev” üstlenerek, malzeme sağlayarak bir yandan can diğer yandan da “fon” sıkıntısını gideriyor!
Kendisini tanımam. Benimle ne alıp veremediği var, şahsımla ve mesleki faaliyetlerimle neden bu denli “yakından” ilgileniyor, şahsıma niçin bu denli büyük bir husumet besliyor bunu da tam olarak bilmiyorum. Ancak bu bayan, her baro seçimi öncesinde bu tür yazılar yazar. Bu yazıların ardında kim veya kimlerin olabileceği de bazı ilişkilerini bilenlerce malum. Yazılarının içeriği dikkate alındığında da asıl hedefin kişi olarak ben değil, temsil ettiğim siyasi çizgi olduğu çok açık ortada. Öyle ya yoksa sürekli olarak her iddia ve çarpıtmasında neden (üstelik de aşağılayıcı bir üslup ve tonla) ulusalcılığımın, Kemalistliğimin altını çizme gereği duysun ki? Demek ki asıl dert başka.
26.04.20020 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısı; bilgi eksikliği ve olayları çarpıtma bir yana,  baştan aşağıya kişisel bir husumeti ve kötü niyeti açığa vuruyor. Avukatlık mesleğinin tarihini, felsefi ve hukuki dayanağını, niteliğini bilmeden yahut çarpıtarak “mafya avukatı”, “mafyaya avukatlık yapan hukukçu”  gibi ifadeler kullanmak, bu yolla kişileri lince tabi tutmak, kişilik haklarına saldırmak, mesleki faaliyetten hareketle ahlak ve erdem sorgulaması yapmak en hafif deyimiyle hadsizlik (esasen suç) olduğu gibi, avukatlık mesleğine, savunma hakkına da açık bir saldırı ve hakarettir.

‘KEMALİZMİN YÜKSELİŞİ KORKUTUYOR’

Asıl bu satırları yazan Bayan Mine G. K. elinde tuttuğu köşenin, kalemin erdemini, ahlakını, haysiyetini sorgulamalıdır. Zaten bana yönelttiği ve sıkça tekrarladığı “antiemperyalist”, “ulusalcı”, “Kemalist” ifadeleri de bu bayandaki asıl alerjik reaksiyonun nedenini ortaya koymaya yetiyor. Öyle anlaşılıyor ki ulusalcılığı, ulus devleti, Kemalizmi kendisi için tehlike gören emperyalizmin yaydığı küresel “virüs”, bu bayana da bulaşmış. “Sürüntüler”den testinin pozitif çıktığı anlaşılıyor. Herhalde gerekli “zihinsel” mesafeyi koruyamadığındandır! Allah şifa versin. Öyle ya yukarıda da belirttiğim gibi benim ulusalcılığımın, Kemalistliğimin iddialarıyla, konuyla, mesleki faaliyetimle ne ilgisi var?
Mesleki faaliyetlerimle ilgili olarak bana seviyesiz ve saldırgan bir üslupla hesap sormaya kalkan, hedef gösteren bu bayan,  asıl kendisi kimlerle ve hangi çevrelerle ilişkisi olduğunun, Cumhuriyet gibi bir gazetedeki köşesini kişisel takıntı ve husumetleri, hesaplaşmaları için kullanmasının hesabını vermeli.
Kaldı ki benim; inandığım doğruları dile getirme dışında “rol model olma gibi” özel bir amacım da yok, hiç olmadı. Beni, küresel laboratuvarlarda üretilen proje “rol modellerle”, sahte kahramanlarla da karıştırmasın. Ben üretilmiş bir prototip değil, doğrularıyla/yanlışlarıyla, günahlarıyla/sevaplarıyla bir insanım, bu toprakların insanıyım. Ama anlaşılan antiemperyalizm, ulusalcılık, Kemalistlik, bu bayanın da dâhil olduğu bazı çevrelerin canını fena halde sıkıyor. Hiçbir bel altı vurma, linç girişiminde bulunma imkânını kaçırmıyorlar. Özellikle küçücük bir virüsün birçok maskeyi indirmesinden sonra ulus devletin, ulusalcılığın, kamuculuğun, planlamanın, Kemalizmin yükseliyor olması malum çevreleri epey telaşlandırmışa benziyor ki saldırılar, önleyici atışlar artıyor. Anlaşılan bu bayan ve fikri familyası da bu değerleri taşıyan kendi deyimiyle bir “rol modelin” fikren yükselme, “kötü örnek!” olma ihtimalinden endişe ediyor. Yazının zamanlaması bu açıdan da ilginç. Sahneye konulan bu son algı operasyonunun, ne yazık ki belli oranda amacına ulaştığı da anlaşılıyor.

Nietsche’nin dediği gibi ben, duymak isteyen kulaklara sesleniyorum. Bu kapsamda şu hususları, duymak isteyen kulaklar bakımından belirtmek istiyorum:

1)Avukatlık mesleği özellikle iktidar sahiplerinin daima canını sıkar. Avukatlık, kişilerin savunma hakkını teknik özelliklere uygun ve etkin olarak kullanabilmesinin vasıtası ve güvencesidir. Bu açıdan temelini ve kaynağını Anayasamızın 36.maddesindeki hak arama hürriyetinden alır. “Herkesin savunma hakkı vardır” veya “savunma hakkı kutsaldır” ifadelerinin arkasına “ama” sözcüğü gelemez. Bir hakkın varlığı ya kabul edilir ya da edilmez. Aynı şekilde bir hak ya “herkes” için vardır ya da “kimse için” yoktur.

2)Avukatlık; savunma hakkının teknik hukuk kapsamında kullanılabilmesinin vasıtası olarak hem kamusal hem de mesleki bir faaliyettir. Bu açıdan nasıl ki bir hekim tedavi hizmeti verdiği, bir hâkim yargıladığı kişiyle özdeşleştirilemezse aynı şey avukat için de geçerlidir. Nasıl ki “mafya” hekimi veya hâkimi ifadesi kullanılamazsa “mafya” avukatı da denilemez. Avukatlar, baktıkları davadaki suç tipine göre de nitelenemez. Örneğin “hırsızlık avukatı”, “dolandırıcılık avukatı”, “hakaret avukatı” olmaz. Bu bayan ve benzerleri için kendileri veya malum kişiler söz konusuysa avukat, savunma hakkı  “iyi”, başkası için olursa “kötü” !
Ne yazık ki avukatlık mesleğinin bu genetik yapısının bazı meslektaşlarca dahi anlaşılamadığı görülüyor.

3)Verdiğim mütalaa (hukuki görüş) bir suçun varlığı ya da yokluğu ile ilgili olmayıp, kişilerden bağımsız olarak; tamamen ve sadece avukat meslektaşlara getirilen, savunma görevlerini gereği gibi yapabilmelerini önleyip meslek onurunu zedeleyen görüş yasağı/kısıtlaması, yani avukatların mesleki faaliyetleri kapsamında avukatlık hukuku ile ilgili. Yani görüşün temeli kişiye özgü değil, olaya özgü ve genel bir uygulamaya ilişkin. Bu görüşümün de sonuna kadar arkasındayım.
Yaşamım boyunca avukatlık mesleğinin etkinliği ve onurunu savundum, buna ilişkin kısıtlamalara hep karşı durdum. Nitekim baro başkanlığım döneminde de yargılanmayı da göze alarak (ki yargılandık) arkadaşlarımla birlikte FETÖ mahkemesine giderek gerekli hukuki dersi vermemizin sebebi de; orada avukat meslektaşlarımızın savunma görevini yerine getirmelerine (ve bunun üzerinden sanıkların adil yargılanma hakkına) engel olan hukuka aykırı uygulamalara, kurulan kumpasa karşı çıkmaktı. Yargılandık. Yetmedi FETÖ, barodaki odamı havadan kurşunladı. Yetmedi 15 Temmuzun başarılı olması halinde öldürülecek ilk 50 kişilik listede yer aldım. Darbe teşebbüsü gecesi henüz uçaklar bomba yağdırırken 01:00’da darbe teşebbüsüne karşı resmi internet sitesine açıklama koyan tek kurum o sırada başkanı olduğum İstanbul Barosu oldu. O zamanlar kimlerin konuşup kimlerin sustuğu da, kimlerin kimlerle “yoldaşlık” ettiği de ortada.
4)Söylediği davada benim doğrudan bir vekâlet ilişkim yok. Öğrencim olmuş genç bir avukat meslektaşın talebi üzerine ve onun yetkilendirmesi ile bazı duruşmalarda, özellikle usul hukukuna aykırı uygulamaları dile getirme adına  “müdafi” olarak değil, “vekil” olarak (müdafiinin/vekilin vekili olarak) yer aldım. Bunlar duruşma tutanaklarından görülebilir. Kaldı ki bu da benim mesleki faaliyetimin doğal bir parçası. Avukatlık mesleğinin teknik ve hukuki özelliklerinin bir gereği ve sonucu. Beni yetiştiren hocalarımın tavsiyelerine uygun olarak yaşamım boyunca kendimi hiçbir müvekkil veya fiilleri ile özdeşleştirmedim. Nitekim aleni duruşmada bu yapıyı benimsemediğimi ve onaylamadığımı açıkça dile getirdim. Hiçbir avukat, adil yargılanma hakkına katkı sağladığı kişi veya kişilerin dünya görüşünü, yapısını benimsemek durumunda değildir. Çünkü söz konusu olan tamamen teknik özellikler taşıyan, duruma göre farklı motivasyonlar taşıyan şekli bir mesleki faaliyetten ibaret.
Benim bir avukat olarak görev yaptığım esnada savunduğum şey, hiçbir zaman iddia ve isnat edilen “fiiller” değil, bu iddia ve isnatların adil bir yargılama ve etkin bir savunmaya bağlı olarak yargılanıp gerekli hükmün verilmesinden ibarettir. Bu ise iddianın türüne, ağırlığına veya sanığın kimliğine göre ele alınamayacak, herkes için geçerli bir ilkedir. Asıl bunu çarpıtmak, mesleki bir faaliyeti “ahlaksızlık”, “erdemsizlik”, “mafya avukatlığı” gibi seviyesiz ve hakaretamiz tabirlere konu etmek, kişilik haklarına saldırmak, çok büyük bir “suç”muş gibi göstermek, iddiaları kanıtlanmış gerçeklikler gibi kabul edip buna dayanmak,  bu çarpıtma ve karalamanın üzerine “balıklama” atlayarak olağan bir mesleki faaliyeti “karmaşık ilişkiler” gibi göstermek; kalemin namusu, ahlakı ve erdemi açısından bir sorgulamayı gerektirir.
Oysa ülkede, özellikle siyasette ele alınıp işlenmesi gereken gerçek ve karmaşık ilişkiler varken… Bu bayan ve benzerleri için demokrasi, hak, hukuk, ilke sadece kendileri veya uygun gördükleri kişiler içindir. Bir takım evrensel, anayasal haklardan kimin yararlanacağı veya yararlanmayacağına da anlaşılan bu kişiler karar vermektedir! Bunun adı da “demokratlık”, “özgürlükçülük” olmaktadır! Bir şarkıda söylendiği gibi “nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan…”
Türlü çarpıtmalarla ahlak sorgulaması yapma hadsizliğine soyunanlar, önce kendilerinin ahlaklarını sorgulasınlar.

5)Yazının üslubu ve seviyesi; kullandığı  “sevimli diktatör”, “ulusalcılığın acıklı marka patent vekili”, “mafya avukatı” gibi hakaretamiz ifadeler amacın fikri/etik bir tartışmadan öte bağcıyı dövmek, daha da ötesi bağı tahrip etmek olduğunu açıkça gösteriyor. Bu bayan pek çok davranışı ve yazıları ile (başta Türkiye’yi AB’ye “layık” görmeyen AB seviciliği, kendi ülkesinin insanını defalarca aşağılaması, tepeden bakan, değerleri hiçe sayan elitist yaklaşımları başta olmak üzere) sergilediği üzere kendi ahlakına, erdemine baksa iyi eder. Ayrıca kendisi, hiç kimsenin mesleki faaliyetinin sınırlarını çizme, sorgulama hakkına da sahip değil. Bu arada bu bayanın beni “matah” görmemesi de benim açımdan bir şereftir. Bu zihniyet ve yapıdaki birinin beni “matah” olarak görmesi kendimi ciddi anlamda sorgulamama yol açabilirdi! Bu arada kendisine öncelikle kendi “yuttuğu” küllere, nerelerden beslendiğine bakmasını tavsiye ederim. Gerçi bu zaten anlaşılıyor.

6)Bu bayan benim ulusalcılığıma, Kemalistliğime, antiemperyalistliğime takmış! Hepsi doğrudur, kabulümdür ve onurumdur. Ancak belirttiğim üzere hiçbir zaman kendimi bu kavramların “sahibi” veya “vekili” olarak görmedim ve nitelemedim, bu açıdan bir rol model olmaya da soyunmadım. Sadece, bedelini ödemeyi, muhtelif çevrelerin linç girişimini de göze alarak doğru bildiklerimi açık ve belki de keskin bir şekilde dile getirdim. Sanıyorum ki değişmeyen bu çizgim ve yaklaşımım; güya “muhalif”lik kisvesi altında sisteme değil kişilere karşıtlık üzerinden yürüyen, tıpkı iktidar gibi çeşitli değerleri (Cumhuriyet, Atatürk, demokrasi, özgürlük, barış vs) özü ve içeriğinden, gerçek anlamından koparıp istismar ederek bunların arkasına gizlenen, açıktan fikri mücadeleyi göze alamayarak “bel altı” vuruşlara yönelen bir kesimi ciddi anlamda rahatsız etmekte. Baktığınızda bu açıdan ülkede hiç de iddia edildiği gibi bir maske sıkıntısı yok! Bu linç korosu, başka bir şey bulamadığı, fikri bir mücadeleyi göze alamadığı için bu gibi hezeyanlara, çarpıtmalarına ihtiyaç duymakta ve bu tür fırsatları da değerlendirmeye çalışmakta. Nitekim bu yazıyı hemen “ihtiyaca” uygun bir biçimde kullanmaktan geri duymayan kişiler, çevreler, sözüm ona “muhalif” ve “özgürlükçü” haber siteleri, besleme ve yönlendirilmiş sosyal medya tetikçileri ortada. Aynı çevrelerin milli meselelerde hangi tavırları aldığına, nerede durduklarına, hangi korolarda şarkı söylediklerine bakılırsa durum daha da kolayca anlaşılır. Gerektiğinde hatamı kabul etmekten çekinmem. Ancak organize medya/sosyal medya tetikçileri ve linççilerine teslim olmayacağımın bilinmesini isterim.

7)Avukatlık mesleğinin yapısı, felsefi temelleri dünyada da tartışılan bir mesele. Elbette ki farklı düşünenler olabilir. Ancak benim avukatlık mesleğine bakışım yukarıda özetlediğim şekilde. Kötü niyetli, karalama ve itibarsızlaştırma maksatlı olanlar hariç; eleştirilere de, bu bakış açıma bağlı tercihimi yanlış bulanlara da saygı duyarım. Ama her durumda bunun “affedilmez”, “büyük”, “korkunç” bir şey olduğunu, bir insanın sadece bu nedenle hemen çarmıha gerilmesini, tüm düşünce ve yaptıklarının bir anda yok sayılmasını gerektirdiğini düşünmüyorum. Ben benim ve ben olmaya devam edeceğim.
Zaten bu fikri mücadelede, bu yolda bunların olabileceğini, türlü saldırı ve pusularla karşılaşabileceğimi, çeşitli bedeller ödenilmesinin gerekebileceğini biliyordum.Bu açıdan gerekli her türlü bedeli ödemeye de (ama her türlü), daha önce olduğu gibi yine hazırım.

8)Sonuç olarak hayatım boyunca doğru bildiğim şeyleri söyledim ve yaptım. Bundan sonrada da bu şekilde hareket edeceğim. Hiçbir itibarsızlaştırma girişimi, karalama ve linç kampanyası bunu değiştiremez. Yalnız da kalsam, hiçbir kişisel beklentim veya kaygım olmaksızın, fikirlerimden ödün vermeksizin, gerektiğinde hatalarımla da yüzleşmekten çekinmeksizin doğru bildiğim yoldan yürümeyi sürdüreceğim. Harici ve dâhili çevreler ellerinden geleni yapsın; tankı, topu ve tüfeğiyle gelsin, bel altı vurmaya, pusular kurmaya, algı operasyonlarına devam etsin, bu değişmeyecek. Yeter ki dost kurşununa kurban gitmeyelim.
Bu bayana gelince, hezeyanlarına, çarpıtmalarına devam edebilir. Ancak unutmasın ki her an kendisine de bir “avukat” gerekebilir.
Yanlış anlama da olmasın: Ciddiye aldığım ve açıklama yapma ihtiyacı duyduğum kişi kendisi veya her daim pusuda bekleyen fikri “familyası” değil, yanlış bir düşünce ve algıya kapılabileceğini düşündüğüm, fikirlerine ve eleştirilerine değer verdiğim iyi niyetli yurttaşlarım ile sevenlerimdir.
Nitekim bir dönem başkanı ve halen üyesi olmaktan onur duyduğum Barom, İstanbul Barosu da, Bayan Mine G. Kırıkkanat’ın hezeyan ve çarpıtmalarına sitesinde son derece özlü bir biçimde gerekli cevabı vermiş. Teşekkür ediyorum.
Herkese öncelikle sağlıklı günler diliyorum.
Sevgi ve saygılarımla.

NOT:  Ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu bu ortamda kendimle ilgili bir hususu yazmaktan üzüntü duyuyorum. Yazmak istediğim, mayalanma döneminde olan pek çok yazı var. Bu bağlamda sevgili Nihat Abi’nin yazılarını özledim. Gerçi onca yazısını okumuş bir kişi olarak “yazmadığı” yazıları da okuyabildiğimi düşünüyorum. Kararına saygı duyuyor ve onu anlayabiliyorum. Özellikle 30 Mart 2020 tarihli “Milli Siyaset Hareketi” başlıklı yazısı çok önemli bir çağrı ve çığlık. Bu çağrı ve çığlığın toplumsal, tarihsel ve sosyolojik karşılığının da olduğunu düşünüyor ve önemsiyorum. Ama dedim ya bazı yazıların mayalanması ve kabarması zaman alıyor, en azından bende böyle. Yaşadığımız salgının siyasetteki etkileri, siyasetin geldiği noktadaki kirlenmişliği ve tıkanmışlığı, sisteme veya fikirlere karşı somut bir düşünce olmaksızın basmakalıp, gündelik ve ucuz populist söylemlerin “muhalefet” veya “muhaliflik” olarak yutturulmaya çalışılması, birçok maskeyi indiren koronavirüsün yarattığı tehlikeleri gören sistemin, gelen tsunamiyi engellemek adına “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemini sahiplenip yeni bir illüzyona soyunması, “millilik”, “aynı gemide olma”  gibi metaforların anlam ve içeriği, yaşananların Cumhuriyetin doğruluk ve haklılığını ortaya çıkarması; ulus devletin, tarım ve hayvancılığın önemi, Atatürk’ün üretime ve planlamaya dayalı halkçıkamucu ekonomik modelinin değeri, tek çözüm ve kurtuluşun kuruluşa, Atatürk çizgisi ve politikalarına dönmek olduğu, CHP’den ihraç edilmemin nedeni ve sonuçları gibi mayalanmakta olan birçok yazı birikti. Ne zaman istediğim ölçüde kabarırsa o zaman gün yüzüne çıkacak.
Çıkar mı, onu da bilemiyorum…

Mine Kırıkkanat’tan Prof. Ümit Kocasakal’a suçlama